v02.01.25 Geliştirme Notları
Zâriyât Sûresi
521
Cuz 27
31﴿ (Sonra) o (İbrâhîm kulumuz): “Ey (vazîfeli) gönderilenler! Peki, sizin (gönderilmenizi gerektiren) önemli işiniz nedir?” dedi.
32﴿ Dediler ki: “Muhakkak biz, (Lût nebîye karşı isyan içerisinde bulunan, özellikle de livata günahını işledikleri için) suç işleyici kimseler olan bir topluma (azap etmek için) gönderildik.
33﴿ O (livata suçunu işlemiş ola)nların üzerine çamurdan (pişirilmiş kaskatı) taşlar yollayalım diye (gönderildik).
34﴿ (Helâllerle kanâat etmeyip) haddi aşan o kişiler için (üzerinde helâk edeceği kimsenin ismi) net bir şekilde (yazılı olarak) Rabbin nezdinde alâmetlenmiş olan (taşları üzerlerine salalım diye gönderildik).” Tefsirlerde zikredildiğine göre; Lût kavmine gönderilen taşlar gökte kimsenin ulaşamayacağı gizli yerlerde bulunduğu için ve beyaz-kırmızı gibi alâmetlerle, bir de atılacağı kimsenin ismiyle damgalanıp yollandığı için bu âyet-i celîlede “Rabbin nezdinde alâmetlenmiş” tâbiriyle anılmıştır.
35﴿ Biz de hemen müminlerden orada bulunanları (azaptan kurtarmak için o memleketten) çıkarttık.
36﴿ Zâten Biz orada bir hâne dışında Müslümanlardan hiçbir kimse bulmadık.
37﴿ Bir de kendileri (hiçbir şeyden ibret almayan katı kalplilerden olmayıp) o çok acı verici azaptan korkacak kimseler için orada (gerçekleşen ilginç azâba delâlet eden) büyük bir âyet (ve alâmet) bıraktık (ki, pişmiş taşlar ve kokuşmuş su onlardan bâzılarıydı).
38﴿ Mûsâ (kulumuzun kıssasın)da da (büyük bir âyet yapmıştık)! Bir zamandaki onu (mûcizeliği) çok açık olan güçlü bir delil ile Firavun’a göndermiştik.
39﴿ Ama o (Firavun îmâna yanaşmayıp ona karşı) yanını çevirdi de: “(Eğer Mûsâ bu gösterdiği hârikulâdelikleri kendi irâdesiyle yapmaktaysa) büyük bir büyücüdür yâhut cinnet geçir(erek delir)miş biridir” dedi.
40﴿ Bu sebeple Biz onu ve ordularını (azapla) yakaladık ve onları o (Kızıl)denizin içine attık. Zâten o, (övülecek tek bir işi dahî bulunmayan ve sürekli) tenkit edilecek iş yapan biri idi.
41﴿ (Hûd nebîyi inkâr eden) Âd (toplumun)da da (çok açık bir âyet ortaya koymuştuk)! Bir zaman ki onların üzerlerine o (hayırsız ve bereketsiz olan, ne bir yağmur, ne de bir aşlama faydası sağlamayan) kısır rüzgârı salmıştık.
42﴿ O (rüzgâr), herhangi bir şeyin üzerine (uğrayıp) vardıysa, mutlaka onu çürüyüp dağılmış bir şey gibi yapmadan bırakmıyordu.
43﴿ Semûd (toplumun)da da (çok açık bir âyet ortaya koymuştuk)! Bir zaman ki onlara (peygamberleri olan Sâlih nebî tarafından): “(Üç günlük) az bir zamâna kadar (daha dünyâ hayâtında) iyice yaşayın” denilmişti.
44﴿ Ama onlar Rablerinin emrin(i yerine getirmek)den çokça büyüklenmiştiler de, kendileri bakmakta oldukları hâlde o (helâk edici) yıldırım onları yakalamıştı.
45﴿ İşte (böylece) onlar (öyle bir yıkıma uğradılar ki, artık ondan sonra) hiçbir (hareket ve) kalkmaya en ufak bir güç dahî yetiremediler, (başkalarından) yardım alabilen kimseler de olamadılar.
46﴿ (Helâk edilen bunca toplumdan) daha önce Nûh’un kavmini de (helâk etmiştik). Şüphesiz ki onlar (sâdece kâfirlikle yetinmeyip, her konuda isyan husûsunda sınır tanımayan ve Rablerinin emirlerinin dâiresinden dışarı çıkmaları sebebiyle) fâsıklar(ın ta kendisi) olan bir toplum olmuştular.
47﴿ Göğü ise; Biz onu büyük bir kuvvetle binâ ettik. (Zîrâ onu yaratmak, sonsuz bir güç ister.) Şüphesiz ki Biz elbette (her şeye) güç yetiricileriz /(gökle yer arasını) sürekli genişleticileriz/.
48﴿ Yeri de; onu (halı gibi) Biz döşedik! İşte ne güzel oldu o döşeyici (olan Biz)ler.
49﴿ Ayrıca Biz her şeyden eş olan ikiyi yarattık. Tâ ki siz iyice düşünesiniz (de, her şeyi çift yaratanın Kendisinin tek olduğunu anlayabilesiniz). Müfessirler, her şeyin çift olduğuna misal olarak; erkek-dişi, gece-gündüz, gök-yer, siyah-beyaz, hidâyet-dalâlet, saâdet-şekāvet, sağlık ve hastalık gibi örnekler zikretmişlerdir.
50﴿ (Habîbim! Kullarıma de ki:) “O hâlde (İslâm’a sarılarak) Allâh(ın azâbından uzaklaşıp mükâfâtın)a kaçın. Şüphesiz ki ben (anladığınız bir dille) sizi O’n(un azâbın)dan çok açık bir (şekilde) uyarıcıyım.
51﴿ Bir de siz Allâh ile birlikte başka bir ilâh edinmeyin! Şüphesiz ki ben (anladığınız bir dille) sizi O’n(un azâbın)dan çok açık bir (şekilde) uyarıcıyım.
سُورَةُ الذَّارِيَاتِ
الجزء ٢٧
٥٢١
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ ﴿٣١
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ ﴿٣٢
لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ ط۪ينٍۙ ﴿٣٣
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِف۪ينَ ﴿٣٤
فَاَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ ف۪يهَا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ ﴿٣٥
فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۚ ﴿٣٦
وَتَرَكْنَا ف۪يهَٓا اٰيَةً لِلَّذ۪ينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۜ ﴿٣٧
وَف۪ي مُوسٰٓى اِذْ اَرْسَلْنَاهُ اِلٰى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ ﴿٣٨
فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ ﴿٣٩
فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُل۪يمٌۜ ﴿٤٠
وَف۪ي عَادٍ اِذْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ ﴿٤١
مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ اَتَتْ عَلَيْهِ اِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّم۪يمِۜ ﴿٤٢
وَف۪ي ثَمُودَ اِذْ ق۪يلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتّٰى ح۪ينٍ ﴿٤٣
فَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ ﴿٤٤
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنْتَصِر۪ينَۙ ﴿٤٥
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ۟ ﴿٤٦
وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ ﴿٤٧
وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ ﴿٤٨
وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿٤٩
فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ ﴿٥٠
وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ ﴿٥١
Zâriyât Sûresi
521
Cuz 27
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ ﴿٣١
31﴿ (Sonra) o (İbrâhîm kulumuz): “Ey (vazîfeli) gönderilenler! Peki, sizin (gönderilmenizi gerektiren) önemli işiniz nedir?” dedi.
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ ﴿٣٢
32﴿ Dediler ki: “Muhakkak biz, (Lût nebîye karşı isyan içerisinde bulunan, özellikle de livata günahını işledikleri için) suç işleyici kimseler olan bir topluma (azap etmek için) gönderildik.
لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ ط۪ينٍۙ ﴿٣٣
33﴿ O (livata suçunu işlemiş ola)nların üzerine çamurdan (pişirilmiş kaskatı) taşlar yollayalım diye (gönderildik).
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِف۪ينَ ﴿٣٤
34﴿ (Helâllerle kanâat etmeyip) haddi aşan o kişiler için (üzerinde helâk edeceği kimsenin ismi) net bir şekilde (yazılı olarak) Rabbin nezdinde alâmetlenmiş olan (taşları üzerlerine salalım diye gönderildik).” Tefsirlerde zikredildiğine göre; Lût kavmine gönderilen taşlar gökte kimsenin ulaşamayacağı gizli yerlerde bulunduğu için ve beyaz-kırmızı gibi alâmetlerle, bir de atılacağı kimsenin ismiyle damgalanıp yollandığı için bu âyet-i celîlede “Rabbin nezdinde alâmetlenmiş” tâbiriyle anılmıştır.
فَاَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ ف۪يهَا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ ﴿٣٥
35﴿ Biz de hemen müminlerden orada bulunanları (azaptan kurtarmak için o memleketten) çıkarttık.
فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۚ ﴿٣٦
36﴿ Zâten Biz orada bir hâne dışında Müslümanlardan hiçbir kimse bulmadık.
وَتَرَكْنَا ف۪يهَٓا اٰيَةً لِلَّذ۪ينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۜ ﴿٣٧
37﴿ Bir de kendileri (hiçbir şeyden ibret almayan katı kalplilerden olmayıp) o çok acı verici azaptan korkacak kimseler için orada (gerçekleşen ilginç azâba delâlet eden) büyük bir âyet (ve alâmet) bıraktık (ki, pişmiş taşlar ve kokuşmuş su onlardan bâzılarıydı).
وَف۪ي مُوسٰٓى اِذْ اَرْسَلْنَاهُ اِلٰى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ ﴿٣٨
38﴿ Mûsâ (kulumuzun kıssasın)da da (büyük bir âyet yapmıştık)! Bir zamandaki onu (mûcizeliği) çok açık olan güçlü bir delil ile Firavun’a göndermiştik.
فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ ﴿٣٩
39﴿ Ama o (Firavun îmâna yanaşmayıp ona karşı) yanını çevirdi de: “(Eğer Mûsâ bu gösterdiği hârikulâdelikleri kendi irâdesiyle yapmaktaysa) büyük bir büyücüdür yâhut cinnet geçir(erek delir)miş biridir” dedi.
فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُل۪يمٌۜ ﴿٤٠
40﴿ Bu sebeple Biz onu ve ordularını (azapla) yakaladık ve onları o (Kızıl)denizin içine attık. Zâten o, (övülecek tek bir işi dahî bulunmayan ve sürekli) tenkit edilecek iş yapan biri idi.
وَف۪ي عَادٍ اِذْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ ﴿٤١
41﴿ (Hûd nebîyi inkâr eden) Âd (toplumun)da da (çok açık bir âyet ortaya koymuştuk)! Bir zaman ki onların üzerlerine o (hayırsız ve bereketsiz olan, ne bir yağmur, ne de bir aşlama faydası sağlamayan) kısır rüzgârı salmıştık.
مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ اَتَتْ عَلَيْهِ اِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّم۪يمِۜ ﴿٤٢
42﴿ O (rüzgâr), herhangi bir şeyin üzerine (uğrayıp) vardıysa, mutlaka onu çürüyüp dağılmış bir şey gibi yapmadan bırakmıyordu.
وَف۪ي ثَمُودَ اِذْ ق۪يلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتّٰى ح۪ينٍ ﴿٤٣
43﴿ Semûd (toplumun)da da (çok açık bir âyet ortaya koymuştuk)! Bir zaman ki onlara (peygamberleri olan Sâlih nebî tarafından): “(Üç günlük) az bir zamâna kadar (daha dünyâ hayâtında) iyice yaşayın” denilmişti.
فَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ ﴿٤٤
44﴿ Ama onlar Rablerinin emrin(i yerine getirmek)den çokça büyüklenmiştiler de, kendileri bakmakta oldukları hâlde o (helâk edici) yıldırım onları yakalamıştı.
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنْتَصِر۪ينَۙ ﴿٤٥
45﴿ İşte (böylece) onlar (öyle bir yıkıma uğradılar ki, artık ondan sonra) hiçbir (hareket ve) kalkmaya en ufak bir güç dahî yetiremediler, (başkalarından) yardım alabilen kimseler de olamadılar.
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ۟ ﴿٤٦
46﴿ (Helâk edilen bunca toplumdan) daha önce Nûh’un kavmini de (helâk etmiştik). Şüphesiz ki onlar (sâdece kâfirlikle yetinmeyip, her konuda isyan husûsunda sınır tanımayan ve Rablerinin emirlerinin dâiresinden dışarı çıkmaları sebebiyle) fâsıklar(ın ta kendisi) olan bir toplum olmuştular.
وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ ﴿٤٧
47﴿ Göğü ise; Biz onu büyük bir kuvvetle binâ ettik. (Zîrâ onu yaratmak, sonsuz bir güç ister.) Şüphesiz ki Biz elbette (her şeye) güç yetiricileriz /(gökle yer arasını) sürekli genişleticileriz/.
وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ ﴿٤٨
48﴿ Yeri de; onu (halı gibi) Biz döşedik! İşte ne güzel oldu o döşeyici (olan Biz)ler.
وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿٤٩
49﴿ Ayrıca Biz her şeyden eş olan ikiyi yarattık. Tâ ki siz iyice düşünesiniz (de, her şeyi çift yaratanın Kendisinin tek olduğunu anlayabilesiniz). Müfessirler, her şeyin çift olduğuna misal olarak; erkek-dişi, gece-gündüz, gök-yer, siyah-beyaz, hidâyet-dalâlet, saâdet-şekāvet, sağlık ve hastalık gibi örnekler zikretmişlerdir.
فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ ﴿٥٠
50﴿ (Habîbim! Kullarıma de ki:) “O hâlde (İslâm’a sarılarak) Allâh(ın azâbından uzaklaşıp mükâfâtın)a kaçın. Şüphesiz ki ben (anladığınız bir dille) sizi O’n(un azâbın)dan çok açık bir (şekilde) uyarıcıyım.
وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ ﴿٥١
51﴿ Bir de siz Allâh ile birlikte başka bir ilâh edinmeyin! Şüphesiz ki ben (anladığınız bir dille) sizi O’n(un azâbın)dan çok açık bir (şekilde) uyarıcıyım.