كَذٰلِكَ مَٓا اَتَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ ﴿٥٢﴾
﴾52﴿
(Habîbim!) İşte sana! (Rabbinin işi hârikulâde bir şekilde) böylece (gerçekleşmekte)dir! Onlardan önce bulunan o (kâfir) kimselere (de) rasûl(ler)den hiçbiri gelmemişti ki, mutlaka (onun hakkında da): “Büyük bir büyücüdür yâhut cinnet geçir(erek delir)miş biridir” demişlerdi.
اَتَوَاصَوْا بِه۪ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ ﴿٥٣﴾
﴾53﴿
Onlar bunun (gibi sözler konuşmak)la birbirine vasiyet mi ettiler (ki, aralarında birçok asır bulunan kimseler ağız birliği yapmış gibi aynı lafları söyleyebildiler)?! Doğrusu onlar azgınlar(ın ta kendisi) olan bir toplumdur. (Bu yüzden birbirlerini hiç görmemiş olsalar da, sâhip oldukları sınır tanımama özelliği onları aynı noktada birleştirmiştir.)
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَٓا اَنْتَ بِمَلُومٍۘ ﴿٥٤﴾
﴾54﴿
(Habîbim! Mâdemki bunca tebliğlerine rağmen onlar kâfirlikte inadına ısrarcı oldular) öyleyse onlar(la tartışmak)dan (bir süreliğine) yüz çevir. Artık sen (böyle yaptın diye) aslâ kınanmış biri olmazsın.
وَذَكِّرْ فَاِنَّ الذِّكْرٰى تَنْفَعُ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٥٥﴾
﴾55﴿
(Habîbim!) Yine de sen öğüt ver(meye devâm et). Çünkü vaaz(-u nasîhat), îmân eden kimselere (ve Allâh’ın îmân nasip edeceklerine) gerçekten fayda verecektir.
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ ﴿٥٦﴾
﴾56﴿
Zâten Ben, cinleri ve insanları (başka hiçbir hikmetle değil) ancak (ve ancak Beni tanısınlar ve) Bana (hakkıyla) kulluk et(mekle mükellef edil)sinler diye yarattım.
مَٓا اُر۪يدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ يُطْعِمُونِ ﴿٥٧﴾
﴾57﴿
Ben (diğer mâliklerin, kölelerini çalıştırıp) onlardan (istifâde ettikleri gibi, kullarımdan kendileri veyâ başkaları için) hiçbir rızık (yaratmalarını) istemiyorum, Beni(m kullarımın rızıklarını yaratıp onları) yedirmelerini de arzu etmiyorum. (Bilakis kimseden hiçbir hizmet ve karşılık beklemeksizin herkesi ancak Ben rızıklandırıyorum.)
اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ ﴿٥٨﴾
﴾58﴿
Şüphesiz ki Allâh; (rızka muhtaç olan her canlıyı rızıklandıran) Razzâk da, (eşsiz güç ve) kuvvet sâhibi de, (hiçbir işinde Kendisine en ufak bir zorluk ârız olmayacak şekilde sonsuz kudret sâhibi olan) Metîn de ancak O’dur.
فَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذَنُوبًا مِثْلَ ذَنُوبِ اَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ ﴿٥٩﴾
﴾59﴿
Artık (geçmiş ümmetlerdeki müşrik) arkadaşlarının (helâk ve azaptan aldıkları) bolca nasîbi gibi, (Allâh’a ibâdeti terk ederek, yaratıldıkları gâyeye hizmet etmeyip şirk koşarak) zâlim olmuş bulunan o kimseler için de gerçekten büyük bir nasip vardır. Öyleyse (o azâbı) çabuklaştırmamı Benden istemesinler (zîrâ vakti geldiğinde onlar istemese de başlarına azap gelecektir).
فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ يَوْمِهِمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ ﴿٦٠﴾
﴾60﴿
İşte böylece tehdit olundukları o (azâba çarptırılacakları Bedir ve kıyâmet) günleri (gibi yıkım mevsimlerinde uğrayacakları azapları hak etmeleri)nden dolayı, o kâfir olmuş kimseler için çok büyük bir helâk (ve şiddetli azap) olsun!
ELLİİKİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Tûr
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 49 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
وَالطُّورِۙ ﴿١﴾
﴾1﴿
(Mûsâ kulumuzun üzerinde bulunuyorken kelâmımızı işittiği) Tûr (dağın)a andolsun!
وَكِتَابٍ مَسْطُورٍۙ ﴿٢﴾
﴾2﴿
Yine (kulların amelleri kendisinin üzerine) düzenli şekilde yazılmış yüce bir Kitâb (olan Kur’ân)a (andolsun)!
ف۪ي رَقٍّ مَنْشُورٍۙ ﴿٣﴾
﴾3﴿
(Ehli tarafından kolayca okunsun diye) yayıl(ıp açıl)mış ince bir deri içerisinde (yazılmış olan Kur’ân’a da andolsun)!
وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِۙ ﴿٤﴾
﴾4﴿
(Yedi kat semânın üzerinde, Kâ‘be’nin hizâsında ve Arş’ın altında bulunan ve her gün farklı yetmiş bin meleğin tavâfıyla ma‘mûr kılınan) O Beyt-i Ma‘mûr’a da (kasem olsun)!
وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِۙ ﴿٥﴾
﴾5﴿
O yüksek yapılmış tavan (olan semây)a da (yemîn olsun)!
وَالْبَحْرِ الْمَسْجُورِۙ ﴿٦﴾
﴾6﴿
Bir de o (kıyâmet günü tandır gibi) tutuşturulmuş (ve kendisiyle cehennem kızdırılmış olan) denizlere (yemin olsun) ki;
اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ لَوَاقِعٌۙ ﴿٧﴾
﴾7﴿
(Habîbim!) Şüphesiz ki senin Rabbinin azâbı elbette kesinkes gerçekleşici bir şeydir!
مَا لَهُ مِنْ دَافِعٍۙ ﴿٨﴾
﴾8﴿
(O öyle bir azaptır ki) onu savuşturacak hiçbir şey yoktur!
يَوْمَ تَمُورُ السَّمَٓاءُ مَوْرًاۙ ﴿٩﴾
﴾9﴿
Göğün acâyip bir çalkantıyla sallanacağı gün (azap başlayacaktır)!
وَتَس۪يرُ الْجِبَالُ سَيْرًاۜ ﴿١٠﴾
﴾10﴿
Dağların da (yerlerinden kopup) görülmemiş bir yürüyüşle (havada bulut gibi) yürüy(üp, savrulan bir duman hâline gel)eceği (gün azap gerçekleşecektir).
فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَۙ ﴿١١﴾
﴾11﴿
İşte o gün o (Kur’ân’ı) yalanlayıcılar için büyük bir helâk (ve şiddetli azap) olsun.
اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي خَوْضٍ يَلْعَبُونَۢ ﴿١٢﴾
﴾12﴿
O kimseler(in başına büyük azap gelsin) ki onlar bâtıl (ve yalan yanlış konular)a tam mânâsıyla dalma içerisinde (ömürlerini tüketerek eğlenip) oynamaktadırlar.
يَوْمَ يُدَعُّونَ اِلٰى نَارِ جَهَنَّمَ دَعًّاۜ ﴿١٣﴾
﴾13﴿
(Elleri boyunlarına bağlı ve perçemleri ayaklarıyla birleşik bir hâlde) şiddetli bir itilişle cehennem ateşine itilecekleri gün (azap gerçekleşecektir)!
هٰذِهِ النَّارُ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ ﴿١٤﴾
﴾14﴿
(O gün onlara şöyle denilecektir:) “İşte ancak bu, o ateştir ki siz özellikle onu sürekli yalanlamakta olmuştunuz.