v02.01.25 Geliştirme Notları
Tûr Sûresi
523
Cuz 27
15﴿ (Sonra onlara şöyle denilecek: Dünyâdayken size bu azâba düşeceğinizi haber veren âyetlere büyü diyordunuz, onların doğruluğunu gösteren) işte bu (manzara) da bir büyü müdür, yoksa siz (evvelce gerçekleri görmediğiniz gibi, burada da) görmüyor musunuz?!
16﴿ (Akabinde onlara şöyle denilecek: Şimdi) o (cehennem azâbı)na girin (bakalım). Artık (cehennemdeki azaplara) sabredin ya da sabretmeyin, (bir şey fark edecek değildir, her iki durum da) size göre eşittir. Çünkü siz ancak sürekli yapar olduğunuz şeylerle cezâlandırılacak (olduğunuza göre hiçbir haksızlığa uğratılmayacak)sınız.”
17﴿ Şüphesiz ki o (haramlardan hakkıyla sakınan) takvâ sâhipleri, çok değerli cennetler ve çok büyük nîmetler içerisinde (ikāmet edecek)dirler.
18﴿ (Takvâ sâhipleri) Rablerinin kendilerine vermiş olduğu şeylerle lezzetlenici kimseler olarak (cennetlerde ikāmet edeceklerdir). Zâten (dünyâda her türlü belâdan kurtarmış olan) Rableri onları şiddetle tutuşturulmuş o (cehennem) ateşin(in) azâbından korumuştur.
19﴿ (Cennete girdiklerinde kendilerine denilecektir ki:)(Dünyâdayken) sürekli yapar olduğunuz (güzel) şeylere karşılık (şimdi burada mîde ağrısı, hazım sorunu ve dışarı çıkma sıkıntıları çekmeden hiç zahmetsiz ve) meşakkatsiz bir hâlde yiyin için (hazmı âsân olsun, âfiyet olsun).”
20﴿ (Böylece onlar) düzgünce yerleştirilmiş çok değerli tahtlar üzerinde (kurulup oradaki yastıklara) yaslanan kişiler olarak (o cennetlere yerleşeceklerdir). Üstelik Biz onları (göz bebekleri çok siyah, etrâfı da çok beyaz olan) iri gözlü (beyaz tenli) hûrîlerle çiftleştirdik.
21﴿ Bir de o kimseler ki; (inanılması gereken hususlara) îmân ettiler, zürriyetleri de (babaları ve dedeleri kadar iyi amel işleyememişlerse de) tam bir îmânla onlara hakkıyla tâbi oldu(lar); (işte) Biz zürriyetlerini onlara kat(ıp cennette aynı derecede yerleştirme karârı al)dık ama (bu iyiliğimiz nedeniyle) onlar(ın ataların)a da amellerin(in ecrin)den hiçbir şeyi eksik etmedik. (Zâten) her bir kişi (iyi veyâ kötü) kazanmış olduğu şey karşılığında bir rehindir (ve âhirette tutsak kalacaktır. Artık sâlih amel sâhibi olan kişi, bu rehinini ödeyerek canını cehennemden âzâd ettirecek, kötü amel sâhibi ise, bu tutsaklığını hiçbir şekilde kaldıramayacaktır).
22﴿ Biz onlara canlarının çekmekte olduğu şeylerden türlü türlü meyveleri ve lezzetli etleri de (bunca nîmetlerine ilâveten) fazlaca verdik.
23﴿ (Birbirlerine karşı sevgi ve kaynaşmanın bir netîcesi olarak) onlar orada şarap dolu öyle bir kadehi (aralarında) alıp verirler ki; (dünyâ şaraplarında olduğu gibi) on(un içimi esnâsın)da hiçbir boş söz yoktur, bir günaha sokma da yoktur.
24﴿ Kendilerine has olan birtakım genç (hizmetçi)ler de onların etrâfında (pervâne gibi dönüp) dolaşır ki, sanki onlar (sedefinde) saklanmış birer inci (gibi, ak-pâk, berrak ve tertemiz)dir. Tefsîr ehlinin beyânı vechile; cennet ehlinin etrâfında hizmet için dolanacakları bildirilen bu gençler dünyâ ehlinden olmayıp cennette sâdece hizmet için yaratılmış, gençlikleri ve güzellikleri hiç bozulmayacak özel birtakım kullardır ki cennet ehli onların sâdece güzel sûretine bakmakla nîmetleneceklerdir. Hûrîler ise hem cemâllerine bakılarak hem de cinsî birliktelik yoluyla istifâde için yaratılmışlardır. (‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 14/83)
25﴿ Bir de (cennet ehli bir muhabbet ve sohbet esnâsında) aralarında (birbirinin hâlinden ve cennete hangi amelleri sebebiyle girdiklerinden) soruşurlarken, onların bâzısı diğer bir kısma yöneldi.
26﴿ Dediler ki: “Şüphesiz biz bundan önce (dünyâda) âilemiz içinde (evimizde, ocağımızda bulunuyor) iken (Allâh’a isyandan kaçan, yumuşak kalpli, O’nun tâatına önem veren ve âkıbetimizin ne olacağından) korkan kimselerdik.
27﴿ Bu sebeple Allâh bize lütfetti ve gözeneklerin içine kadar nüfûz eden o (cehennem) ateşin(in) azâbından bizi korudu.
28﴿ Çünkü gerçekten biz daha önce O (Allâh-u Azîmüşşâ)na sürekli ibâdet etmekteydik /(ve bizi bu ateşten koruması için) duâ etmekteydik/. Şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ); (sonsuz iyilik sâhibi olan) Berr de, (büyük rahmet sâhibi olan) Rahîm de ancak O’dur. (Bu yüzden ibâdetlerimize mükâfat vermiş ve duâlarımızı kabûl etmiştir.)
29﴿ (Habîbim!) Öyleyse sen (onların lüzumsuz konuşmalarına hiç önem vermeyip) öğüt ver(meye devâm et). Rabbinin (lütfettiği üstün akıl ve peygamberlik) nîmetleri sebebiyle sen aslâ ne (kendi kafasına göre gaybtan haber veren) bir kâhin, ne de bir deli değilsin.
30﴿ Yoksa onlar (senin için): “(O) bir şâirdir ki; biz onun hakkında, (ömürleri tüketen) uzun zamânın huzursuz eden hâdiselerin(e çarpılıp ölmesini ve böylece bir an önce kendisinden kurtuluşa ermey)i bekliyoruz” mu diyorlar?!
31﴿ (Habîbim!) De ki: “(Siz benim helâkimi) bekleyin (bakalım), artık şüphesiz ben (de) sizinle birlikte (helâkinizi görmeyi) bekleyenlerdenim.”
سُورَةُ الطُّورِ
الجزء ٢٧
٥٢٣
اَفَسِحْرٌ هٰذَٓا اَمْ اَنْتُمْ لَا تُبْصِرُونَ ﴿١٥
اِصْلَوْهَا فَاصْبِرُٓوا اَوْ لَا تَصْبِرُواۚ سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْۜ اِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿١٦
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَع۪يمٍۙ ﴿١٧
فَاكِه۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمْ رَبُّهُمْۚ وَوَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ ﴿١٨
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـًٔا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ ﴿١٩
مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلٰى سُرُرٍ مَصْفُوفَةٍۚ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍ ﴿٢٠
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ بِا۪يمَانٍ اَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَٓا اَلَتْنَاهُمْ مِنْ عَمَلِهِمْ مِنْ شَيْءٍۜ كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَه۪ينٌ ﴿٢١
وَاَمْدَدْنَاهُمْ بِفَاكِهَةٍ وَلَحْمٍ مِمَّا يَشْتَهُونَ ﴿٢٢
يَتَنَازَعُونَ ف۪يهَا كَأْسًا لَا لَغْوٌ ف۪يهَا وَلَا تَأْث۪يمٌ ﴿٢٣
وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ غِلْمَانٌ لَهُمْ كَاَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ۬ مَكْنُونٌ ﴿٢٤
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ ﴿٢٥
قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا قَبْلُ ف۪ٓي اَهْلِنَا مُشْفِق۪ينَ ﴿٢٦
فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَوَقٰينَا عَذَابَ السَّمُومِ ﴿٢٧
اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلُ نَدْعُوهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّح۪يمُ۟ ﴿٢٨
فَذَكِّرْ فَمَٓا اَنْتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍۜ ﴿٢٩
اَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِه۪ رَيْبَ الْمَنُونِ ﴿٣٠
قُلْ تَرَبَّصُوا فَاِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّص۪ينَۜ ﴿٣١
Tûr Sûresi
523
Cuz 27
اَفَسِحْرٌ هٰذَٓا اَمْ اَنْتُمْ لَا تُبْصِرُونَ ﴿١٥
15﴿ (Sonra onlara şöyle denilecek: Dünyâdayken size bu azâba düşeceğinizi haber veren âyetlere büyü diyordunuz, onların doğruluğunu gösteren) işte bu (manzara) da bir büyü müdür, yoksa siz (evvelce gerçekleri görmediğiniz gibi, burada da) görmüyor musunuz?!
اِصْلَوْهَا فَاصْبِرُٓوا اَوْ لَا تَصْبِرُواۚ سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْۜ اِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿١٦
16﴿ (Akabinde onlara şöyle denilecek: Şimdi) o (cehennem azâbı)na girin (bakalım). Artık (cehennemdeki azaplara) sabredin ya da sabretmeyin, (bir şey fark edecek değildir, her iki durum da) size göre eşittir. Çünkü siz ancak sürekli yapar olduğunuz şeylerle cezâlandırılacak (olduğunuza göre hiçbir haksızlığa uğratılmayacak)sınız.”
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَع۪يمٍۙ ﴿١٧
17﴿ Şüphesiz ki o (haramlardan hakkıyla sakınan) takvâ sâhipleri, çok değerli cennetler ve çok büyük nîmetler içerisinde (ikāmet edecek)dirler.
فَاكِه۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمْ رَبُّهُمْۚ وَوَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ ﴿١٨
18﴿ (Takvâ sâhipleri) Rablerinin kendilerine vermiş olduğu şeylerle lezzetlenici kimseler olarak (cennetlerde ikāmet edeceklerdir). Zâten (dünyâda her türlü belâdan kurtarmış olan) Rableri onları şiddetle tutuşturulmuş o (cehennem) ateşin(in) azâbından korumuştur.
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـًٔا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ ﴿١٩
19﴿ (Cennete girdiklerinde kendilerine denilecektir ki:)(Dünyâdayken) sürekli yapar olduğunuz (güzel) şeylere karşılık (şimdi burada mîde ağrısı, hazım sorunu ve dışarı çıkma sıkıntıları çekmeden hiç zahmetsiz ve) meşakkatsiz bir hâlde yiyin için (hazmı âsân olsun, âfiyet olsun).”
مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلٰى سُرُرٍ مَصْفُوفَةٍۚ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍ ﴿٢٠
20﴿ (Böylece onlar) düzgünce yerleştirilmiş çok değerli tahtlar üzerinde (kurulup oradaki yastıklara) yaslanan kişiler olarak (o cennetlere yerleşeceklerdir). Üstelik Biz onları (göz bebekleri çok siyah, etrâfı da çok beyaz olan) iri gözlü (beyaz tenli) hûrîlerle çiftleştirdik.
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ بِا۪يمَانٍ اَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَٓا اَلَتْنَاهُمْ مِنْ عَمَلِهِمْ مِنْ شَيْءٍۜ كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَه۪ينٌ ﴿٢١
21﴿ Bir de o kimseler ki; (inanılması gereken hususlara) îmân ettiler, zürriyetleri de (babaları ve dedeleri kadar iyi amel işleyememişlerse de) tam bir îmânla onlara hakkıyla tâbi oldu(lar); (işte) Biz zürriyetlerini onlara kat(ıp cennette aynı derecede yerleştirme karârı al)dık ama (bu iyiliğimiz nedeniyle) onlar(ın ataların)a da amellerin(in ecrin)den hiçbir şeyi eksik etmedik. (Zâten) her bir kişi (iyi veyâ kötü) kazanmış olduğu şey karşılığında bir rehindir (ve âhirette tutsak kalacaktır. Artık sâlih amel sâhibi olan kişi, bu rehinini ödeyerek canını cehennemden âzâd ettirecek, kötü amel sâhibi ise, bu tutsaklığını hiçbir şekilde kaldıramayacaktır).
وَاَمْدَدْنَاهُمْ بِفَاكِهَةٍ وَلَحْمٍ مِمَّا يَشْتَهُونَ ﴿٢٢
22﴿ Biz onlara canlarının çekmekte olduğu şeylerden türlü türlü meyveleri ve lezzetli etleri de (bunca nîmetlerine ilâveten) fazlaca verdik.
يَتَنَازَعُونَ ف۪يهَا كَأْسًا لَا لَغْوٌ ف۪يهَا وَلَا تَأْث۪يمٌ ﴿٢٣
23﴿ (Birbirlerine karşı sevgi ve kaynaşmanın bir netîcesi olarak) onlar orada şarap dolu öyle bir kadehi (aralarında) alıp verirler ki; (dünyâ şaraplarında olduğu gibi) on(un içimi esnâsın)da hiçbir boş söz yoktur, bir günaha sokma da yoktur.
وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ غِلْمَانٌ لَهُمْ كَاَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ۬ مَكْنُونٌ ﴿٢٤
24﴿ Kendilerine has olan birtakım genç (hizmetçi)ler de onların etrâfında (pervâne gibi dönüp) dolaşır ki, sanki onlar (sedefinde) saklanmış birer inci (gibi, ak-pâk, berrak ve tertemiz)dir. Tefsîr ehlinin beyânı vechile; cennet ehlinin etrâfında hizmet için dolanacakları bildirilen bu gençler dünyâ ehlinden olmayıp cennette sâdece hizmet için yaratılmış, gençlikleri ve güzellikleri hiç bozulmayacak özel birtakım kullardır ki cennet ehli onların sâdece güzel sûretine bakmakla nîmetleneceklerdir. Hûrîler ise hem cemâllerine bakılarak hem de cinsî birliktelik yoluyla istifâde için yaratılmışlardır. (‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 14/83)
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ ﴿٢٥
25﴿ Bir de (cennet ehli bir muhabbet ve sohbet esnâsında) aralarında (birbirinin hâlinden ve cennete hangi amelleri sebebiyle girdiklerinden) soruşurlarken, onların bâzısı diğer bir kısma yöneldi.
قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا قَبْلُ ف۪ٓي اَهْلِنَا مُشْفِق۪ينَ ﴿٢٦
26﴿ Dediler ki: “Şüphesiz biz bundan önce (dünyâda) âilemiz içinde (evimizde, ocağımızda bulunuyor) iken (Allâh’a isyandan kaçan, yumuşak kalpli, O’nun tâatına önem veren ve âkıbetimizin ne olacağından) korkan kimselerdik.
فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَوَقٰينَا عَذَابَ السَّمُومِ ﴿٢٧
27﴿ Bu sebeple Allâh bize lütfetti ve gözeneklerin içine kadar nüfûz eden o (cehennem) ateşin(in) azâbından bizi korudu.
اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلُ نَدْعُوهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّح۪يمُ۟ ﴿٢٨
28﴿ Çünkü gerçekten biz daha önce O (Allâh-u Azîmüşşâ)na sürekli ibâdet etmekteydik /(ve bizi bu ateşten koruması için) duâ etmekteydik/. Şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ); (sonsuz iyilik sâhibi olan) Berr de, (büyük rahmet sâhibi olan) Rahîm de ancak O’dur. (Bu yüzden ibâdetlerimize mükâfat vermiş ve duâlarımızı kabûl etmiştir.)
فَذَكِّرْ فَمَٓا اَنْتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍۜ ﴿٢٩
29﴿ (Habîbim!) Öyleyse sen (onların lüzumsuz konuşmalarına hiç önem vermeyip) öğüt ver(meye devâm et). Rabbinin (lütfettiği üstün akıl ve peygamberlik) nîmetleri sebebiyle sen aslâ ne (kendi kafasına göre gaybtan haber veren) bir kâhin, ne de bir deli değilsin.
اَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِه۪ رَيْبَ الْمَنُونِ ﴿٣٠
30﴿ Yoksa onlar (senin için): “(O) bir şâirdir ki; biz onun hakkında, (ömürleri tüketen) uzun zamânın huzursuz eden hâdiselerin(e çarpılıp ölmesini ve böylece bir an önce kendisinden kurtuluşa ermey)i bekliyoruz” mu diyorlar?!
قُلْ تَرَبَّصُوا فَاِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّص۪ينَۜ ﴿٣١
31﴿ (Habîbim!) De ki: “(Siz benim helâkimi) bekleyin (bakalım), artık şüphesiz ben (de) sizinle birlikte (helâkinizi görmeyi) bekleyenlerdenim.”