v02.01.25 Geliştirme Notları
Tûr Sûresi
524
Cuz 27
32﴿ Yoksa işte bun(ca çelişkili mevzuy)u onlara akılları mı emretmektedir (de, bundan dolayı Benim Rasûlüm hakkında kesin bir karar veremeyip, ona bâzen kâhin, bâzen şâir, bâzen de mecnûn gibi birbirine zıt vasıflar yakıştırmaktadırlar). (Nitekim kâhinlik ve şâirlik tam bir zekâ ve fetânet gerektirmekte, delilik ise bunlara tamâmen zıt düşmektedir. Böylece onlar Rasûlüme karşı yürüttükleri câhilâne düşmanlıktan dolayı, farkında olmadan kendi kendilerini yalanlamaktadırlar.) Doğrusu onlar bir kavimdir ki azgınlardır (ve haddi aşmaları yüzünden çelişkiye düştüklerini bile fark edemezler).
33﴿ Yoksa onlar: “Onu o (Muhammed) uydurdu?” mu diyorlar. Doğrusu onlar (Kur’ân’ın uydurulma bir şey olmadığını bilakis Allâh tarafından bir vahiy olduğunu biliyorlar ama inatlarından dolayı ona) îmân etmiyorlar.
34﴿ (Mâdemki onun bir insan sözü olduğunu söylüyorlar) öyleyse (hem lafız hem de mânâ yönünden) onun benzeri bir söz getirsinler. Eğer doğru söyleyen kimseler olduysalar (böyle bir şey yapmalıdırlar, zîrâ Benim Peygamberim ile onlar insanlıkta ve Arap olmakta müşterek olmalarına ilâveten, onlar konuşma dilini ve şiirleri, düz yazı ve nesir üslûblarını ayrıca önemli olaylara sahne olmuş günlerin târihçelerini daha iyi bilmektedirler).
35﴿ Yoksa onlar (yaratılışlarını ayarlayıp, onları yoktan vâr eden) bir şey olmaksızın (kendi başlarına) mı yaratıldılar ya da (onları) yaratanlar (yine) ancak kendileri midirler (ki, Allâh ve peygamber tanımıyorlar)?
36﴿ Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar?! Doğrusu onlar (her şeyi yaratanın kim olduğu sorusuna “Allâh” diye cevap veriyorlar, demek ki bu söylediklerine) yakînen (ve gerçek mânâda) inanmıyorlar (inansalardı O Allâh’ın gönderdiği dîni de kabûl ederlerdi).
37﴿ Yoksa senin Rabbinin (peygamberlik ve rızık) hazîneleri sâdece onların yanında mıdır (ki, istediklerine diledikleri kadar verebiliyorlar)?! Ya da ancak onlar mı ezici güce sâhip kimselerdir (de, âlemlerin yönetimini keyiflerine göre yürütüyorlar)?!
38﴿ Yoksa onlara âit (ucu göğe dayalı) bir merdiven mi vardır ki, onun üzerinde (Allâh’ın meleklere vahyettiği kelâmını) dinlemektedirler?! Haydi, onların dinleyicisi (kimse, o bu hususta) açık olan güçlü bir delil getirsin (de, Allâh’ın kelâmını duyduğunu herkese tasdîk ettirsin).
39﴿ Yoksa o kızlar (sandığınız melekler) özellikle O (Allâh-u Azîmüşşâ)na âittir de, oğullar sâdece size mi mahsustur?! (Böyle saçma bir görüşe sâhip olan kişinin, melekût âlemine yükselip İlâhî kelâmı duyması bir yana, akıllı bile sayılması olacak şey değildir.)
40﴿ (Habîbim!) Yoksa sen (elçilik vazîfeni tebliğe karşılık) onlardan (yüklü) bir ücret mi talep ediyorsun da, bu nedenle onlar büyük bir borçtan sebep (kendilerine) ağır yük taşıtılan (ve bunu ödeyemedikleri için sana îmân etmeyen) kimselerdir?!
41﴿ Yoksa gayb(a âit ilimlerin kendisinde yazılı bulunduğu Levh-i Mahfûz) sâdece onların yanındadır da, işte onlar (insanlara meşrû ettikleri uydurma düzenleri ondan) mı yazı(p bildiri)yorlar?!
42﴿ Yoksa onlar (sana ve dînine karşı Dârü’n-Nedve’de toplanıp) bir hîle yapmak mı arzuluyorlar?! Ama o kâfir olmuş kimseler (var ya), (tuzakları başlarına geçirilerek) hîleye uğratılmış kimselerin ta kendileri ancak onlardır.
43﴿ Yoksa onlar için Allâh’tan başka bir ilâh mı vardır (ki, onları O’nun azâbından koruyabilsin)?! Onların ortak koştukları (putlar gibi âciz) şeylerden Allâh’ı tesbîh ile (tenzîh eder, eş ve çocuk gibi şeylerden de uzak tutarım)!
44﴿ Yine o (kâfir ola)nlar (kendilerine azap etmek için) gökten düşen büyük bir parça görseler (inatlarından dolayı): “(İşte bu) üst üste yığılmış bir buluttur” derler.
45﴿ (Habîbim!) O hâlde sen onları (hiç önemsemeyip öylece gaflet içinde) bırak, tâ ki onlar sâdece kendisinde (İsrâfîl isimli meleğin nârası ile azâba) çarpılıp öldürülecekleri o günlerine kavuşsunlar.
46﴿ (Sen onları) o güne kadar (bırak) ki, hîle yapmaları onlardan (azap nâmına) hiçbir şeyi savuşturamayacak ve onlar (hiç kimse tarafından) yardım olunamayacaklardır.
47﴿ (Habîbim!) İşte sana! O (şirk koşarak) zâlim olmuş kimseler için, gerçekten bu (âhiret azâbı)ndan önce de (kıtlık, katliâm ve kabir azâbı gibi) birçok azap vardır. Velâkin onların çoğu (bu gerçeği) bilmezler.
48﴿ (Habîbim!) Böylece sen Rabbinin (onlara bir zaman daha mühlet vermesi husûsundaki) hükmüne sabret. Çünkü muhakkak sen Bizim (korumamız altındasın ve sürekli Bizim) gördüğümüz (ve gözettiğimiz) yerdesin! Bir de sen (oturduğun herhangi bir meclisten kalkacağın vakit, özellikle de namaza) kalkacağın zaman hamd (etmek) ile birlikte (övgülerde bulunarak ve ‘Sübhânellâhi ve bihamdihî’ zikri ile meşgul) olarak Rabbini (her türlü noksan sıfattan) tesbîh (ve tenzîh) et!
49﴿ Geceden bir kısımda da hemen (Rabbine hamdederek) O’nu tesbîh et, bir de (sabahın ilk ışıklarının belirmesiyle) yıldızların dönüp gitmesinde (ve kayboldukları sabah namazı vaktinde yine O’nu zikret).
سُورَةُ الطُّورِ
الجزء ٢٧
٥٢٤
اَمْ تَأْمُرُهُمْ اَحْلَامُهُمْ بِهٰذَٓا اَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَۚ ﴿٣٢
اَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُۚ بَلْ لَا يُؤْمِنُونَۚ ﴿٣٣
فَلْيَأْتُوا بِحَد۪يثٍ مِثْلِه۪ٓ اِنْ كَانُوا صَادِق۪ينَۜ ﴿٣٤
اَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَيْءٍ اَمْ هُمُ الْخَالِقُونَۜ ﴿٣٥
اَمْ خَلَقُوا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ بَلْ لَا يُوقِنُونَۜ ﴿٣٦
اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَبِّكَ اَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَۜ ﴿٣٧
اَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ ف۪يهِۚ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُمْ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۜ ﴿٣٨
اَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَۜ ﴿٣٩
اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۜ ﴿٤٠
اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَۜ ﴿٤١
اَمْ يُر۪يدُونَ كَيْدًاۜ فَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَك۪يدُونَۜ ﴿٤٢
اَمْ لَهُمْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿٤٣
وَاِنْ يَرَوْا كِسْفًا مِنَ السَّمَٓاءِ سَاقِطًا يَقُولُوا سَحَابٌ مَرْكُومٌ ﴿٤٤
فَذَرْهُمْ حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي ف۪يهِ يُصْعَقُونَۙ ﴿٤٥
يَوْمَ لَا يُغْن۪ي عَنْهُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـًٔا وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَۜ ﴿٤٦
وَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا عَذَابًا دُونَ ذٰلِكَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٤٧
وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَاِنَّكَ بِاَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ ح۪ينَ تَقُومُۙ ﴿٤٨
وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَاِدْبَارَ النُّجُومِ ﴿٤٩
Tûr Sûresi
524
Cuz 27
اَمْ تَأْمُرُهُمْ اَحْلَامُهُمْ بِهٰذَٓا اَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَۚ ﴿٣٢
32﴿ Yoksa işte bun(ca çelişkili mevzuy)u onlara akılları mı emretmektedir (de, bundan dolayı Benim Rasûlüm hakkında kesin bir karar veremeyip, ona bâzen kâhin, bâzen şâir, bâzen de mecnûn gibi birbirine zıt vasıflar yakıştırmaktadırlar). (Nitekim kâhinlik ve şâirlik tam bir zekâ ve fetânet gerektirmekte, delilik ise bunlara tamâmen zıt düşmektedir. Böylece onlar Rasûlüme karşı yürüttükleri câhilâne düşmanlıktan dolayı, farkında olmadan kendi kendilerini yalanlamaktadırlar.) Doğrusu onlar bir kavimdir ki azgınlardır (ve haddi aşmaları yüzünden çelişkiye düştüklerini bile fark edemezler).
اَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُۚ بَلْ لَا يُؤْمِنُونَۚ ﴿٣٣
33﴿ Yoksa onlar: “Onu o (Muhammed) uydurdu?” mu diyorlar. Doğrusu onlar (Kur’ân’ın uydurulma bir şey olmadığını bilakis Allâh tarafından bir vahiy olduğunu biliyorlar ama inatlarından dolayı ona) îmân etmiyorlar.
فَلْيَأْتُوا بِحَد۪يثٍ مِثْلِه۪ٓ اِنْ كَانُوا صَادِق۪ينَۜ ﴿٣٤
34﴿ (Mâdemki onun bir insan sözü olduğunu söylüyorlar) öyleyse (hem lafız hem de mânâ yönünden) onun benzeri bir söz getirsinler. Eğer doğru söyleyen kimseler olduysalar (böyle bir şey yapmalıdırlar, zîrâ Benim Peygamberim ile onlar insanlıkta ve Arap olmakta müşterek olmalarına ilâveten, onlar konuşma dilini ve şiirleri, düz yazı ve nesir üslûblarını ayrıca önemli olaylara sahne olmuş günlerin târihçelerini daha iyi bilmektedirler).
اَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَيْءٍ اَمْ هُمُ الْخَالِقُونَۜ ﴿٣٥
35﴿ Yoksa onlar (yaratılışlarını ayarlayıp, onları yoktan vâr eden) bir şey olmaksızın (kendi başlarına) mı yaratıldılar ya da (onları) yaratanlar (yine) ancak kendileri midirler (ki, Allâh ve peygamber tanımıyorlar)?
اَمْ خَلَقُوا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ بَلْ لَا يُوقِنُونَۜ ﴿٣٦
36﴿ Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar?! Doğrusu onlar (her şeyi yaratanın kim olduğu sorusuna “Allâh” diye cevap veriyorlar, demek ki bu söylediklerine) yakînen (ve gerçek mânâda) inanmıyorlar (inansalardı O Allâh’ın gönderdiği dîni de kabûl ederlerdi).
اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَبِّكَ اَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَۜ ﴿٣٧
37﴿ Yoksa senin Rabbinin (peygamberlik ve rızık) hazîneleri sâdece onların yanında mıdır (ki, istediklerine diledikleri kadar verebiliyorlar)?! Ya da ancak onlar mı ezici güce sâhip kimselerdir (de, âlemlerin yönetimini keyiflerine göre yürütüyorlar)?!
اَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ ف۪يهِۚ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُمْ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۜ ﴿٣٨
38﴿ Yoksa onlara âit (ucu göğe dayalı) bir merdiven mi vardır ki, onun üzerinde (Allâh’ın meleklere vahyettiği kelâmını) dinlemektedirler?! Haydi, onların dinleyicisi (kimse, o bu hususta) açık olan güçlü bir delil getirsin (de, Allâh’ın kelâmını duyduğunu herkese tasdîk ettirsin).
اَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَۜ ﴿٣٩
39﴿ Yoksa o kızlar (sandığınız melekler) özellikle O (Allâh-u Azîmüşşâ)na âittir de, oğullar sâdece size mi mahsustur?! (Böyle saçma bir görüşe sâhip olan kişinin, melekût âlemine yükselip İlâhî kelâmı duyması bir yana, akıllı bile sayılması olacak şey değildir.)
اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۜ ﴿٤٠
40﴿ (Habîbim!) Yoksa sen (elçilik vazîfeni tebliğe karşılık) onlardan (yüklü) bir ücret mi talep ediyorsun da, bu nedenle onlar büyük bir borçtan sebep (kendilerine) ağır yük taşıtılan (ve bunu ödeyemedikleri için sana îmân etmeyen) kimselerdir?!
اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَۜ ﴿٤١
41﴿ Yoksa gayb(a âit ilimlerin kendisinde yazılı bulunduğu Levh-i Mahfûz) sâdece onların yanındadır da, işte onlar (insanlara meşrû ettikleri uydurma düzenleri ondan) mı yazı(p bildiri)yorlar?!
اَمْ يُر۪يدُونَ كَيْدًاۜ فَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَك۪يدُونَۜ ﴿٤٢
42﴿ Yoksa onlar (sana ve dînine karşı Dârü’n-Nedve’de toplanıp) bir hîle yapmak mı arzuluyorlar?! Ama o kâfir olmuş kimseler (var ya), (tuzakları başlarına geçirilerek) hîleye uğratılmış kimselerin ta kendileri ancak onlardır.
اَمْ لَهُمْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿٤٣
43﴿ Yoksa onlar için Allâh’tan başka bir ilâh mı vardır (ki, onları O’nun azâbından koruyabilsin)?! Onların ortak koştukları (putlar gibi âciz) şeylerden Allâh’ı tesbîh ile (tenzîh eder, eş ve çocuk gibi şeylerden de uzak tutarım)!
وَاِنْ يَرَوْا كِسْفًا مِنَ السَّمَٓاءِ سَاقِطًا يَقُولُوا سَحَابٌ مَرْكُومٌ ﴿٤٤
44﴿ Yine o (kâfir ola)nlar (kendilerine azap etmek için) gökten düşen büyük bir parça görseler (inatlarından dolayı): “(İşte bu) üst üste yığılmış bir buluttur” derler.
فَذَرْهُمْ حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي ف۪يهِ يُصْعَقُونَۙ ﴿٤٥
45﴿ (Habîbim!) O hâlde sen onları (hiç önemsemeyip öylece gaflet içinde) bırak, tâ ki onlar sâdece kendisinde (İsrâfîl isimli meleğin nârası ile azâba) çarpılıp öldürülecekleri o günlerine kavuşsunlar.
يَوْمَ لَا يُغْن۪ي عَنْهُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـًٔا وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَۜ ﴿٤٦
46﴿ (Sen onları) o güne kadar (bırak) ki, hîle yapmaları onlardan (azap nâmına) hiçbir şeyi savuşturamayacak ve onlar (hiç kimse tarafından) yardım olunamayacaklardır.
وَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا عَذَابًا دُونَ ذٰلِكَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٤٧
47﴿ (Habîbim!) İşte sana! O (şirk koşarak) zâlim olmuş kimseler için, gerçekten bu (âhiret azâbı)ndan önce de (kıtlık, katliâm ve kabir azâbı gibi) birçok azap vardır. Velâkin onların çoğu (bu gerçeği) bilmezler.
وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَاِنَّكَ بِاَعْيُنِنَا وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ ح۪ينَ تَقُومُۙ ﴿٤٨
48﴿ (Habîbim!) Böylece sen Rabbinin (onlara bir zaman daha mühlet vermesi husûsundaki) hükmüne sabret. Çünkü muhakkak sen Bizim (korumamız altındasın ve sürekli Bizim) gördüğümüz (ve gözettiğimiz) yerdesin! Bir de sen (oturduğun herhangi bir meclisten kalkacağın vakit, özellikle de namaza) kalkacağın zaman hamd (etmek) ile birlikte (övgülerde bulunarak ve ‘Sübhânellâhi ve bihamdihî’ zikri ile meşgul) olarak Rabbini (her türlü noksan sıfattan) tesbîh (ve tenzîh) et!
وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَاِدْبَارَ النُّجُومِ ﴿٤٩
49﴿ Geceden bir kısımda da hemen (Rabbine hamdederek) O’nu tesbîh et, bir de (sabahın ilk ışıklarının belirmesiyle) yıldızların dönüp gitmesinde (ve kayboldukları sabah namazı vaktinde yine O’nu zikret).