v02.01.25 Geliştirme Notları
Âl-i İmrân Sûresi
53
Cuz 3
30﴿ Her nefis (dünyâda) hayırdan yapmış olduğunu da, kötülükten işlemiş bulunduğunu da hazırlanmış bir şey olarak (karşısında) bulacağı gün isteyecektir ki; keşke gerçekten kendisiyle o (günün ve o suçu)nun arasında pek uzak bir mesâfe bulunmuş olsaydı (da o güne hiç kavuşmasaydı ve günahlarının cezâsıyla aslâ karşılaşmasaydı). Allâh sizi Kendi Zâtın(a karşı gelip de azâbına uğramanız)-dan sakındırmaktadır. Allâh tüm kullara (karşı son derece esirgeyici olan bir) Raûf’dur. (Bu yüzden gazabına uğramamaları için onları uyarmaktadır.)
31﴿ (Habîbim! Ehl-i Kitap, müşrik veyâ Müslüman; Allâh’ı sevdiğini iddiâ eden herkese) de ki: “Eğer siz Allâh’ı seviyor olduysanız, bana hakkıyla uyun ki Allâh da sizi sevsin (sizden râzı olup sevap versin) ve sizin için günahlarınızı örtsün. Allâh (Kendisini sevenlerin günahlarını çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (Habîbine uyarak sevgisini kazananlara da çok acıyan bir) Rahîm’dir.”
32﴿ (Rasûlüm!) De ki: “(Allâh’a olan sevginizi ispat etmek için) Allâh’a da itâat edin, o Rasûl’e de. Eğer (itâati kabulden) yüz çevirirseniz (o zaman inkâra düşmüş olursunuz), şüphesiz ki Allâh o kâfirleri sevmez (kendilerinden râzı olmaz ve günahlarını bağışlamaz).”
33﴿ Gerçekten Allâh (beşerin babası) Âdem’i, (peygamberlerin pîri) Nûh’u, İbrâhîm’in âlini ve İmrân’ın âilesini (peygamber ocağı olma şerefine ve hem rûhânî hem de cismânî birtakım özelliklere mazhar kılarak) o (dönemlerindeki) âlemler üzerine seçmiştir. Âyet-i celîledeki: “İbrâhîm âli”nden maksad; İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın oğulları olan İsmâ‘îl ve İshâk (Aleyhimesselâm) ile İsmâ‘îl (Aleyhisselâm)ın zürriyetinden olan Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), bir de İshâk (Aleyhisselâm)ın nesli Ya‘kûb (Aleyhisselâm) ile onun torunlarından gelen binlerce Benî İsrâîl peygamberleridir. “İmrân’ın âli” hakkında iki görüş vardır: Bâzılarına göre; Yashur oğlu İmrân’ın oğulları olan Mûsâ ve Hârûn (Aleyhimüsselâm) kastedilmiş, kimine göreyse; Mâsân oğlu İmrân’ın kızı Meryem ve oğlu Îsâ (Aleyhimüsselâm) murâd edilmiştir.
34﴿ (İki âilenin) bir kısmı diğer bir kısmın parçası olan pek şerefli bir zürriyet olarak (Allâh-u Te‘âlâ’nın bu seçimine mazhar kılınmışlardır). Allâh (insanların sözlerini çok iyi duyan bir) Semî‘dir, (peygamberlik gibi önemli bir mevkiye kimin daha elverişli olduğunu çok iyi bilen bir) Alîm’dir.
35﴿ Hani (Meryem’in annesi olan, Mâsân oğlu) İmrân’ın hanımı (Hanne bintü Fâkûzâ): “Ey Rabbim! Gerçekten ben karnımda bulunanı (bütün görevlerden) âzâd (edip Beyt-i Makdis hizmetine vakf)edilmiş biri olarak Senin için adadım. Öyleyse (bu adağımı) benden kabûl eyle. Şüphesiz ki Sen; (yalvarış ve yakarışları çok iyi duyan) Semî‘ de, (niyet ve azimleri en iyi bilen) Alîm de ancak Sensin” demişti.
36﴿ Fakat o (karnındaki çocuğu)nu (kız olarak) doğurunca, –Allâh onun doğurmuş olduğu şeyi (ve ona ne ümitler bağladığını) çok iyi bilmekteyken–yine de o (kız çocuğunun Beyt-i Makdis’in hizmetine elverişli olamayacağı düşüncesiyle): “Ey Rabbim! Muhakkak ben onu bir dişi olarak doğurdum. Oysa erkek dişi gibi değildir. (Zîrâ dişinin sürekli câmide bulunmasına özrü mâni olabilir, erkeklerle bir yerde bulunması da câiz değildir, kadının güç zâfiyetiyse başlı başına bir engeldir. Erkekse böyle değildir, onun için ben Senden erkek istemiştim. Ama verdiğine râzıyım, işte şimdi) gerçekten ben ona Meryem ismini verdim. Şüphesiz ki böylece ben onu da, zürriyetini de o taşlan(arak Allâh’ın rahmetinden uzaklaştırıl)mış şeytan(ın tasallutun)dan Sana sığındırıyorum (ve böylece onları korumana ısmarlıyorum)” demişti.
37﴿ Bunun üzerine Rabbi (adadığı erkek yerine) o (kız çocuğu)nu pek güzel bir (rızâ ve) kabûl ile kabûl buyurdu ve onu çok güzel bir terbiye ile büyüttü. Zekeriyyâ’yı da on(un korunmasına ve bakımın)a kefil (ve görevli) kıldı. Zekeriyyâ her ne zaman onun yanına; (Meryem’in bulunduğu yüksek ve kilitli odadaki) o mihrâba girdiyse, (mutlaka) onun yanında (mevsimsiz yiyeceklerden derlenmiş) bir rızık bulur ve: “Ey Meryem! (Kapılar kilitliyken ve mevsim müsâit değilken) işte bu sana nereden (geliyor)?” der. O da: “Bu, Allâh nezdinden (gelmekte)dir. (Sakın sen bunu uzak görme.) Zîrâ şüphesiz ki Allâh dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır” derdi.
سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ
الجزء ٣
٥٣
يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَرًاۚۛ وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُٓوءٍۚۛ تَوَدُّ لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُٓ اَمَدًا بَع۪يدًاۜ وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاللّٰهُ رَؤُ۫فٌ بِالْعِبَادِ۟ ﴿٣٠
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٣١
قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ ﴿٣٢
اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰٓى اٰدَمَ وَنُوحًا وَاٰلَ اِبْرٰه۪يمَ وَاٰلَ عِمْرٰنَ عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ ﴿٣٣
ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِنْ بَعْضٍۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۚ ﴿٣٤
اِذْ قَالَتِ امْرَاَتُ عِمْرٰنَ رَبِّ اِنّ۪ي نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنّ۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ﴿٣٥
فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي وَضَعْتُهَٓا اُنْثٰىۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْۜ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْاُنْثٰىۚ وَاِنّ۪ي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَاِنّ۪ٓي اُع۪يذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ ﴿٣٦
فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًاۙ وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّاۜ كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقًاۚ قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٣٧
Âl-i İmrân Sûresi
53
Cuz 3
يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَرًاۚۛ وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُٓوءٍۚۛ تَوَدُّ لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُٓ اَمَدًا بَع۪يدًاۜ وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاللّٰهُ رَؤُ۫فٌ بِالْعِبَادِ۟ ﴿٣٠
30﴿ Her nefis (dünyâda) hayırdan yapmış olduğunu da, kötülükten işlemiş bulunduğunu da hazırlanmış bir şey olarak (karşısında) bulacağı gün isteyecektir ki; keşke gerçekten kendisiyle o (günün ve o suçu)nun arasında pek uzak bir mesâfe bulunmuş olsaydı (da o güne hiç kavuşmasaydı ve günahlarının cezâsıyla aslâ karşılaşmasaydı). Allâh sizi Kendi Zâtın(a karşı gelip de azâbına uğramanız)-dan sakındırmaktadır. Allâh tüm kullara (karşı son derece esirgeyici olan bir) Raûf’dur. (Bu yüzden gazabına uğramamaları için onları uyarmaktadır.)
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٣١
31﴿ (Habîbim! Ehl-i Kitap, müşrik veyâ Müslüman; Allâh’ı sevdiğini iddiâ eden herkese) de ki: “Eğer siz Allâh’ı seviyor olduysanız, bana hakkıyla uyun ki Allâh da sizi sevsin (sizden râzı olup sevap versin) ve sizin için günahlarınızı örtsün. Allâh (Kendisini sevenlerin günahlarını çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (Habîbine uyarak sevgisini kazananlara da çok acıyan bir) Rahîm’dir.”
قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ ﴿٣٢
32﴿ (Rasûlüm!) De ki: “(Allâh’a olan sevginizi ispat etmek için) Allâh’a da itâat edin, o Rasûl’e de. Eğer (itâati kabulden) yüz çevirirseniz (o zaman inkâra düşmüş olursunuz), şüphesiz ki Allâh o kâfirleri sevmez (kendilerinden râzı olmaz ve günahlarını bağışlamaz).”
اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰٓى اٰدَمَ وَنُوحًا وَاٰلَ اِبْرٰه۪يمَ وَاٰلَ عِمْرٰنَ عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ ﴿٣٣
33﴿ Gerçekten Allâh (beşerin babası) Âdem’i, (peygamberlerin pîri) Nûh’u, İbrâhîm’in âlini ve İmrân’ın âilesini (peygamber ocağı olma şerefine ve hem rûhânî hem de cismânî birtakım özelliklere mazhar kılarak) o (dönemlerindeki) âlemler üzerine seçmiştir. Âyet-i celîledeki: “İbrâhîm âli”nden maksad; İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın oğulları olan İsmâ‘îl ve İshâk (Aleyhimesselâm) ile İsmâ‘îl (Aleyhisselâm)ın zürriyetinden olan Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), bir de İshâk (Aleyhisselâm)ın nesli Ya‘kûb (Aleyhisselâm) ile onun torunlarından gelen binlerce Benî İsrâîl peygamberleridir. “İmrân’ın âli” hakkında iki görüş vardır: Bâzılarına göre; Yashur oğlu İmrân’ın oğulları olan Mûsâ ve Hârûn (Aleyhimüsselâm) kastedilmiş, kimine göreyse; Mâsân oğlu İmrân’ın kızı Meryem ve oğlu Îsâ (Aleyhimüsselâm) murâd edilmiştir.
ذُرِّيَّةً بَعْضُهَا مِنْ بَعْضٍۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۚ ﴿٣٤
34﴿ (İki âilenin) bir kısmı diğer bir kısmın parçası olan pek şerefli bir zürriyet olarak (Allâh-u Te‘âlâ’nın bu seçimine mazhar kılınmışlardır). Allâh (insanların sözlerini çok iyi duyan bir) Semî‘dir, (peygamberlik gibi önemli bir mevkiye kimin daha elverişli olduğunu çok iyi bilen bir) Alîm’dir.
اِذْ قَالَتِ امْرَاَتُ عِمْرٰنَ رَبِّ اِنّ۪ي نَذَرْتُ لَكَ مَا ف۪ي بَطْن۪ي مُحَرَّرًا فَتَقَبَّلْ مِنّ۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ﴿٣٥
35﴿ Hani (Meryem’in annesi olan, Mâsân oğlu) İmrân’ın hanımı (Hanne bintü Fâkûzâ): “Ey Rabbim! Gerçekten ben karnımda bulunanı (bütün görevlerden) âzâd (edip Beyt-i Makdis hizmetine vakf)edilmiş biri olarak Senin için adadım. Öyleyse (bu adağımı) benden kabûl eyle. Şüphesiz ki Sen; (yalvarış ve yakarışları çok iyi duyan) Semî‘ de, (niyet ve azimleri en iyi bilen) Alîm de ancak Sensin” demişti.
فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي وَضَعْتُهَٓا اُنْثٰىۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْۜ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْاُنْثٰىۚ وَاِنّ۪ي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَاِنّ۪ٓي اُع۪يذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ ﴿٣٦
36﴿ Fakat o (karnındaki çocuğu)nu (kız olarak) doğurunca, –Allâh onun doğurmuş olduğu şeyi (ve ona ne ümitler bağladığını) çok iyi bilmekteyken–yine de o (kız çocuğunun Beyt-i Makdis’in hizmetine elverişli olamayacağı düşüncesiyle): “Ey Rabbim! Muhakkak ben onu bir dişi olarak doğurdum. Oysa erkek dişi gibi değildir. (Zîrâ dişinin sürekli câmide bulunmasına özrü mâni olabilir, erkeklerle bir yerde bulunması da câiz değildir, kadının güç zâfiyetiyse başlı başına bir engeldir. Erkekse böyle değildir, onun için ben Senden erkek istemiştim. Ama verdiğine râzıyım, işte şimdi) gerçekten ben ona Meryem ismini verdim. Şüphesiz ki böylece ben onu da, zürriyetini de o taşlan(arak Allâh’ın rahmetinden uzaklaştırıl)mış şeytan(ın tasallutun)dan Sana sığındırıyorum (ve böylece onları korumana ısmarlıyorum)” demişti.
فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًاۙ وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّاۜ كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقًاۚ قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٣٧
37﴿ Bunun üzerine Rabbi (adadığı erkek yerine) o (kız çocuğu)nu pek güzel bir (rızâ ve) kabûl ile kabûl buyurdu ve onu çok güzel bir terbiye ile büyüttü. Zekeriyyâ’yı da on(un korunmasına ve bakımın)a kefil (ve görevli) kıldı. Zekeriyyâ her ne zaman onun yanına; (Meryem’in bulunduğu yüksek ve kilitli odadaki) o mihrâba girdiyse, (mutlaka) onun yanında (mevsimsiz yiyeceklerden derlenmiş) bir rızık bulur ve: “Ey Meryem! (Kapılar kilitliyken ve mevsim müsâit değilken) işte bu sana nereden (geliyor)?” der. O da: “Bu, Allâh nezdinden (gelmekte)dir. (Sakın sen bunu uzak görme.) Zîrâ şüphesiz ki Allâh dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır” derdi.