وَمَٓا اَمْرُنَٓا اِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ ﴿٥٠﴾
﴾50﴿
Bizim (yaratmayı dilediğimiz bir şey hakkındaki buyruğumuz ve) emrimiz ancak tek bir şeydir (ikilenmez), (sizin) gözle (yaptığınız) hızlı bir bakış(ınızın alacağı en kısa bir zaman dilimi) gibi (süratle gerçekleşici)dir. /Bizim (yaratma) işimiz ancak tek bir şeydir, (sizin) gözle (yaptığınız) hızlı bir bakış(ınızın alacağı en kısa bir zaman dilimi) gibi (süratle meydana gelici)dir (farklılık arz etmez, zorlanma ve zahmet içermez)./
وَلَقَدْ اَهْلَكْنَٓا اَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ ﴿٥١﴾
﴾51﴿
Andolsun ki; elbette Biz (kâfirlikte) sizin benzerleriniz (olan geçmiş ümmetler)i muhakkak helâk ettik. Ama hiç iyice öğüt alan biri mi (vardır)?!
وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ ﴿٥٢﴾
﴾52﴿
Zâten (kâfirlik ve isyanlar nâmına) kendisini yapmış oldukları her şey o (yazıcı meleklerin) sayfalar(ın)da (kayıt altına alınmış)dır.
وَكُلُّ صَغ۪يرٍ وَكَب۪يرٍ مُسْتَطَرٌ ﴿٥٣﴾
﴾53﴿
Yine (amellerden) küçük ve büyük olan her şey (tüm tafsîlâtıyla birlikte Levh-i Mahfûz’da ve amel defterlerinde) yazılmıştır!
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍۙ ﴿٥٤﴾
﴾54﴿
(Kâfirlikten ve günahlardan hakkıyla sakınan) o takvâ sâhibi kimseler gerçekten de çok değerli cennetlerdedir ve çok kıymetli ırmaklar(ın kenarların)dadır /çok büyük genişlik ve aydınlık içerisindedir/.
ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِرٍ ﴿٥٥﴾
﴾55﴿
(O takvâ sahipleri dünyâ meclisleri gibi zevk-ü sefâları geçici ve boş şeylerin konuşulduğu mekânlara hiç benzemeyen, bilakis her şeyi hakkın ve) doğruluğun ta kendisi olan bir mekândadır; çok büyük bir (mülke ve eşsiz bir kudrete sâhip olan O) Melîk-i Muktedir’in nezdinde (sonsuz nîmetler içerisinde)dir(ler).
ELLİBEŞİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Rahmân
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 78 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
اَلرَّحْمٰنُۙ ﴿١﴾
﴾1﴿
(Dünyâda mümin-kâfir ayırmaksızın her yaratığa son derece acıyan ve o rahmetine göre nîmetler veren) O Rahmân!
عَلَّمَ الْقُرْاٰنَۜ ﴿٢﴾
﴾2﴿
O (Rahmân Te‘âlâ dînî ve dünyevî bütün saâdetlerin kaynağı olan) Kur’ân’ı (insana) öğretmiş (ve böylece ona en büyük nîmetini bahşetmiş)tir.
خَلَقَ الْاِنْسَانَۙ ﴿٣﴾
﴾3﴿
O (Rahmân Te‘âlâ) insanı (kendisinde hiçbir hayır barındırmayan yokluktan kurtarıp) yaratmış (ve böylece bütün hayırların kaynağı olan varlık sahasına çıkarmış)tır.
عَلَّمَهُ الْبَيَانَ ﴿٤﴾
﴾4﴿
O (Rahmân Te‘âlâ) beyânı (ve içinden geçenleri düzgün bir şekilde ifâde etmeyi) o (hiçbir şey bilmeyen insa)na öğretmiştir.
اَلشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍۖ ﴿٥﴾
﴾5﴿
Güneş de, ay da (hiç şaşmayan) mükemmel bir hesap ile (burçlarında ve yörüngelerinde akıp gitmekte, böylece mevsimlerin değişikliği ve yılların hesaplanması gibi birçok iş düzene girmekte)dir.
وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ ﴿٦﴾
﴾6﴿
Bitkiler ve ağaçlar, ikisi de secde etmektedir! İnsan dışındaki mahlûkātın secdeleri müfessirler tarafından iki şekilde açıklanmıştır: a) Şuursuz varlıkların, Yaratıcının koyduğu tabîat kurallarına boyun eğerek, vazîfelerinde hiçbir aksama göstermemeleri, “Tam bir boyun eğme” anlamına gelen “Secde” tâbiri ile ifâde edilmiştir.
b) Her bir yaratılanda hakkānî ve mânevî bir hayat mevcut olup, bizler tarafından anlaşılamayan bir şekilde her şeyin kendilerine göre secde ve tesbîhleri vardır. Nitekim ağaçların yaptığı secdenin, gölgeleriyle olduğu rivâyet edilmiştir. İsrâ Sûresi’nin 44. âyet-i kerîmesi de bu görüşü tercîhe şâyân kılmaktadır. (el-Kirmânî, 9/112; ed-Dürru’l-mensûr, 14/105; Rûhu’l-beyân, 7/251)
وَالسَّمَٓاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْم۪يزَانَۙ ﴿٧﴾
﴾7﴿
Göğü de; onu yüksek olarak O (Rahmân Te‘âlâ) yaratmıştır. Ayrıca (kulların alışverişlerinde kullanacakları) tartı âletini de (yeryüzüne) O yerleştirmiştir. /(Her işte doğruluğu ve hak sâhibine hakkını vermeyi emrederek) adâleti de O meşrû etmiştir./
اَلَّا تَطْغَوْا فِي الْم۪يزَانِ ﴿٨﴾
﴾8﴿
Siz adâlet husûsunda haddi aşmayasınız diye /(ve eksik-fazla alıp vererek) tartıda haksızlık yapmayasınız diye/ (Allâh-u Te‘âlâ yeryüzünde adâleti ve tartı kullanmayı emretmiştir).
وَاَق۪يمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْم۪يزَانَ ﴿٩﴾
﴾9﴿
Ayrıca siz (alışveriş yapacağınızda) tartma işini adâletle dosdoğru yapın ve (terâzinin iki kefesini denk tutun da aslâ) tartıyı eksiltmeyin.
وَالْاَرْضَ وَضَعَهَا لِلْاَنَامِۙ ﴿١٠﴾
﴾10﴿
Yeri de; canlılar(ın rahatça üzerinde yaşayabilmeleri) için O (Rahmân Te‘âlâ) onu (göğe nispetle) düşük yaratmıştır.
ف۪يهَا فَاكِهَةٌۖ وَالنَّخْلُ ذَاتُ الْاَكْمَامِ ﴿١١﴾
﴾11﴿
O (yeryüzünün toprakları)nda türlü türlü meyveler ve tomurcuklara sâhip hurma ağaçları vardır.
وَالْحَبُّ ذُو الْعَصْفِ وَالرَّيْحَانُۚ ﴿١٢﴾
﴾12﴿
Bir de (toprakta buğday arpa gibi) yapraklı (ve samanlı) dâneler ve hoş kokulu bitkiler (vardır).
فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ ﴿١٣﴾
﴾13﴿
(Ey insanlar ve cinler!) Artık her ikiniz (de), Rabbinizin hangi nîmetlerini(n size O’nun tarafından bahşedildiğini) yalanlıyorsunuz?! Bu sûre-i celîlede: “Öyleyse her ikiniz de, Rabbinizin hangi nîmetlerini yalan sayabilirsiniz?!” âyet-i kerîmesinin otuz bir kere tekrarlanmasının birçok hikmeti varsa da, birkaçını sayalım: Bu tekrar vesîlesiyle dînî ve dünyevî her bir nîmetin ardından, o nîmeti bahşeden Allâh-u Te‘âlâ hatırlatılmış ve bu nîmetlerin şükrünün ihlâl edilmesi kınanmıştır. Nîmetlerin farklılığı da bu tekrâra ayrı bir güzellik katmıştır. Nitekim bir adam diğerine yapmış olduğu iyilikleri sayarken: “Ben sana mal verdiğim zaman iyilik etmemiş miydim, ben sana şöyle şöyle yaptığımda ihsanda bulunmamış mıydım?!” gibi sözleri tekrarlar ki; ikrâr ettirmek istediği konular farklı olduğu için bu tekrar çok güzel ve yerinde olur. Yedi yerde azap âyetlerinden sonra bu cümle-i celîlenin zikredilmesi ise, hiç haberi olmadan felâketlere sürüklenmesin diye kişinin önündeki tehlikelerden uyarılmasında bulunan büyük iyiliğe işâret etmektedir.
خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِۙ ﴿١٤﴾
﴾14﴿
O (Rahmân Te‘âlâ), insanı (hayat eseri barındırmayan katı bir topraktan ve) pişirilmiş saksı gibi ses çıkaran kuru bir çamurdan yaratmıştır.
وَخَلَقَ الْجَٓانَّ مِنْ مَارِجٍ مِنْ نَارٍۚ ﴿١٥﴾
﴾15﴿
(Cinlerin babası olan) Cânn’ı da ateşten alınan hiç dumansız hâlis bir alevden O (Allâh-u Te‘âlâ) yaratmıştır.
فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ ﴿١٦﴾
﴾16﴿
(Ey insanlar ve cinler!) Artık her ikiniz (de), Rabbinizin hangi nîmetlerini(n size O’nun tarafından bahşedildiğini) yalanlıyorsunuz?!