ف۪يهِمَا فَاكِهَةٌ وَنَخْلٌ وَرُمَّانٌۚ ﴿٦٨﴾
﴾68﴿
O ikisinde türlü türlü meyveler ve (dünyâdakilere hiç benzemeyen) eşsiz hurma ağaçları ayrıca çok lezzetli narlar vardır.
فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِۚ ﴿٦٩﴾
﴾69﴿
(Ey insanlar ve cinler!) Artık her ikiniz (de), Rabbinizin hangi nîmetlerini(n size O’nun tarafından verildiğini) yalanlıyorsunuz?!
ف۪يهِنَّ خَيْرَاتٌ حِسَانٌۚ ﴿٧٠﴾
﴾70﴿
(Zikredilen bu dört cennet var ya) onlarda öyle kadınlar vardır ki; (huy bakımından çok) hayırlıdırlar, (yüz bakmından ise) ziyâde güzeldirler.
فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِۚ ﴿٧١﴾
﴾71﴿
(Ey insanlar ve cinler!) Artık her ikiniz (de), Rabbinizin hangi nîmetlerini(n size O’nun tarafından verildiğini) yalanlıyorsunuz?!
حُورٌ مَقْصُورَاتٌ فِي الْخِيَامِۚ ﴿٧٢﴾
﴾72﴿
(O hayırlı kadınlar) öyle değerli hûrilerdir ki; (onlar içi boş inciden yapılmış gerdek) çadırlar(ın)da perdelenmiş (olup şereflerinden dolayı kocalarından başkalarına gösterilmeyen kıymetli eş)lerdir.
فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِۚ ﴿٧٣﴾
﴾73﴿
(Ey insanlar ve cinler!) Artık her ikiniz (de), Rabbinizin hangi nîmetlerini(n size O’nun tarafından verildiğini) yalanlıyorsunuz?!
لَمْ يَطْمِثْهُنَّ اِنْسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَٓانٌّۚ ﴿٧٤﴾
﴾74﴿
Kendi (eş)lerinden önce hiçbir insan onlarla cimâ ederek bekâret(lerini) bozmamıştır, hiçbir cin de (onlara dokunur) olmamıştır.
فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِۚ ﴿٧٥﴾
﴾75﴿
(Ey insanlar ve cinler!) Artık her ikiniz (de), Rabbinizin hangi nîmetlerini(n size O’nun tarafından verildiğini) yalanlıyorsunuz?!
مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلٰى رَفْرَفٍ خُضْرٍ وَعَبْقَرِيٍّ حِسَانٍۚ ﴿٧٦﴾
﴾76﴿
Yeşil yastıklar ve (güzel işlemeli) ilginç nâdir döşekler üzerine yaslanan kimseler olarak (o cennetlerde nîmetleneceklerdir)!
فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ ﴿٧٧﴾
﴾77﴿
(Ey insanlar ve cinler!) Artık her ikiniz (de), Rabbinizin hangi nîmetlerini(n size O’nun tarafından verildiğini) yalanlıyorsunuz?!
تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ ﴿٧٨﴾
﴾78﴿
(Habîbim!) Senin (hiçbir şeye muhtaç olmayıp, herkese tam anlamıyla iyilik yapan) celâl ve ikrâm sâhibi Rabbinin ismi (kendisini zikredenler için) dâimâ çok (hayırlı ve) bereketli olmuştur. (Nitekim bu sûrede sayılan bunca nîmetlere ancak O’nun ismi zikredilerek yapılan duâlar sâyesinde ulaşılabilir. Yüce Zâtına delâlet eden ism-i şerîfi böyle bereketli olduğuna göre, ya O yüce ve mukaddes olan Zâtının hayırlarının ve bereketlerinin büyüklüğü nasıl idrâk edilebilir?!)
ELLİALTINCI SÛRE-İ CELİLE
el-Vâkıa
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. Ancak bazı müfessirlerin beyanına göre; 39, 40, 75-82. âyet-i kerîmeler Medîne’de nâzil olmuştur. 96 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
اِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُۙ ﴿١﴾
﴾1﴿
O (mutlaka meydana gelecek kıyâmet) Vâkı‘a(sı gerçekleşerek) vukû bulduğu zaman!
لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌۢ ﴿٢﴾
﴾2﴿
Onun vukûu zamânında (herkes hakîkati göreceği için Allâh’a karşı) yalan (uydurarak kıyâmetin vukûunu inkâr)cı (olabilecek) hiçbir nefis (mevcut) olmadı.
خَافِضَةٌ رَافِعَةٌۙ ﴿٣﴾
﴾3﴿
(Kıyâmet, dünyâda yükseklik taslayan birtakım insanları) çok alçaltıcıdır, (haksız yere alçak tutulan bir kısmı ise) ziyâde yükselticidir.
اِذَا رُجَّتِ الْاَرْضُ رَجًّاۙ ﴿٤﴾
﴾4﴿
O yer(yüzü) şiddetli bir zelzele ile tamâmen sarsıl(arak üstünde bulunan dağ taş her şey yıkıl)dığı zaman (vukû bulacak kıyâmet kimini alçaltıp, kimini yükseltecek).
وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسًّاۙ ﴿٥﴾
﴾5﴿
Dağlar da iyice ufalanmak (sûreti) ile parça parça edildiği zaman!
فَكَانَتْ هَبَٓاءً مُنْبَثًّاۙ ﴿٦﴾
﴾6﴿
(Yeryüzü paramparça edilince üstünde dağlar dâhil hiçbir şey kalmaz da) bu sebeple onlar darmadağın bir toz olmuştur.
وَكُنْتُمْ اَزْوَاجًا ثَلٰثَةًۜ ﴿٧﴾
﴾7﴿
(Ey insanlar!) Siz de üç sınıf olduğunuz zaman (vukû bulacak kıyâmet kimini alçaltıp, kimini yükseltecek)!
فَاَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَٓا اَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِۜ ﴿٨﴾
﴾8﴿
İşte o (zaman amel defterlerini sağ ellerinden alacak olan) sağın ashâbı (var ya); ne acâyip (güzel) bir şeydir o meymene ashâbı(nın sonsuz saâdeti, biliyor musunuz)?!
وَاَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِ مَٓا اَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِۜ ﴿٩﴾
﴾9﴿
(Amel defterlerini sol elinden alacak olan) o solun ashâbı ise; ne acâyip (kötü) bir şeydir o meş’eme ashâbı(nın sonsuz felâketi, biliyor musunuz)?! (İşte bu iki fırkanın âhiretteki durumları size bu sûrede okunacaktır.)
وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَۙ ﴿١٠﴾
﴾10﴿
Bir de o (hicret, cihâd, namaz, mescide gidiş ve tevbe gibi hayırlı amellerde) öne geçen kimseler (var ya); ancak (onlar Allâh’ın rahmetine ve cennetine doğru giderken) öne geçici kişilerdir.
اُو۬لٰٓئِكَ الْمُقَرَّبُونَۚ ﴿١١﴾
﴾11﴿
(Habîbim!) İşte sana! Ancak onlar o (İlâhî rızâya çok yakınlaştırılan ve Arş’ın gölgesinde ikrâma mazhar kılınan) mukarreblerdir.
ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ ﴿١٢﴾
﴾12﴿
(Mukarreb kullar) o (nîmetlerle dolu) Na‘îm cennetlerinde (yerleşecek)dir(ler).
ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ ﴿١٣﴾
﴾13﴿
(Peygamberler ve onları görerek îmân eden sahâbîleri eski ümmetlerde fazla olduğu için mukarreb kullar) evvelki (ümmet)ler (içerisin)den büyük bir topluluktur.
وَقَل۪يلٌ مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ ﴿١٤﴾
﴾14﴿
(Âhir zaman nebîsinin ümmeti olan) sonrakilerden ise ziyâde azdır.
عَلٰى سُرُرٍ مَوْضُونَةٍۙ ﴿١٥﴾
﴾15﴿
(Onlar altın ve gümüş, inci ve yâkut gibi mücevherlerle) işlenmiş çok değerli tahtlar üzerinde (yerleşecekler)dir.
مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِل۪ينَ ﴿١٦﴾
﴾16﴿
Karşılıklı (vaziyette yerleştirilmiş tahtlara kurulmuş) olan kimseler hâlinde onların üzerinde(ki mücevherlerle bezenmiş yastıklara) yaslanan kişiler olarak (cennette nîmetleneceklerdir).