ATMIŞINCI SÛRE-İ CELİLE
el-Mümtehine
SÛRE-İ CELîLESİ
Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 13 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوّ۪ي وَعَدُوَّكُمْ اَوْلِيَٓاءَ تُلْقُونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَٓاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّۚ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَاِيَّاكُمْ اَنْ تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ رَبِّكُمْۜ اِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا ف۪ي سَب۪يل۪ي وَابْتِغَٓاءَ مَرْضَات۪ي تُسِرُّونَ اِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِۗ وَاَنَا۬ اَعْلَمُ بِمَٓا اَخْفَيْتُمْ وَمَٓا اَعْلَنْتُمْۜ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ ﴿١﴾
﴾1﴿
Ey o îmân etmiş olan kimseler! Hem Benim düşmanlarımı hem de sizin düşmanlarınızı birtakım dostlar edinmeyin! Rabbiniz olan Allâh’a îmân ettiniz diye onlar o Rasûlü ve sizi (yurdunuz olan Mekke’den) çıkartmaktayken ve size gelmiş olan o hakkı (ve hakîkati) gerçekten inkâr etmişlerken (nasıl oluyor da hâlâ) siz onlara dostluk ulaştırıyorsunuz (böyle bir şey size hiç yakışmıyor). Eğer siz Benim yolumda cihâd için ve rızâmı ara(yıp bul)mak için (muhâcir olarak vatanlarınızdan) çıkmış olduysanız (düşmanlarımı dost edinmeyi bırakın). Ben sizin gizlemiş olduğunuz şeyleri de, açıklamış bulunduğunuz şeyleri de en iyi bilici iken, (siz nasıl Benden korkmadan) onlara gizlice dostluk bildiriyorsunuz (oysa gizli ve açık her şey Benim ilmimde eşittir, netîcede Ben Rasûlümü sizin gizli işlerinizden haberdâr edeceğime göre bunda sizin ne gibi bir faydanız bulunabilir?)! Ama içinizden her kim bunu yaparsa muhakkak ki o kişi, yolun (doğrusundan ve) ortasından sapmıştır. Alî ibnü Ebî Talib (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatıyor: Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Zübeyr ve Mikdâd (Radıyallâhu Anhümâ) ile birlikte bana: “Doğruca gidin! Medîne’ye yakın bir yerde olan Hâh bostanına varın, orada üzerinde mektup bulunan bir kadın bulacaksınız, o mektubu ondan alın” buyurdu. Biz de yola düştük, o bostana vardığımızda birden o kadınla karşılaştık ve ona: “Çabuk mektubu çıkar” dedik. O, yanında mektup olmadığını söyleyince: “Ya mektubu çıkarırsın ya da elbiselerini çıkarırsın” dedik. Bunun üzerine hemen saç örgülerinin içinden mektubu çıkarttı. Biz de onu alıp Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ulaştırdık. Sonra mektubun, Hâtıb ibnü Ebî Belte‘a tarafından, Mekke’de bulunan birtakım müşrik insanlara yazılmış olup, içeriğinde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Mekke fethiyle alâkalı bâzı sırları bulunduğunu anladık. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ey Hâtıb! Bu ne?” diye sorunca, o: “Yâ Rasûlellâh! Hakkımda acele karar verme! Ben Kureyş’in kendi bünyesinden değilim, seninle birlikte olan diğer muhâcirlerin, Mekke’de bulunan âilelerini ve mallarını koruyacak akrabâsı var. Ben de orada bulunan akrabâmı korumak için: ‘Mâdem soy bağım yok, bâri bir iyiliğim olsun da o vesîleyle yakınlarımı korusunlar’ diye düşündüm. Ben bunu bir kâfirlik ve dinden irtidâd niyetiyle yapmadım. Zâten İslâm’dan sonra kâfirliğe râzı olacak değilim” diye cevap verdi. O zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) etrâfındakilere: “Gerçekten o size doğru söylemiştir” buyurdu. Bu durum karşısında şaşkına dönen Ömer (Radıyallâhu Anh): “Yâ Rasûlellâh! Bırak beni de şu münâfığın boynunu vurayım” deyince, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Muhakkak ki o, Bedir’de bulunmuştur! Sen ne biliyorsun ki; Allâh Bedir ehline muttalî olmuş (ve onların ölene kadar neler yapacaklarını bilerek): ‘Dilediğinizi yapın! Gerçekten Ben sizi (peşînen) bağışladım’ buyurmuştur” dedi. İşte bunun üzerine Allâh-u Te‘âlâ bu âyetleri indirdi. (el-Buhârî, rakam:3081, 4/76; Müslim, rakam:2494, 4/1941; Ayrıca bkz.: el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Hâzin; el-Âlûsî)
اِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ اَعْدَٓاءً وَيَبْسُطُٓوا اِلَيْكُمْ اَيْدِيَهُمْ وَاَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّٓوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَۜ ﴿٢﴾
﴾2﴿
Onlar size karşı zafer kazanırlarsa, size çok çetin düşmanlar olacaklardır, ellerini ve dillerini (öldürme, esir etme ve hakārette bulunma gibi) kötülüklerle size iyice uzatacaklardır. Zâten onlar siz kâfir olsaydınız diye (sürekli) istekte bulunmuşlardır.
لَنْ تَنْفَعَكُمْ اَرْحَامُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْۚۛ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۚۛ يَفْصِلُ بَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿٣﴾
﴾3﴿
(Âhirete vardığınızda) akrabâlık ilişkileriniz aslâ size fayda vermeyecektir, çocuklarınız da (bir zararı savuşturacak ya da bir fayda temin edecek) olmamıştır. Kıyâmet gününde ise O (Allâh birbirinizden kaçmanızı gerektirecek müthiş olaylar ortaya çıkararak) sizin aranızda (tam bir) ayırma yapacaktır. Zâten Allâh yapmakta olduğunuz şeyleri (hakkıyla gören ve karşılığını verecek olan bir) Basîr’dir.
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُۚ اِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۘ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَٓاءُ اَبَدًا حَتّٰى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُٓ اِلَّا قَوْلَ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ لَاَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَٓا اَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ رَبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا وَاِلَيْكَ الْمَص۪يرُ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Gerçekten sizin için, İbrâhîm’de ve onunla birlikte olan kişilerde çok güzel bir örnek (vâki) olmuştur. Bir zaman ki onlar (müşrik) kavimlerine: “Gerçekten biz sizden de, Allâh(ı bırakıp da O’n)dan başka tapmakta olduğunuz şeylerden de tamâmen uzak kimseleriz. Biz sizi(n dîninizi) inkâr ettik. Siz Allâh’a, O(nun) tek olduğu(nu ikrâr ettiğiniz) hâlde îmân edinceye kadar bizimle sizin aranızda ebediyyen düşmanlık ve şiddetli öfke (meydana gelmiş ve bu durum kalplerimizde yerleşmekle kalmayıp davranışlarımızda da) belirmiştir” demiştiler. Ancak İbrâhîm’in, kendi babasına: “Ben senin için Allâh’tan (gelecek azaplardan) hiçbir şey(i defetmey)e mâlik değilsem de, andolsun ki; yine de senin için mutlaka bağışlanma talebinde bulunacağım” sözü müstesnâ. (Zîrâ bu söz müşrikler için istiğfâr yasağından önce vukû bulduğundan dolayı örnek alınacak bir şey değildir. Ey müminler! İbrâhîm peygamber ve berâberindeki müminlerin şu sözlerini de örnek alın ki onlar:) “Ey Rabbimiz! (Tüm işlerimizi Sana ısmarlayarak) ancak Sana tevekkül ettik ve ancak Sana yöneldik. O (son) varış da ancak Sana (âit olan âhiret yurduna)dır” (demişlerdi).
رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَاۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٥﴾
﴾5﴿
(İbrâhîm peygamber ve berâberindeki müminler duâlarını şöyle sürdürmüşlerdi:) Ey Rabbimiz! Bizi o kâfir olmuş kimselerden sebep fitnelenmiş (ve onlar tarafından azâba mâruz bırakılmış kimseler) yapma. (Onları bize musallat etme ki, bize hakāret edemesinler ve işkence yapamasınlar.) Ey Rabbimiz! Bizim için (günahlarımızı) mağfirette bulun. Şüphesiz ki Sen; (Kendisine sığınanı zelîl etmeyecek ve Kendisine güvenenin ümîdini boşa çıkarmayacak yegâne güce sâhip olan) Azîz de, (hikmetsiz hiçbir iş yapmayan) Hakîm de ancak Sensin.”