v02.01.25 Geliştirme Notları
Mümtehine Sûresi
550
Cuz 28
12﴿ Ey Nebiyy(-i zîşân)! Îmân eden kadınlar sana gelip de, Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarına, hırsızlık yapmayacaklarına, zinâ etmeyeceklerine, (kızlarını diri diri gömerek) çocuklarını öldürmeyeceklerine, (başkasından doğurdukları çocukları kocalarına getirip: “Bu senin çocuğun” diyerek) elleriyle ayakları arasında kendisini uyduracakları bir iftirâ (meydana) getirmeyeceklerine ve (Allâh’a ve peygamberine itâat husûsunda) mârûf (ve meşrû) olan herhangi bir şey hakkında sana isyân etmeyeceklerine dâir seninle bîatleş(ip sözleş)tikleri zaman, artık sen de o kadınlarla bîatleş ve kendileri(nin günahlarının bağışlanması) için Allâh’tan mağfiret talebinde bulun. Şüphesiz ki Allâh (geçmiş günahları çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kullarına çok acıdığı için, İslâm’a girdikten sonraki hayatlarında kendilerini muvaffak edecek olan bir) Rahîm’dir. Taberî ve Hâkim gibi birçok müfessir ve muhaddisin tahriclerine göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Mekke fethi günü erkeklerin bîatini bitirince, kadınlardan bîat almaya başladı. O sırada kendisi Safâ tepesi üzerinde bulunuyor, Ömer (Radıyallâhu Anh) ise biraz aşağısında oturuyor, onun emriyle Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) adına onlara tebliğlerde bulunuyor ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tarafından onların bîatini kabûl ediyordu. Ebû Süfyân’ın hanımı Hind (Radıyallâhu Anhümâ), Hazret-i Hamza’ya yaptıklarından dolayı Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e tanınmamak için örtülü bir vaziyette kadınlar topluluğu arasında bulunuyordu. İlk olarak “Şirk koşmama” şartı konu edildikten sonra, “Hırsızlık yapmamaları” kaydı açıklanınca o: “Ebû Süfyân çok cimri bir adamdır! Ben onun malından bir şeyler almıştım, peki bu bana helâl olur mu?!” dedi. O zaman Ebû Süfyân: “Geçmişte aldıkların sana helâl olsun” dedi. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onu tanıyıp gülmeye başlayınca o: “Ey Allâh’ın Rasûlü! Geçmişi bağışla, ne olur” dedi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de: “Allâh seni afv etsin!” buyurdu. Sonra “Zinâ yapmama” şartı mevzû edilince, o: “Hür kadın da zinâ mı edermiş?” diye şaşkınlığını ifâde etti. Akabinde “Çocuklarını öldürmeme” şartı beyân edilince, Hind (Radıyallâhu Anhâ) Bedir günü Müslümanlar tarafından öldürülen Hanzala isimli oğlunu kastederek: “Biz onları küçükken büyüttük, siz ise onları büyükken öldürdünüz” dedi. Bunu duyan Ömer (Radıyallâhu Anh) sırtüstü uzanacak kadar gülmekten kendini alamadı, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ise tebessüm buyurdu. Ardından “İftirâ etmemeleri” şartı zikredilince o: “Vallâhi, bühtân çok çirkin bir iştir, sen ise bize ancak iyiliği ve güzel ahlâkı emretmektesin” diye konuştu. Son olarak “Güzel bilinen şeylerde Rasûl’e isyân etmeme” koşulu anılınca: “Vallâhi biz bu meclise, herhangi bir konuda sana isyan fikriyle oturmadık” dedi. (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 22/596; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2/486; İbnü Sa‘d, et-Tabekātü’l-kübrâ, 8/5, 9; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 14/428-429; el-Âlûsî, 27/94-95) Günümüzde hâlâ câhiliyetten kalma kini sürdürerek bu âyet-i kerîmede Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e bîatlerini kabûl etmesi ve kendileri için mağfiret talebinde bulunması emredilmiş olan Ebû Süfyân’ın eşi Hind (Radıyallâhu Anhümâ) hakkında ileri-geri konuşan Râfızîler, Şî‘îler ve körü körüne onları taklîd edenler Allâh-u Te‘âlâ’nın bu âyetini yok saydıkları için kâfir olmalarından korkulacak derecede bedbaht durumdadırlar.
13﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Bir toplumu dost edinmeyin ki, Allâh onlara gazap etmiştir, (daha önce ölüp defnedilmiş) kabirlerin ashâbı olan kâfirler (âhiretin ebedî nîmetlerinden) ümit kestiği gibi, gerçekten onlar da âhiretten ümit kesmiştirler. Tefsirlerde zikredildiğine göre; bâzı fakir Müslümanların, meyvelerinden ve ürünlerinden faydalanmak için Yahûdîlerle dostluk kurması üzerine bu âyet-i kerîme nâzil olmuştur. (el-Âlûsî)



ATMIŞBİRİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Saff
SÛRE-İ CELîLESİ

Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 14 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Göklerde olan şeyler ve yerde bulunan şeyler Allâh’ı (noksan sıfatlardan tenzîh etmek için) tesbîhte bulunmuştur. Zâten ancak O, (îmânsızlardan intikam alma gücüne sâhip olan bir) Azîz’dir, (emir ve kaderlerinde son derece hikmet sâhibi olan bir) Hakîm’dir.
2﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?! Rivâyete göre; sahâbeden bâzıları cihadla emrolunmadan önce: “Allâh’ın en sevdiği ameli bilseydik elbette onu yapardık” demişlerdi ama cihâd âyeti inince bâzıları ağırdan almıştı, Uhud gününde ise kimileri kaçmıştı. İşte bu âyet-i kerîme bu konuda bir uyarı mâhiyetinde olup, söylenen şeyin adak niteliği taşıdığını ve adağın mutlaka yerine getirilmesi gerektiğini beyân etmiştir. Bu âyet-i kerîme: “Yapmıyor olduğunuz şeyi niye söylüyorsunuz” şeklinde de tefsîr edilmiştir ki, buna göre yalan söylemenin müminlere yakışmayacağı açıklanmak istenmiştir. Gerçi mümin görünen münâfıklara bir kınama hitâbı olduğunu söyleyenler de olmuştur. (et-Teysîr; el-Beyzâvî)
3﴿ Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allâh nezdinde en şiddetli bir gazap (ve azâba sebebiyet verme) bakımından ne büyük (tesire sâhip) olmuştur.
4﴿ Şüphesiz Allâh o kimseleri sever (ve onların amellerini beğenip mükâfat verir) ki, onlar O’nun yolunda saf tutarak savaşmaktadırlar. Sanki onlar (aralarında hiçbir boşluk bırakmayacak şekilde) parçaları birbirine iyice yapıştırılmış çok sağlam bir binâ (gibi er meydanında sâbit durmakta)dır(lar).
5﴿ (Habîbim!) O vakti de (ümmetine anlat) ki; Mûsâ (peygamber olarak gönderildiği) kavmine: “Ey kavmim! Niçin bana eziyet ediyorsunuz?! Hâlbuki muhakkak siz benim gerçekten Allâh’ın size (gönderdiği) Rasûlü (ve elçisi) olduğumu bilmektesiniz” demişti. Ama onlar(ın ayakları haktan) kayınca Allâh da onların kalplerini (ona îmân etmekten) kaydırdı. Zâten Allâh (arzusunu ve gücünü hidâyet yönünde sarf etmeyerek emrinden çıkan) o fâsıklar toplumunu (doğru yolu bulmaya) hidâyet etmez. Tefsîrlerde zikredildiğine göre; Allâh’ın bir şeyi yaratması, irâdesi doğrultusundadır, irâdesi ise ilmine göredir, ilmi de olayların gerçek yüzleriyle alâkalıdır. Dolayısıyla Allâh-u Te‘âlâ bu kullarının, kendilerine verilen tercih haklarını sapıklık ve körlük yönünde kullandıklarını ezelî ilmiyle bilmiş ve bu hatâsız ilmine binâen onlara hakkı kabûlü nasip etmemiştir. (el-Âlûsî)
سُورَةُ الْمُمْتَحِنَةِ
الجزء ٢٨
٥٥٠
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا جَٓاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰٓى اَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْـًٔا وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْن۪ينَ وَلَا يَقْتُلْنَ اَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْت۪ينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَر۪ينَهُ بَيْنَ اَيْد۪يهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْص۪ينَكَ ف۪ي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٢
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَوَلَّوْا قَوْمًا غَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ قَدْ يَئِسُوا مِنَ الْاٰخِرَةِ كَمَا يَئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ اَصْحَابِ الْقُبُورِ ﴿١٣
سُورَةُالصَّفِّ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿١
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ ﴿٢
كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ ﴿٣
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِه۪ صَفًّا كَاَنَّهُمْ بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ ﴿٤
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ لِمَ تُؤْذُونَن۪ي وَقَدْ تَعْلَمُونَ اَنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْۜ فَلَمَّا زَاغُٓوا اَزَاغَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ ﴿٥
Mümtehine Sûresi
550
Cuz 28
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِذَا جَٓاءَكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ عَلٰٓى اَنْ لَا يُشْرِكْنَ بِاللّٰهِ شَيْـًٔا وَلَا يَسْرِقْنَ وَلَا يَزْن۪ينَ وَلَا يَقْتُلْنَ اَوْلَادَهُنَّ وَلَا يَأْت۪ينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَر۪ينَهُ بَيْنَ اَيْد۪يهِنَّ وَاَرْجُلِهِنَّ وَلَا يَعْص۪ينَكَ ف۪ي مَعْرُوفٍ فَبَايِعْهُنَّ وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٢
12﴿ Ey Nebiyy(-i zîşân)! Îmân eden kadınlar sana gelip de, Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarına, hırsızlık yapmayacaklarına, zinâ etmeyeceklerine, (kızlarını diri diri gömerek) çocuklarını öldürmeyeceklerine, (başkasından doğurdukları çocukları kocalarına getirip: “Bu senin çocuğun” diyerek) elleriyle ayakları arasında kendisini uyduracakları bir iftirâ (meydana) getirmeyeceklerine ve (Allâh’a ve peygamberine itâat husûsunda) mârûf (ve meşrû) olan herhangi bir şey hakkında sana isyân etmeyeceklerine dâir seninle bîatleş(ip sözleş)tikleri zaman, artık sen de o kadınlarla bîatleş ve kendileri(nin günahlarının bağışlanması) için Allâh’tan mağfiret talebinde bulun. Şüphesiz ki Allâh (geçmiş günahları çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kullarına çok acıdığı için, İslâm’a girdikten sonraki hayatlarında kendilerini muvaffak edecek olan bir) Rahîm’dir. Taberî ve Hâkim gibi birçok müfessir ve muhaddisin tahriclerine göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Mekke fethi günü erkeklerin bîatini bitirince, kadınlardan bîat almaya başladı. O sırada kendisi Safâ tepesi üzerinde bulunuyor, Ömer (Radıyallâhu Anh) ise biraz aşağısında oturuyor, onun emriyle Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) adına onlara tebliğlerde bulunuyor ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tarafından onların bîatini kabûl ediyordu. Ebû Süfyân’ın hanımı Hind (Radıyallâhu Anhümâ), Hazret-i Hamza’ya yaptıklarından dolayı Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e tanınmamak için örtülü bir vaziyette kadınlar topluluğu arasında bulunuyordu. İlk olarak “Şirk koşmama” şartı konu edildikten sonra, “Hırsızlık yapmamaları” kaydı açıklanınca o: “Ebû Süfyân çok cimri bir adamdır! Ben onun malından bir şeyler almıştım, peki bu bana helâl olur mu?!” dedi. O zaman Ebû Süfyân: “Geçmişte aldıkların sana helâl olsun” dedi. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onu tanıyıp gülmeye başlayınca o: “Ey Allâh’ın Rasûlü! Geçmişi bağışla, ne olur” dedi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de: “Allâh seni afv etsin!” buyurdu. Sonra “Zinâ yapmama” şartı mevzû edilince, o: “Hür kadın da zinâ mı edermiş?” diye şaşkınlığını ifâde etti. Akabinde “Çocuklarını öldürmeme” şartı beyân edilince, Hind (Radıyallâhu Anhâ) Bedir günü Müslümanlar tarafından öldürülen Hanzala isimli oğlunu kastederek: “Biz onları küçükken büyüttük, siz ise onları büyükken öldürdünüz” dedi. Bunu duyan Ömer (Radıyallâhu Anh) sırtüstü uzanacak kadar gülmekten kendini alamadı, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ise tebessüm buyurdu. Ardından “İftirâ etmemeleri” şartı zikredilince o: “Vallâhi, bühtân çok çirkin bir iştir, sen ise bize ancak iyiliği ve güzel ahlâkı emretmektesin” diye konuştu. Son olarak “Güzel bilinen şeylerde Rasûl’e isyân etmeme” koşulu anılınca: “Vallâhi biz bu meclise, herhangi bir konuda sana isyan fikriyle oturmadık” dedi. (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 22/596; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2/486; İbnü Sa‘d, et-Tabekātü’l-kübrâ, 8/5, 9; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 14/428-429; el-Âlûsî, 27/94-95) Günümüzde hâlâ câhiliyetten kalma kini sürdürerek bu âyet-i kerîmede Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e bîatlerini kabûl etmesi ve kendileri için mağfiret talebinde bulunması emredilmiş olan Ebû Süfyân’ın eşi Hind (Radıyallâhu Anhümâ) hakkında ileri-geri konuşan Râfızîler, Şî‘îler ve körü körüne onları taklîd edenler Allâh-u Te‘âlâ’nın bu âyetini yok saydıkları için kâfir olmalarından korkulacak derecede bedbaht durumdadırlar.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَوَلَّوْا قَوْمًا غَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ قَدْ يَئِسُوا مِنَ الْاٰخِرَةِ كَمَا يَئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ اَصْحَابِ الْقُبُورِ ﴿١٣
13﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Bir toplumu dost edinmeyin ki, Allâh onlara gazap etmiştir, (daha önce ölüp defnedilmiş) kabirlerin ashâbı olan kâfirler (âhiretin ebedî nîmetlerinden) ümit kestiği gibi, gerçekten onlar da âhiretten ümit kesmiştirler. Tefsirlerde zikredildiğine göre; bâzı fakir Müslümanların, meyvelerinden ve ürünlerinden faydalanmak için Yahûdîlerle dostluk kurması üzerine bu âyet-i kerîme nâzil olmuştur. (el-Âlûsî)




ATMIŞBİRİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Saff
SÛRE-İ CELîLESİ

Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 14 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿١
1﴿ Göklerde olan şeyler ve yerde bulunan şeyler Allâh’ı (noksan sıfatlardan tenzîh etmek için) tesbîhte bulunmuştur. Zâten ancak O, (îmânsızlardan intikam alma gücüne sâhip olan bir) Azîz’dir, (emir ve kaderlerinde son derece hikmet sâhibi olan bir) Hakîm’dir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ ﴿٢
2﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?! Rivâyete göre; sahâbeden bâzıları cihadla emrolunmadan önce: “Allâh’ın en sevdiği ameli bilseydik elbette onu yapardık” demişlerdi ama cihâd âyeti inince bâzıları ağırdan almıştı, Uhud gününde ise kimileri kaçmıştı. İşte bu âyet-i kerîme bu konuda bir uyarı mâhiyetinde olup, söylenen şeyin adak niteliği taşıdığını ve adağın mutlaka yerine getirilmesi gerektiğini beyân etmiştir. Bu âyet-i kerîme: “Yapmıyor olduğunuz şeyi niye söylüyorsunuz” şeklinde de tefsîr edilmiştir ki, buna göre yalan söylemenin müminlere yakışmayacağı açıklanmak istenmiştir. Gerçi mümin görünen münâfıklara bir kınama hitâbı olduğunu söyleyenler de olmuştur. (et-Teysîr; el-Beyzâvî)
كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ ﴿٣
3﴿ Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allâh nezdinde en şiddetli bir gazap (ve azâba sebebiyet verme) bakımından ne büyük (tesire sâhip) olmuştur.
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِه۪ صَفًّا كَاَنَّهُمْ بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ ﴿٤
4﴿ Şüphesiz Allâh o kimseleri sever (ve onların amellerini beğenip mükâfat verir) ki, onlar O’nun yolunda saf tutarak savaşmaktadırlar. Sanki onlar (aralarında hiçbir boşluk bırakmayacak şekilde) parçaları birbirine iyice yapıştırılmış çok sağlam bir binâ (gibi er meydanında sâbit durmakta)dır(lar).
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِه۪ يَا قَوْمِ لِمَ تُؤْذُونَن۪ي وَقَدْ تَعْلَمُونَ اَنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْۜ فَلَمَّا زَاغُٓوا اَزَاغَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ ﴿٥
5﴿ (Habîbim!) O vakti de (ümmetine anlat) ki; Mûsâ (peygamber olarak gönderildiği) kavmine: “Ey kavmim! Niçin bana eziyet ediyorsunuz?! Hâlbuki muhakkak siz benim gerçekten Allâh’ın size (gönderdiği) Rasûlü (ve elçisi) olduğumu bilmektesiniz” demişti. Ama onlar(ın ayakları haktan) kayınca Allâh da onların kalplerini (ona îmân etmekten) kaydırdı. Zâten Allâh (arzusunu ve gücünü hidâyet yönünde sarf etmeyerek emrinden çıkan) o fâsıklar toplumunu (doğru yolu bulmaya) hidâyet etmez. Tefsîrlerde zikredildiğine göre; Allâh’ın bir şeyi yaratması, irâdesi doğrultusundadır, irâdesi ise ilmine göredir, ilmi de olayların gerçek yüzleriyle alâkalıdır. Dolayısıyla Allâh-u Te‘âlâ bu kullarının, kendilerine verilen tercih haklarını sapıklık ve körlük yönünde kullandıklarını ezelî ilmiyle bilmiş ve bu hatâsız ilmine binâen onlara hakkı kabûlü nasip etmemiştir. (el-Âlûsî)