v02.01.25 Geliştirme Notları
Cuma Sûresi
552
Cuz 28
ATMIŞİKİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Cuma
SÛRE-İ CELîLESİ

Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 11 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Göklerde olan şeyler ve yerde bulunan şeyler O (her şeyin yegâne Mâlik’i olan) Melik, (tüm noksan sıfatlardan uzak olan) Kuddûs, (ulu ve kavî olan) Azîz ve (her işi hikmetli olan) Hakîm Allâh’ı (noksan sıfatlardan tenzîh etmek için) tesbîhte bulunmaktadır.
2﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; (melek ve cin türünden değil de, anlaşmaları kolay olsun için) kendileri (gibi Âdem nesli)nden olan değerli bir Rasûlü (okuma-yazma bilmeyen) ümmîler arasında göndermiştir ki, o onlar üzerine O (Allâh-u Sübhânehû)nun âyetlerini peş peşe okumaktadır, onları (maddî ve mânevî pisliklerden) tertemiz etmektedir, bir de kendilerine o (yüce) Kitab (olan Kur’ân)ı ve (hadîs-i şerîflerden ibâret olan sünnet ve) hikmeti öğretmektedir. Hâlbuki şüphesiz onlar daha önce elbette apaçık bir dalâlet (ve sapıklık) içinde bulunmuşlardı (da îmândan ve hidâyetten mahrum bir vaziyette ilim ve irfandan nasipsiz olarak yaşıyorlardı).
3﴿ Yine (Allâh-u Te‘âlâ Rasûlünü) o (ümmî ola)nlardan (sâdece Araplara ve kendi asrında bulunanlara değil, Araplardan olsun olmasın) o (Kitâb Ehli olmayan) diğer (ümmî) kişiler içerisinde (göndermiştir) ki; (zaman îtibârıyla) henüz onlar bunlara kavuşmamıştır. Zâten ancak O (Kendisine inanmayanlardan intikam alma gücüne sâhip olan bir) Azîz’dir, (emrinde ve kazâsında son derece hikmet sâhibi olan bir) Hakîm’dir. Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; Cumu‘a Sûresi nâzil olduğunda Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onu ashâbına okurken bu âyete ulaşınca bir sahâbî: “Ya Rasûlellâh! Henüz bize kavuşmamış bu kişiler kimdir?” diye sordu. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) elini Selmân-ı Fârisî (Radıyallâhu Anh)ın üzerine koyarak: “Canım, tasarrufunda olan Zâta yemîn olsun ki; îmân Süreyya (yıldızın)da da olsa, elbette bunlardan olan birtakım şahıslar uzanıp onu alır” buyurdu. (el-Buhârî, rakam:4897, 6/151; Müslim, rakam:2546, 4/1972) Bundan anlaşıldığına göre; âyet-i kerîmeye konu olan değerli zatlar, Araplardan olmayıp, Fars ve Türk milletleri gibi daha sonra İslâm’a hizmetleri geçecek olan toplumların mensuplarıdır. Nitekim Buhârî, Tirmizî ve İbnü Mâce gibi hadîs hâfızlarının birçoğu, Ebû Hanîfe ve İmâm Mâtürîdî (Radıyallâhu Anhüm) gibi hadislerden hüküm çıkaran müctehidlerin de bir kısmı Araplardan olmayıp, Fars ve Türk milleti gibi yabancı toplumlardandırlar ki, İslâm’ın bugün Müslümanlara sağlam bir şekilde ulaşması bu şahısların bu konudaki ciddî gayretleri sâyesinde olmuştur.
4﴿ (Ey Müslüman!) İşte sana! Bu (peygamber gönderip ona ümmet kılma nîmeti) ancak Allâh’ın fazl(-u ihsân)ıdır ki onu dilediği kimseye verir. Zâten ancak Allâh çok büyük fazl(-u kerem) sâhibidir.
5﴿ Kendilerine Tevrât (ilmi verilerek, içerisinde bulunan hükümlerle amel etme sorumluluğu üzerlerine) yükletilmiş olan, sonra da (o kitabın emirleriyle amel etmeyerek) onu yüklenmemiş bulunan o kimselerin ilginç durumu; birçok büyük kitaplar taşıyan eşeğin hâli gibidir. Allâh’ın âyetlerini yalanlamış olan bu kavmin şaşılacak hâli çok kötü olmuştur. Allâh ise (bile bile inkâr ederek kendilerine yazık etmiş olan) o zâlimler toplumunu (kurtuluşa erdirecek yollara) hidâyet etmez. Tefsîrlerde Yahûdî ulemâsının merkebe benzetilmesi: “Bir eşek, sırtında taşıdığı kitapların içeriğinden haberdâr olmadığı gibi, Yahûdî âlimleri de Tevrât’ta Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sıfatlarını gördükleri hâlde ona inanmayarak, taşıdıkları şeyden faydalanmama husûsunda kendilerini eşek durumuna düşürdüler” şeklinde tefsîr edilmiştir. (el-Medârik; el-Beyzâvî)
6﴿ (Habîbim!) De ki: “Ey Yahûdî olmuş kimseler! Eğer siz (Yahûdî olmayan) diğer insanların değil de, yalnızca kendinizin gerçekten Allâh’ın dostları olduğunuzu iddiâ ediyorsanız, hemen ölümü temennî (ederek bunu ispat) edin. Eğer (dâvânızda) doğru kimseler olduysanız (bir an önce dostunuza kavuşmayı istemeniz gerekir).”
7﴿ Ama o (Yahûdî ola)nlar (Tevrât’ı değiştirmek, âhir zaman nebîsini ve Kur’ân’ı inkâr etmek gibi, evvelce) ellerinin (bizzât işleyerek) takdîm etmiş olduğu (kötü) şeyler sebebiyle (yaşadıkları sürece) ebediyyen (ölümü isteyip) onu temennî etmeyeceklerdir. Zâten Allâh o zâlimleri (hakkıyla bilen ve cezâlarını verecek olan bir) Alîm’dir.
8﴿ (Habîbim!) De ki: “Şüphesiz sizin kendisinden sürekli kaçmakta olduğunuz o ölüm, gerçekten de o size kavuşucudur. Sonra (kıyâmet günü) siz tüm gizlileri ve bütün görünenleri (duyularla idrâk edilen ve edilemeyen her şeyi) bilen (Rabbinizin muhâsebesin)e döndürüleceksiniz, O da size (dünyâdayken) sürekli yapar olduğunuz şeyleri(n cezâsını vererek, onların gerçek yüzünü) tam mânâsıyla haber verecektir.”
سُورَةُ الْجُمُعَةِ
الجزء ٢٨
٥٥٢
سُورَةُالْجُمُعَةِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يُسَبِّحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ ﴿١
هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ ﴿٢
وَاٰخَر۪ينَ مِنْهُمْ لَمَّا يَلْحَقُوا بِهِمْۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٣
ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ ﴿٤
مَثَلُ الَّذ۪ينَ حُمِّلُوا التَّوْرٰيةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ اَسْفَارًاۜ بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ ﴿٥
قُلْ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ هَادُٓوا اِنْ زَعَمْتُمْ اَنَّكُمْ اَوْلِيَٓاءُ لِلّٰهِ مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٦
وَلَا يَتَمَنَّوْنَهُٓ اَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ ﴿٧
قُلْ اِنَّ الْمَوْتَ الَّذ۪ي تَفِرُّونَ مِنْهُ فَاِنَّهُ مُلَاق۪يكُمْ ثُمَّ تُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟ ﴿٨
Cuma Sûresi
552
Cuz 28
ATMIŞİKİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Cuma
SÛRE-İ CELîLESİ

Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 11 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
يُسَبِّحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ ﴿١
1﴿ Göklerde olan şeyler ve yerde bulunan şeyler O (her şeyin yegâne Mâlik’i olan) Melik, (tüm noksan sıfatlardan uzak olan) Kuddûs, (ulu ve kavî olan) Azîz ve (her işi hikmetli olan) Hakîm Allâh’ı (noksan sıfatlardan tenzîh etmek için) tesbîhte bulunmaktadır.
هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ ﴿٢
2﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; (melek ve cin türünden değil de, anlaşmaları kolay olsun için) kendileri (gibi Âdem nesli)nden olan değerli bir Rasûlü (okuma-yazma bilmeyen) ümmîler arasında göndermiştir ki, o onlar üzerine O (Allâh-u Sübhânehû)nun âyetlerini peş peşe okumaktadır, onları (maddî ve mânevî pisliklerden) tertemiz etmektedir, bir de kendilerine o (yüce) Kitab (olan Kur’ân)ı ve (hadîs-i şerîflerden ibâret olan sünnet ve) hikmeti öğretmektedir. Hâlbuki şüphesiz onlar daha önce elbette apaçık bir dalâlet (ve sapıklık) içinde bulunmuşlardı (da îmândan ve hidâyetten mahrum bir vaziyette ilim ve irfandan nasipsiz olarak yaşıyorlardı).
وَاٰخَر۪ينَ مِنْهُمْ لَمَّا يَلْحَقُوا بِهِمْۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٣
3﴿ Yine (Allâh-u Te‘âlâ Rasûlünü) o (ümmî ola)nlardan (sâdece Araplara ve kendi asrında bulunanlara değil, Araplardan olsun olmasın) o (Kitâb Ehli olmayan) diğer (ümmî) kişiler içerisinde (göndermiştir) ki; (zaman îtibârıyla) henüz onlar bunlara kavuşmamıştır. Zâten ancak O (Kendisine inanmayanlardan intikam alma gücüne sâhip olan bir) Azîz’dir, (emrinde ve kazâsında son derece hikmet sâhibi olan bir) Hakîm’dir. Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; Cumu‘a Sûresi nâzil olduğunda Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onu ashâbına okurken bu âyete ulaşınca bir sahâbî: “Ya Rasûlellâh! Henüz bize kavuşmamış bu kişiler kimdir?” diye sordu. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) elini Selmân-ı Fârisî (Radıyallâhu Anh)ın üzerine koyarak: “Canım, tasarrufunda olan Zâta yemîn olsun ki; îmân Süreyya (yıldızın)da da olsa, elbette bunlardan olan birtakım şahıslar uzanıp onu alır” buyurdu. (el-Buhârî, rakam:4897, 6/151; Müslim, rakam:2546, 4/1972) Bundan anlaşıldığına göre; âyet-i kerîmeye konu olan değerli zatlar, Araplardan olmayıp, Fars ve Türk milletleri gibi daha sonra İslâm’a hizmetleri geçecek olan toplumların mensuplarıdır. Nitekim Buhârî, Tirmizî ve İbnü Mâce gibi hadîs hâfızlarının birçoğu, Ebû Hanîfe ve İmâm Mâtürîdî (Radıyallâhu Anhüm) gibi hadislerden hüküm çıkaran müctehidlerin de bir kısmı Araplardan olmayıp, Fars ve Türk milleti gibi yabancı toplumlardandırlar ki, İslâm’ın bugün Müslümanlara sağlam bir şekilde ulaşması bu şahısların bu konudaki ciddî gayretleri sâyesinde olmuştur.
ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ ﴿٤
4﴿ (Ey Müslüman!) İşte sana! Bu (peygamber gönderip ona ümmet kılma nîmeti) ancak Allâh’ın fazl(-u ihsân)ıdır ki onu dilediği kimseye verir. Zâten ancak Allâh çok büyük fazl(-u kerem) sâhibidir.
مَثَلُ الَّذ۪ينَ حُمِّلُوا التَّوْرٰيةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ اَسْفَارًاۜ بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ ﴿٥
5﴿ Kendilerine Tevrât (ilmi verilerek, içerisinde bulunan hükümlerle amel etme sorumluluğu üzerlerine) yükletilmiş olan, sonra da (o kitabın emirleriyle amel etmeyerek) onu yüklenmemiş bulunan o kimselerin ilginç durumu; birçok büyük kitaplar taşıyan eşeğin hâli gibidir. Allâh’ın âyetlerini yalanlamış olan bu kavmin şaşılacak hâli çok kötü olmuştur. Allâh ise (bile bile inkâr ederek kendilerine yazık etmiş olan) o zâlimler toplumunu (kurtuluşa erdirecek yollara) hidâyet etmez. Tefsîrlerde Yahûdî ulemâsının merkebe benzetilmesi: “Bir eşek, sırtında taşıdığı kitapların içeriğinden haberdâr olmadığı gibi, Yahûdî âlimleri de Tevrât’ta Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sıfatlarını gördükleri hâlde ona inanmayarak, taşıdıkları şeyden faydalanmama husûsunda kendilerini eşek durumuna düşürdüler” şeklinde tefsîr edilmiştir. (el-Medârik; el-Beyzâvî)
قُلْ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ هَادُٓوا اِنْ زَعَمْتُمْ اَنَّكُمْ اَوْلِيَٓاءُ لِلّٰهِ مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٦
6﴿ (Habîbim!) De ki: “Ey Yahûdî olmuş kimseler! Eğer siz (Yahûdî olmayan) diğer insanların değil de, yalnızca kendinizin gerçekten Allâh’ın dostları olduğunuzu iddiâ ediyorsanız, hemen ölümü temennî (ederek bunu ispat) edin. Eğer (dâvânızda) doğru kimseler olduysanız (bir an önce dostunuza kavuşmayı istemeniz gerekir).”
وَلَا يَتَمَنَّوْنَهُٓ اَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالظَّالِم۪ينَ ﴿٧
7﴿ Ama o (Yahûdî ola)nlar (Tevrât’ı değiştirmek, âhir zaman nebîsini ve Kur’ân’ı inkâr etmek gibi, evvelce) ellerinin (bizzât işleyerek) takdîm etmiş olduğu (kötü) şeyler sebebiyle (yaşadıkları sürece) ebediyyen (ölümü isteyip) onu temennî etmeyeceklerdir. Zâten Allâh o zâlimleri (hakkıyla bilen ve cezâlarını verecek olan bir) Alîm’dir.
قُلْ اِنَّ الْمَوْتَ الَّذ۪ي تَفِرُّونَ مِنْهُ فَاِنَّهُ مُلَاق۪يكُمْ ثُمَّ تُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟ ﴿٨
8﴿ (Habîbim!) De ki: “Şüphesiz sizin kendisinden sürekli kaçmakta olduğunuz o ölüm, gerçekten de o size kavuşucudur. Sonra (kıyâmet günü) siz tüm gizlileri ve bütün görünenleri (duyularla idrâk edilen ve edilemeyen her şeyi) bilen (Rabbinizin muhâsebesin)e döndürüleceksiniz, O da size (dünyâdayken) sürekli yapar olduğunuz şeyleri(n cezâsını vererek, onların gerçek yüzünü) tam mânâsıyla haber verecektir.”