v02.01.25 Geliştirme Notları
Tegâbün Sûresi
556
Cuz 28
10﴿ Ama o kimseler ki; kâfir olmuşturlar ve Bizim âyetlerimizi yalan saymıştırlar; (ey insan!) işte sana! Ancak onlar, içerisinde ebedî kalıcı kimseler olarak o (cehennem) ateşin(in) ashâbı (ve ayrılmaz arkadaşları)dır. O son varılacak yer ne de kötü olmuştur.
11﴿ Allâh’ın izni (dilemesi ve imkân vermesi) ile olmadıkça (insanın malına, çocuğuna ve canına) hiçbir musîbet (ve belâ) isâbet etmez. Ama her kim Allâh’a îmân ederse O onun kalbini (sabra ve başına geleni Allâh’tan bilip, rızâ göstermeye) hidâyet eder (ki, böylece o belâya uğrayan kişi, kendisine gelip çatanın zâten ona isâbet edecek olduğunu, ona isâbet etmeyenin de zâten kendisine gelip çatmayacağını yakînen bilir). Zâten Allâh her bir şeyi (hakkıyla bilen bir) Alîm’dir. (Dolayısıyla îmânlı kişinin yakînî inancını bildiği için musîbet ânında onun kalbini kaydırmaz.)
12﴿ (Emir ve yasaklarına riâyet husûsunda) Allâh’a da itâat edin, o Rasûl’e de itâat edin. Ama eğer (onların hükümlerinden) yüz çevirirseniz (ne Allâh’a, ne de peygambere hiçbir zarar veremezsiniz). Artık Rasûlümüzün üzerinde olan (vazîfe), ancak apaçık olan bir tebliğdir. (O da bu vazîfesini hakkıyla yapmıştır. Dolayısıyla onun tebliğine uymayanlar sâdece kendilerine zarar vermiş olurlar.)
13﴿ Allâh (öyle yüce ve kudret sâhibi bir Zâttır) ki; O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. İşte îmân edenler de ancak Allâh’a (güvenip) tevekkül etsin. (Zîrâ her şeyin Allâh-u Te‘âlâ’dan geldiğine inanmak her işte sâdece O’na güvenmeyi gerektirir.)
14﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan sizin için birtakım büyük düşmanlar vardır. Artık onlardan (sebep İslâm’ın bir hükmünü bile olsun aksatmaktan) sakının. Ama eğer (onların bağışlanabilecek birtakım suçlarını) afv ederseniz, (kınama ve ayıplama yoluna başvuracak yerde bundan) yüz çevirirseniz ve (kusurlarını) örterseniz, şüphesiz ki Allâh (onlara yaptığınız muâmelenin bir misliyle size karşılık vererek günahlarınızı bağışlayacak olan bir) Ğafûr’dur, (çok merhametli olan bir) Rahîm’dir.
15﴿ Mallarınız ve çocuklarınız ancak (Allâh tarafından, kendileriyle sınanacağınız) birer fitne (ve imtihan vesîlesi)dir. (Artık sakın onların sevgisi yüzünden Allâh’a karşı gelerek imtihanı kaybetmeyin.) Hâlbuki Allâh (öyle bir Zâttır) ki; (rızâsını ve tâatını mal ve evlât sevgisine tercih edenler için) çok büyük bir ecir (ve mükâfat) sâdece O’nun nezdindedir.
16﴿ Artık siz güç yetirdiğiniz kadar Allâh(a isyan)dan hakkıyla sakının, (O’nun öğütlerini kabûl kulağıyla) dinleyin, (emir ve yasaklarına) itâat edin ve (size verdiği rızıklardan bir kısmını) nefisleriniz için (cimrilikten daha faydalı ve) hayırlı olan bir şekilde (Allâh-u Te‘âlâ’nın emrettiği yerlere harcamak sûretiyle) infakta bulunun. Her kim nefsinin cimrilik hırsından korunur (ve böylece Allâh yolunda infâka muvaffak kılınır)sa, (ey mümin!) işte sana! Ancak onlar felâh (ve kurtuluş)a erenlerin ta kendileridir. Sa‘îd ibnü Cübeyr (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; “Allâh’tan hakkıyla sakının!” (Âl-i ‘İmrân Sûresi:102) âyet-i kerîmesi nâzil olunca, sahâbe-i kirâm ayakları şişinceye ve alınları yara oluncaya kadar ibâdete başladılar. Sonra Allâh-u Te‘âlâ, Müslümanlara bir kolaylık olmak üzere bu âyet-i celîleyi indirerek, birinci âyet-i celîlenin hükmünü neshetti ve müminlerin, güçlerinin yetmeyeceği şeylerle mükellef kılınmayacağını beyân etti. Gerçi burada bir nesh bulunmadığını, ancak bu âyet-i kerîmenin, bir önceki âyet-i celîledeki icmâlin tafsîli (kısa ve kapalı ifâdenin açıklaması) olduğunu söyleyenler de vardır. (el-Âlûsî)
17﴿ Eğer siz (Allâh-u Te‘âlâ’nın tâyin ettiği yerlere ihlâs ve gönül hoşluğuyla yardımda bulunarak veyâ borç isteyene fâizsiz para vererek) güzel bir ödünç vermekle Allâh’a borç verirseniz, O (Rabbiniz) o (bağışta bulunduğu)nu(z şeyin sevâbını) sizin için (bire on, bire yedi yüz ve daha ziyâde olacak şekilde) kat kat yapar ve sizin için (günahlarınızı) mağfirette bulunur. Zâten Allâh (az bir amel karşılığı çok büyük mükâfatlar bahşeden bir) Şekûr’dur, (cezâ vermekte acele etmeyen bir) Halîm’dir.
18﴿ (Allâh-u Te‘âlâ, duyu organlarıyla idrâk edilemeyen) tüm gizlileri ve bütün görünenleri (hakkıyla) bilendir, (istediğini yapmaya son derece güçlü olan bir) Azîz’dir ve (her işi yerli yerinde olan bir) Hakîm’dir.
سُورَةُ التَّغَابُنِ
الجزء ٢٨
٥٥٦
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ۟ ﴿١٠
مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ يَهْدِ قَلْبَهُۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿١١
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاِنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ ﴿١٢
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ ﴿١٣
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ وَاَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَكُمْ فَاحْذَرُوهُمْۚ وَاِنْ تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٤
اِنَّمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۜ وَاللّٰهُ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ ﴿١٥
فَاتَّقُوا اللّٰهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَاَط۪يعُوا وَاَنْفِقُوا خَيْرًا لِاَنْفُسِكُمْۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿١٦
اِنْ تُقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا يُضَاعِفْهُ لَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ شَكُورٌ حَل۪يمٌۙ ﴿١٧
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿١٨
Tegâbün Sûresi
556
Cuz 28
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ۟ ﴿١٠
10﴿ Ama o kimseler ki; kâfir olmuşturlar ve Bizim âyetlerimizi yalan saymıştırlar; (ey insan!) işte sana! Ancak onlar, içerisinde ebedî kalıcı kimseler olarak o (cehennem) ateşin(in) ashâbı (ve ayrılmaz arkadaşları)dır. O son varılacak yer ne de kötü olmuştur.
مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ يَهْدِ قَلْبَهُۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿١١
11﴿ Allâh’ın izni (dilemesi ve imkân vermesi) ile olmadıkça (insanın malına, çocuğuna ve canına) hiçbir musîbet (ve belâ) isâbet etmez. Ama her kim Allâh’a îmân ederse O onun kalbini (sabra ve başına geleni Allâh’tan bilip, rızâ göstermeye) hidâyet eder (ki, böylece o belâya uğrayan kişi, kendisine gelip çatanın zâten ona isâbet edecek olduğunu, ona isâbet etmeyenin de zâten kendisine gelip çatmayacağını yakînen bilir). Zâten Allâh her bir şeyi (hakkıyla bilen bir) Alîm’dir. (Dolayısıyla îmânlı kişinin yakînî inancını bildiği için musîbet ânında onun kalbini kaydırmaz.)
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاِنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ ﴿١٢
12﴿ (Emir ve yasaklarına riâyet husûsunda) Allâh’a da itâat edin, o Rasûl’e de itâat edin. Ama eğer (onların hükümlerinden) yüz çevirirseniz (ne Allâh’a, ne de peygambere hiçbir zarar veremezsiniz). Artık Rasûlümüzün üzerinde olan (vazîfe), ancak apaçık olan bir tebliğdir. (O da bu vazîfesini hakkıyla yapmıştır. Dolayısıyla onun tebliğine uymayanlar sâdece kendilerine zarar vermiş olurlar.)
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ ﴿١٣
13﴿ Allâh (öyle yüce ve kudret sâhibi bir Zâttır) ki; O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. İşte îmân edenler de ancak Allâh’a (güvenip) tevekkül etsin. (Zîrâ her şeyin Allâh-u Te‘âlâ’dan geldiğine inanmak her işte sâdece O’na güvenmeyi gerektirir.)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ وَاَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَكُمْ فَاحْذَرُوهُمْۚ وَاِنْ تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٤
14﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan sizin için birtakım büyük düşmanlar vardır. Artık onlardan (sebep İslâm’ın bir hükmünü bile olsun aksatmaktan) sakının. Ama eğer (onların bağışlanabilecek birtakım suçlarını) afv ederseniz, (kınama ve ayıplama yoluna başvuracak yerde bundan) yüz çevirirseniz ve (kusurlarını) örterseniz, şüphesiz ki Allâh (onlara yaptığınız muâmelenin bir misliyle size karşılık vererek günahlarınızı bağışlayacak olan bir) Ğafûr’dur, (çok merhametli olan bir) Rahîm’dir.
اِنَّمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۜ وَاللّٰهُ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ ﴿١٥
15﴿ Mallarınız ve çocuklarınız ancak (Allâh tarafından, kendileriyle sınanacağınız) birer fitne (ve imtihan vesîlesi)dir. (Artık sakın onların sevgisi yüzünden Allâh’a karşı gelerek imtihanı kaybetmeyin.) Hâlbuki Allâh (öyle bir Zâttır) ki; (rızâsını ve tâatını mal ve evlât sevgisine tercih edenler için) çok büyük bir ecir (ve mükâfat) sâdece O’nun nezdindedir.
فَاتَّقُوا اللّٰهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَاسْمَعُوا وَاَط۪يعُوا وَاَنْفِقُوا خَيْرًا لِاَنْفُسِكُمْۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿١٦
16﴿ Artık siz güç yetirdiğiniz kadar Allâh(a isyan)dan hakkıyla sakının, (O’nun öğütlerini kabûl kulağıyla) dinleyin, (emir ve yasaklarına) itâat edin ve (size verdiği rızıklardan bir kısmını) nefisleriniz için (cimrilikten daha faydalı ve) hayırlı olan bir şekilde (Allâh-u Te‘âlâ’nın emrettiği yerlere harcamak sûretiyle) infakta bulunun. Her kim nefsinin cimrilik hırsından korunur (ve böylece Allâh yolunda infâka muvaffak kılınır)sa, (ey mümin!) işte sana! Ancak onlar felâh (ve kurtuluş)a erenlerin ta kendileridir. Sa‘îd ibnü Cübeyr (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; “Allâh’tan hakkıyla sakının!” (Âl-i ‘İmrân Sûresi:102) âyet-i kerîmesi nâzil olunca, sahâbe-i kirâm ayakları şişinceye ve alınları yara oluncaya kadar ibâdete başladılar. Sonra Allâh-u Te‘âlâ, Müslümanlara bir kolaylık olmak üzere bu âyet-i celîleyi indirerek, birinci âyet-i celîlenin hükmünü neshetti ve müminlerin, güçlerinin yetmeyeceği şeylerle mükellef kılınmayacağını beyân etti. Gerçi burada bir nesh bulunmadığını, ancak bu âyet-i kerîmenin, bir önceki âyet-i celîledeki icmâlin tafsîli (kısa ve kapalı ifâdenin açıklaması) olduğunu söyleyenler de vardır. (el-Âlûsî)
اِنْ تُقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا يُضَاعِفْهُ لَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ شَكُورٌ حَل۪يمٌۙ ﴿١٧
17﴿ Eğer siz (Allâh-u Te‘âlâ’nın tâyin ettiği yerlere ihlâs ve gönül hoşluğuyla yardımda bulunarak veyâ borç isteyene fâizsiz para vererek) güzel bir ödünç vermekle Allâh’a borç verirseniz, O (Rabbiniz) o (bağışta bulunduğu)nu(z şeyin sevâbını) sizin için (bire on, bire yedi yüz ve daha ziyâde olacak şekilde) kat kat yapar ve sizin için (günahlarınızı) mağfirette bulunur. Zâten Allâh (az bir amel karşılığı çok büyük mükâfatlar bahşeden bir) Şekûr’dur, (cezâ vermekte acele etmeyen bir) Halîm’dir.
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿١٨
18﴿ (Allâh-u Te‘âlâ, duyu organlarıyla idrâk edilemeyen) tüm gizlileri ve bütün görünenleri (hakkıyla) bilendir, (istediğini yapmaya son derece güçlü olan bir) Azîz’dir ve (her işi yerli yerinde olan bir) Hakîm’dir.