v02.01.25 Geliştirme Notları
Talâk Sûresi
558
Cuz 28
6﴿ (Ey iddet bekleyen kadınlar hakkında takvâya nasıl riâyet edeceklerini soran müminler!) Yerleşmiş bulunduğunuz yerden bir kısmında gücünüz nispetinde (bir yere) o (boşadığınız) kadınları yerleştirin. Ama (kendileriyle geçinemeyecekleri insanları yanlarına yerleştirerek yâhut eşyâlar koyup mekânı kısıtlayarak) kendilerine darlık yapasınız (da evden çıkmaya mecbur olsunlar) diye (hîlelere başvurarak) onlara zarar vermeyin. Eğer o (boşadığınız) kadınlar (hâmile kalarak) yük sâhipleri oldu iseler, kendileri (doğum yaparak) yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka verin. Şâyet o kadınlar (doğum yaptıktan sonra) sizin için (çocuklarınızı) emzirirlerse, bu sebeple o kadınlara ücretlerini verin. (Ey anneler ve babalar!) Ayrıca (babanın cimrilik yapmaması, annenin de güçlük çıkarmaması gibi, İslâm’da iyi hasletler olduğu bilinen) mârûf bir şey ile aranızda (çocuğunuz hakkında) istişârede bulunun. Eğer (gereken ücret verilmeyerek yâhut konuşulandan fazlası istenerek) birbirinize zorluk yaparsanız, o zaman çok yakında (baba tarafından) diğer bir kadın (bulunup) onun için (çocuğunu) emzirir.
7﴿ Genişlik sâhibi olan kişi (boşadığı kadına maddî) genişliğine göre nafaka versin. Kim de, (Allâh tarafından) ona rızkı daraltıldı(ğı için fakir oldu) ise, artık (o da) Allâh’ın ona vermiş olduğu şeylerden (gücü nispetinde) nafaka versin. Allâh hiçbir nefsi kendisine vermiş olduğu şeyden başkasıyla mükellef (ve yükümlü) tutmaz. Muhakkak ki Allâh (karşılaşılan geçici) bir zorluğun ardından büyük bir kolaylık yaratacaktır.
8﴿ Bir de Rabbinin ve rasüllerinin emrinden inadına geri durmuş nice memleket (halkı vardı) ki; Biz onları(n halkını küçük-büyük her suçları hakkında) çok şiddetli bir hesâba çekme (yolu) ile muhâsebe(ye tâbi tutarak, yaptıkları hiçbir şeyi bağışlamayıp, her türlü kötü amellerinden sorumlu) etmiştik ve onlar(ın halkın)a (açlık, kıtlık ve katliâm gibi eşi benzeri görülmedik derecede) çok münker olan büyük bir azaplandırma ile azap etmiştik.
9﴿ Böylece onlar (kötü) işlerinin vebâlini (ve cezâsını daha dünyâda iken) tatmış ve işlerinin sonu çok büyük bir hüsrân (ve ziyân) olmuştu.
10﴿ (Âhirette ise) Allâh onlara çok şiddetli olan büyük bir azap hazırlamıştır. Ey (his ve vehim karışıklıklarından arınmış) hâlis akılların sâhipleri olan o îmân etmiş kimseler! Öyleyse siz Allâh(a isyan)dan hakkıyla sakının (da bu hükümlere riâyet edin). Allâh size gerçekten yüce bir zikir (ve çok etkili bir öğüt olan Kur’ân) indirmiştir.
11﴿ Çok değerli bir Rasûl’ü (de göndermiştir) ki; Allâh’ın (indirdiği hükümleri) ziyâde açıklayıcı olan âyetlerini sizin üzerinize peş peşe okumaktadır. Tâ ki o (Rasûl), îmân (şartlarına şüphesiz bir şekilde îtikād) etmiş olan kişileri ve o (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiş bulunan kimseleri o (kâfirlik, sapıklık ve cehâlet) karanlıklar(ın)dan (uzaklaştırıp) o (îmân) nûr(un)a çıkarsın. Zâten her kim Allâh’a îmân eder ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlerse, O (Allâh-u Te‘âlâ) onu, içlerinde sonsuza kadar ebedî kalıcı kimseler olmak üzere öyle kıymetli cennetlere girdirir ki, onların (köşklerinin ve ağaçlarının) altından sürekli ırmaklar akmaktadır. Gerçekten Allâh onun için (âhiretteki) rızkı(nı) ne kadar büyük ve güzel yapmıştır.
12﴿ Ancak Allâh öyle (kudretli) bir Zâttır ki; yedi (kat) göğü, yerden de onların mislini (îcâd ederek yeryüzünü yedi tabaka hâlinde) yaratmıştır. O (İlâhî) emirler (ve kazâ-kaderden ibâret olan yaratma ve yönetme işleri) o (yedi kat gökle yedi kat yeri)n (tabaka)lar(ı) arasında sürekli inmektedir. (Böylece Allâh’ın, kullar hakkında hükmettiği hayat ve ölüm, zenginlik ve fakirlik, kuvvet ve acziyet gibi buyrukları her şey hakkında geçerliliğini sürdürmektedir.) Tâ ki siz bilesiniz ki, gerçekten ancak Allâh her bir şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir ve şüphesiz ki Allâh ilim bakımından her bir şeyi muhakkak (çepeçevre) kuşatmıştır. Bu âyet-i kerîmede yerin de, göğün misli olarak yaratıldığı açıklanmıştır ki; bir şeyin bir şeye benzerliği, her bakımdan onunla eşit olması anlamına gelmez. Nitekim bâzı vasıflardaki ortaklık bu benzerliği doğrular. Cumhûr ulemâya göre; yerin göğe benzerliği; yedi kat olması, birbiri üstünde duran tabakalara sâhip bulunması, her iki kat arasında gökle yer arasında olduğu gibi beş yüz senelik mesâfe bulunması ve her birinde Allâh’ın birtakım yarattıkları bulunması gibi, bâzı özel konulardadır. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göre; yer tabakalarında bulunanlar ya melekler veyâ cinlerdir. Bâzı âlimlerin, yer tabakalarını yedi iklim yâhut mâdenî tabakalar veyâ toprak parçaları gibi mânâlarla yorumlamaları, İmâm-ı Ahmed ve Tirmizî gibi muhaddislerin naklettiği hadîs-i şerîflerle çatışmaktadır. Zîrâ Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) her iki yer tabakası arasında beş yüz senelik mesâfe bulunduğunu açıkça beyân etmiş ve yedi kat yeri tek tek saymıştır. (et-Tirmizî, rakam:3298; Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:8828) Dolayısıyla Âlûsî (Rahimehullâh)ın da beyânı vechile; yer tabakalarının birbirinden ayrı yedi tabaka olduğu ve her birinin kendine has sâkinleri bulunduğu görüşünü kabûl etme husûsunda ne aklen, ne de dînen hiçbir engel yoktur. Bugüne kadar yer tabakalarında farklı mahlûkāta rastlanmaması bizim bunu inkâr etmemizi gerektirmez. Zîrâ îmân ettiğimiz şeylerin ekseriyeti gaybî konulardır. Allâh’ın mülkünün genişliğine ve kudretinin büyüklüğüne inanan kişilerin, âlimlerin çoğunluğunun görüşü üzere yedi kat yerin varlığını hiç duraksamadan tasdîk etmeleri gerekir. (el-Âlûsî, 27/228-230)
سُورَةُ الطَّلَاقِ
الجزء ٢٨
٥٥٨
اَسْكِنُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ سَكَنْتُمْ مِنْ وُجْدِكُمْ وَلَا تُضَٓارُّوهُنَّ لِتُضَيِّقُوا عَلَيْهِنَّۜ وَاِنْ كُنَّ اُو۬لَاتِ حَمْلٍ فَاَنْفِقُوا عَلَيْهِنَّ حَتّٰى يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّۚ فَاِنْ اَرْضَعْنَ لَكُمْ فَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۚ وَأْتَمِرُوا بَيْنَكُمْ بِمَعْرُوفٍۚ وَاِنْ تَعَاسَرْتُمْ فَسَتُرْضِعُ لَهُٓ اُخْرٰىۜ ﴿٦
لِيُنْفِقْ ذُو سَعَةٍ مِنْ سَعَتِه۪ۜ وَمَنْ قُدِرَ عَلَيْهِ رِزْقُهُ فَلْيُنْفِقْ مِمَّٓا اٰتٰيهُ اللّٰهُۜ لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا مَٓا اٰتٰيهَاۜ سَيَجْعَلُ اللّٰهُ بَعْدَ عُسْرٍ يُسْرًا۟ ﴿٧
وَكَاَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ عَتَتْ عَنْ اَمْرِ رَبِّهَا وَرُسُلِه۪ فَحَاسَبْنَاهَا حِسَابًا شَد۪يدًا وَعَذَّبْنَاهَا عَذَابًا نُكْرًا ﴿٨
فَذَاقَتْ وَبَالَ اَمْرِهَا وَكَانَ عَاقِبَةُ اَمْرِهَا خُسْرًا ﴿٩
اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ عَذَابًا شَد۪يدًا فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِۚۛ اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚۛ قَدْ اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكُمْ ذِكْرًاۙ ﴿١٠
رَسُولًا يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ مُبَيِّنَاتٍ لِيُخْرِجَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ قَدْ اَحْسَنَ اللّٰهُ لَهُ رِزْقًا ﴿١١
اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ الْاَرْضِ مِثْلَهُنَّۜ يَتَنَزَّلُ الْاَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا ﴿١٢
Talâk Sûresi
558
Cuz 28
اَسْكِنُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ سَكَنْتُمْ مِنْ وُجْدِكُمْ وَلَا تُضَٓارُّوهُنَّ لِتُضَيِّقُوا عَلَيْهِنَّۜ وَاِنْ كُنَّ اُو۬لَاتِ حَمْلٍ فَاَنْفِقُوا عَلَيْهِنَّ حَتّٰى يَضَعْنَ حَمْلَهُنَّۚ فَاِنْ اَرْضَعْنَ لَكُمْ فَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۚ وَأْتَمِرُوا بَيْنَكُمْ بِمَعْرُوفٍۚ وَاِنْ تَعَاسَرْتُمْ فَسَتُرْضِعُ لَهُٓ اُخْرٰىۜ ﴿٦
6﴿ (Ey iddet bekleyen kadınlar hakkında takvâya nasıl riâyet edeceklerini soran müminler!) Yerleşmiş bulunduğunuz yerden bir kısmında gücünüz nispetinde (bir yere) o (boşadığınız) kadınları yerleştirin. Ama (kendileriyle geçinemeyecekleri insanları yanlarına yerleştirerek yâhut eşyâlar koyup mekânı kısıtlayarak) kendilerine darlık yapasınız (da evden çıkmaya mecbur olsunlar) diye (hîlelere başvurarak) onlara zarar vermeyin. Eğer o (boşadığınız) kadınlar (hâmile kalarak) yük sâhipleri oldu iseler, kendileri (doğum yaparak) yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka verin. Şâyet o kadınlar (doğum yaptıktan sonra) sizin için (çocuklarınızı) emzirirlerse, bu sebeple o kadınlara ücretlerini verin. (Ey anneler ve babalar!) Ayrıca (babanın cimrilik yapmaması, annenin de güçlük çıkarmaması gibi, İslâm’da iyi hasletler olduğu bilinen) mârûf bir şey ile aranızda (çocuğunuz hakkında) istişârede bulunun. Eğer (gereken ücret verilmeyerek yâhut konuşulandan fazlası istenerek) birbirinize zorluk yaparsanız, o zaman çok yakında (baba tarafından) diğer bir kadın (bulunup) onun için (çocuğunu) emzirir.
لِيُنْفِقْ ذُو سَعَةٍ مِنْ سَعَتِه۪ۜ وَمَنْ قُدِرَ عَلَيْهِ رِزْقُهُ فَلْيُنْفِقْ مِمَّٓا اٰتٰيهُ اللّٰهُۜ لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا مَٓا اٰتٰيهَاۜ سَيَجْعَلُ اللّٰهُ بَعْدَ عُسْرٍ يُسْرًا۟ ﴿٧
7﴿ Genişlik sâhibi olan kişi (boşadığı kadına maddî) genişliğine göre nafaka versin. Kim de, (Allâh tarafından) ona rızkı daraltıldı(ğı için fakir oldu) ise, artık (o da) Allâh’ın ona vermiş olduğu şeylerden (gücü nispetinde) nafaka versin. Allâh hiçbir nefsi kendisine vermiş olduğu şeyden başkasıyla mükellef (ve yükümlü) tutmaz. Muhakkak ki Allâh (karşılaşılan geçici) bir zorluğun ardından büyük bir kolaylık yaratacaktır.
وَكَاَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ عَتَتْ عَنْ اَمْرِ رَبِّهَا وَرُسُلِه۪ فَحَاسَبْنَاهَا حِسَابًا شَد۪يدًا وَعَذَّبْنَاهَا عَذَابًا نُكْرًا ﴿٨
8﴿ Bir de Rabbinin ve rasüllerinin emrinden inadına geri durmuş nice memleket (halkı vardı) ki; Biz onları(n halkını küçük-büyük her suçları hakkında) çok şiddetli bir hesâba çekme (yolu) ile muhâsebe(ye tâbi tutarak, yaptıkları hiçbir şeyi bağışlamayıp, her türlü kötü amellerinden sorumlu) etmiştik ve onlar(ın halkın)a (açlık, kıtlık ve katliâm gibi eşi benzeri görülmedik derecede) çok münker olan büyük bir azaplandırma ile azap etmiştik.
فَذَاقَتْ وَبَالَ اَمْرِهَا وَكَانَ عَاقِبَةُ اَمْرِهَا خُسْرًا ﴿٩
9﴿ Böylece onlar (kötü) işlerinin vebâlini (ve cezâsını daha dünyâda iken) tatmış ve işlerinin sonu çok büyük bir hüsrân (ve ziyân) olmuştu.
اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ عَذَابًا شَد۪يدًا فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِۚۛ اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚۛ قَدْ اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكُمْ ذِكْرًاۙ ﴿١٠
10﴿ (Âhirette ise) Allâh onlara çok şiddetli olan büyük bir azap hazırlamıştır. Ey (his ve vehim karışıklıklarından arınmış) hâlis akılların sâhipleri olan o îmân etmiş kimseler! Öyleyse siz Allâh(a isyan)dan hakkıyla sakının (da bu hükümlere riâyet edin). Allâh size gerçekten yüce bir zikir (ve çok etkili bir öğüt olan Kur’ân) indirmiştir.
رَسُولًا يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ مُبَيِّنَاتٍ لِيُخْرِجَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ قَدْ اَحْسَنَ اللّٰهُ لَهُ رِزْقًا ﴿١١
11﴿ Çok değerli bir Rasûl’ü (de göndermiştir) ki; Allâh’ın (indirdiği hükümleri) ziyâde açıklayıcı olan âyetlerini sizin üzerinize peş peşe okumaktadır. Tâ ki o (Rasûl), îmân (şartlarına şüphesiz bir şekilde îtikād) etmiş olan kişileri ve o (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiş bulunan kimseleri o (kâfirlik, sapıklık ve cehâlet) karanlıklar(ın)dan (uzaklaştırıp) o (îmân) nûr(un)a çıkarsın. Zâten her kim Allâh’a îmân eder ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlerse, O (Allâh-u Te‘âlâ) onu, içlerinde sonsuza kadar ebedî kalıcı kimseler olmak üzere öyle kıymetli cennetlere girdirir ki, onların (köşklerinin ve ağaçlarının) altından sürekli ırmaklar akmaktadır. Gerçekten Allâh onun için (âhiretteki) rızkı(nı) ne kadar büyük ve güzel yapmıştır.
اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ الْاَرْضِ مِثْلَهُنَّۜ يَتَنَزَّلُ الْاَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا ﴿١٢
12﴿ Ancak Allâh öyle (kudretli) bir Zâttır ki; yedi (kat) göğü, yerden de onların mislini (îcâd ederek yeryüzünü yedi tabaka hâlinde) yaratmıştır. O (İlâhî) emirler (ve kazâ-kaderden ibâret olan yaratma ve yönetme işleri) o (yedi kat gökle yedi kat yeri)n (tabaka)lar(ı) arasında sürekli inmektedir. (Böylece Allâh’ın, kullar hakkında hükmettiği hayat ve ölüm, zenginlik ve fakirlik, kuvvet ve acziyet gibi buyrukları her şey hakkında geçerliliğini sürdürmektedir.) Tâ ki siz bilesiniz ki, gerçekten ancak Allâh her bir şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir ve şüphesiz ki Allâh ilim bakımından her bir şeyi muhakkak (çepeçevre) kuşatmıştır. Bu âyet-i kerîmede yerin de, göğün misli olarak yaratıldığı açıklanmıştır ki; bir şeyin bir şeye benzerliği, her bakımdan onunla eşit olması anlamına gelmez. Nitekim bâzı vasıflardaki ortaklık bu benzerliği doğrular. Cumhûr ulemâya göre; yerin göğe benzerliği; yedi kat olması, birbiri üstünde duran tabakalara sâhip bulunması, her iki kat arasında gökle yer arasında olduğu gibi beş yüz senelik mesâfe bulunması ve her birinde Allâh’ın birtakım yarattıkları bulunması gibi, bâzı özel konulardadır. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göre; yer tabakalarında bulunanlar ya melekler veyâ cinlerdir. Bâzı âlimlerin, yer tabakalarını yedi iklim yâhut mâdenî tabakalar veyâ toprak parçaları gibi mânâlarla yorumlamaları, İmâm-ı Ahmed ve Tirmizî gibi muhaddislerin naklettiği hadîs-i şerîflerle çatışmaktadır. Zîrâ Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) her iki yer tabakası arasında beş yüz senelik mesâfe bulunduğunu açıkça beyân etmiş ve yedi kat yeri tek tek saymıştır. (et-Tirmizî, rakam:3298; Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:8828) Dolayısıyla Âlûsî (Rahimehullâh)ın da beyânı vechile; yer tabakalarının birbirinden ayrı yedi tabaka olduğu ve her birinin kendine has sâkinleri bulunduğu görüşünü kabûl etme husûsunda ne aklen, ne de dînen hiçbir engel yoktur. Bugüne kadar yer tabakalarında farklı mahlûkāta rastlanmaması bizim bunu inkâr etmemizi gerektirmez. Zîrâ îmân ettiğimiz şeylerin ekseriyeti gaybî konulardır. Allâh’ın mülkünün genişliğine ve kudretinin büyüklüğüne inanan kişilerin, âlimlerin çoğunluğunun görüşü üzere yedi kat yerin varlığını hiç duraksamadan tasdîk etmeleri gerekir. (el-Âlûsî, 27/228-230)