v02.01.25 Geliştirme Notları
Tahrîm Sûresi
559
Cuz 28
ATMIŞALTINCI SÛRE-İ CELİLE
el-Tahrîm
SÛRE-İ CELîLESİ

Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 12 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Ey Nebiyy(-i zîşân)! Zevcelerinin hoşnutluğunu aramakta olduğun hâlde niçin Allâh’ın sana helâl etmiş olduğu şeyleri (kendine) haram ediyorsun?! (Gerçi bu, haddi zâtında günah değilse de, senin yüce makāmına nispetle evlâyı terk dahî günah gibi sayılacağından) Allâh (o zelleni hakkıyla bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (çok merhametli olduğu için seni sorumlu tutmayan bir) Rahîm’dir. Âişe (Radıyallâhu Anhâ) şöyle anlatmıştır: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tatlıyı, özellikle balı çok severdi. Zeyneb bintü Cahş (Radıyallâhu Anhâ)nın yanında ara sıra fazlaca kalıp bal şerbeti içerdi. Bundan dolayı bana bir kıskançlık ârız oldu ve yakın arkadaşım Hafsa ile: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hangimizin yanına girerse, ona: ‘Sende hoş olmayan bir koku hissediyorum, yoksa kötü kokulu bir şey mi yedin?’ diyeceğimize dâir anlaştık.” Bir kere o, eşi Hafsa’nın yanına girdiğinde o kendisine bunu söyleyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Hayır! Ben Zeyneb bintü Cahş’ın yanında bal şerbeti içtim. Ama bir daha içmeyeceğime yemîn ettim fakat bunu (yâni helâl olan bir şeyi kendime harâm ettiğimi) kimseye söyleme!” buyurarak bunu gizlemesini istedi. İşte bu hususta bu âyet-i celîle nâzil oldu. (el-Buhârî, rakam:5267, 6691, 4912; Müslim, rakam:1474) Müfessirlerin sebe-i nüzûl hakkındaki nakilleri vechile; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Hafsa (Radıyallâhu Anhâ)nın yanından ayrılır ayrılmaz o, Âişe (Radıyallâhu Anhâ) ile arasındaki duvara vurarak ona bu durumu haber verdi ve kimseye söylememesini istedi. Derken Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kendisine gelen vahiyle bu durumu öğrenince, sırrının açığa çıkmasından dolayı hiddetlenerek bir ay süreyle hiçbir hanımının yanına girmedi. İşte bu kıssa hakkında bu sûrenin başından îtibâren beş âyet-i celîle nâzil oldu. (el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 6/298) Bâzı câhillerin sandığı gibi burada bir günah söz konusu değildir, zîrâ İbnü’l-Müneyyir (Rahimehullâh)ın beyânı vechile; Allâh’ın helâlini haram kılmak iki türlü değerlendirilir: Bir helâlin haram olduğuna inanmak şeklinde ise, günahtan da öte insanı kâfir edecek bir inançtır ki, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hakkında böyle bir şeyi düşünmek kâfirliktir. Ama Allâh’ın bir helâlini, yemîn etmek sûretiyle kendine yasaklamak anlamında kabûl edilirse, bu günah bile değildir. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yaptığı da budur! Ancak Allâh-u Te‘âlâ Habîbine çok acıdığından ve eşlerini hoşnut etmek için kendisine zor gelecek şeylere katlanmasını onun yüce makāmına yakıştıramadığından dolayı bu âyet-i kerîmede ona bir merhamet siteminde bulunmuştur. (İbnü’l-Müneyyir, el-İntisâf, 4/125; el-Âlûsî, 27/240) Bu âyet-i kerîmede helâl bir şeyin haram edilmesinden bahsedilirken, Allâh’ın helâlinin haram olduğuna inanma mânâsı kastedilmemiştir, zîrâ böyle bir inanç insanı kâfir eder. Lâkin bir insanın: “Ben sütü kendime harâm ettim” veyâ: “Eşimle cimâ etmeyi kendime harâm ettim” gibi laflar söyleyip helâl olan şeylerden istifâdeyi kendine harâm ettiğini ifâde etmesi Hanefî mezhebine göre “Yemîn etme” anlamına gelmektedir ki, bu durumda o kişinin o işi yaptıktan sonra yemîn keffâreti vermesi gerekir. (el-Medârik, 3/504; el-Âlûsî, 27/239-243; İbnü Mâze, el-Muhîtu’l-Burhânî, 4/202; es-Serahsî, el-Mebsût, 8/147)
2﴿ Muhakkak ki Allâh yeminlerinizi çözme(k istediğinizde keffâret verme)yi size farz kılmıştır. Zâten ancak Allâh sizin (bütün işlerinizi yöneten) Mevlâ’nızdır. Yine ancak O Alîm’dir, Hakîm’dir. (Her şeyi bilip her işte sizin menfaatinizi gözettiğinden dolayı ve kârınıza olan şeyleri bildiği için tüm emir ve yasakları hikmete uygundur.)
3﴿ (Habîbim!) O vakti de (ümmetine anlat) ki; o Nebiyy(-i zîşân), zevcelerinden biri (olan Hafsa isimli eşi)ne sır olarak bir söz söylemişti, ama o kadın onu (Âişe’ye) haber verdiği zaman, Allâh da o (Nebiyy-i zîşâ)na onu açıklayınca, o (Rasûl) onun bir kısmını (Hafsa’ya) bildirdi, diğer bir kısımdan da yüz çevirdi. Artık o (Rasûl) o kadına bunu haber verince o (Hafsa): “İşte bunu sana kim haber verdi?” dedi. O da: “(Her şeyin görünen-görünmeyen tüm yönlerini hakkıyla bilen) O Alîm ve Habîr bana haber verdi” dedi. Bu âyet-i celîlede zikredilen “Sır”dan ne kastedildiği hakkında iki görüş vardır, birincisi; ilk âyet-i kerîmenin tefsîrinden naklettiğimiz üzere Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in balı kendisine harâm etmesidir. İkinci kavle göre ise; kendisinden sonra kimlerin halîfe olacağını bildirmesidir. Nitekim Hazret-i Alî ve İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhüm)den nakledildiğine göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Hafsa (Radıyallâhu Anhâ)ya: “Senin babanla Âişe’nin babası benden sonra ümmetin işlerini yöneteceklerdir, sakın bunu kimseye söyleme” diye bildirmiştir. (Ebû Nu‘aym, Fedâilü’l-hulefâi’r-râşidîn, rakam:178-179, sh:145; İbnü ‘Asâkir, Târîhu Medîneti Dımeşk, 30/223; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 6/241; el-Âlûsî, 27/246-247) Dolayısıyla bu âyet-i kerîmede Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Hafsa (Radıyallâhu Anhâ) ile yüzleştiği bildirilen konu, bal yemeyi ve câriyesi Mâriye ile cimâ‘ı kendisine harâm ettiğini söylemesinden ibârettir, temâs etmediği mevzu ise babalarının hilâfeti konusudur. (Sa‘îd ibnü Mansûr, es-Sünen, rakam:1707; Taberânî, el-Evsat, rakam:2316; ez-Zeyla‘î, Tahrîcü ehâdîsi’l-Keşşâf, 4/60; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 14/574-576; el-Âlûsî, 27/245-247)
4﴿ (Ey Âişe ve Hafsa!) Eğer ikiniz (peygamberime karşı yapmış olduğunuz bu işten) Allâh’a tevbe ederseniz (işte ikinizin de yapması farz olan şey budur). Zâten gerçekten ikinizin kalpleri (haktan) meyletmiştir. (Çünkü hak olan şey Rasûlüllâh’ın sevdiğini sevmek, sevmediğini de hoş karşılamamak idi.) Ama (bundan sonra da) ona karşı ikiniz birbirinize arka (ve destek) çıkarsanız, şüphesiz ki ancak Allâh onun Mevlâ’sı (ve yardımıcısı)dır. (Habîbim!) İşte sana! Bunun ardından Cibrîl de, (Ebû Bekr ve Ömer gibi) müminlerin sâlih olanları ve melekler de (onun) yardımcılar(ı)dır.
5﴿ O (Rasûl) sizi boşarsa, umulur ki Rabbi sizin yerinize ona sizden daha hayırlı olan zevceleri; (kelime-i şehâdeti dil ile söyleyerek) Müslüman olanları, (kalplerinden) îmân edenleri, namaz(ı hakkıyla) kılanları, (günahlarından) tevbe edenleri, çokça (nâfile) ibâdet edenleri, oruç tutanları, dulları ve bâkireleri (eş olarak) verir.
6﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! (Emirleri tutup, yasaklardan kaçarak) kendi nefislerinizi ve âilelerinizi farklı bir ateşten koruyun ki; (diğer ateşler odunla tutuştuğu gibi) onun yakacağı (da), o (kâfir) insanlarla (çabuk yanan ve çokça yakan) o (kibrit) taşlar(ı)dır. Onun üzerinde (görevli kılınmış) birtakım melekler vardır ki kendileri iri yapılı, sert tabîatlıdırlar, onlar emretmiş olduğu şeyler husûsunda Allâh’a isyân etmezler ve emrolunmakta oldukları şeyleri (hiç geciktirmeden hemen) yaparlar. Ebû İmrân el-Cevnî (Rahimehullâh)dan nakledildiğine göre; zebânî diye bilinen bu meleklerin sayısı on dokuz olup, her birinin iki omuzunun arası yüz senelik mesâfedir. Kalplerinde hiçbir acıma duygusu bulunmayan bu melekler azap yapmak için yaratılmışlardır. Onlardan biri cehennem ehlinden birisine bir darbe vurduğu zaman, onu tepesinden tırnağına kadar öğütülmüş bir un hâline getirir. (‘Abdullâh ibnü Ahmed, Zevâidü’z-Zühd, sh:312; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 14/592)
7﴿ (Kâfirler cehenneme atılırken özür dilemeye kalktıklarında onlara denir ki:) “Ey inkâr etmiş olan o kimseler! Bugün özür dilemeyin! Siz ancak (dünyâda) sürekli yapmakta olduğunuz şeylerle cezâlandırılmaktasınız.”
سُورَةُ التَّحْر۪يمِ
الجزء ٢٨
٥٥٩
سُورَةُالتَّحْر۪يمِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكَۚ تَبْتَغ۪ي مَرْضَاتَ اَزْوَاجِكَۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١
قَدْ فَرَضَ اللّٰهُ لَكُمْ تَحِلَّةَ اَيْمَانِكُمْۚ وَاللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ ﴿٢
وَاِذْ اَسَرَّ النَّبِيُّ اِلٰى بَعْضِ اَزْوَاجِه۪ حَد۪يثًاۚ فَلَمَّا نَبَّاَتْ بِه۪ وَاَظْهَرَهُ اللّٰهُ عَلَيْهِ عَرَّفَ بَعْضَهُ وَاَعْرَضَ عَنْ بَعْضٍۚ فَلَمَّا نَبَّاَهَا بِه۪ قَالَتْ مَنْ اَنْبَاَكَ هٰذَاۜ قَالَ نَبَّاَنِيَ الْعَل۪يمُ الْخَب۪يرُ ﴿٣
اِنْ تَتُوبَٓا اِلَى اللّٰهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَاۚ وَاِنْ تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ مَوْلٰيهُ وَجِبْر۪يلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَعْدَ ذٰلِكَ ظَه۪يرٌ ﴿٤
عَسٰى رَبُّهُٓ اِنْ طَلَّقَكُنَّ اَنْ يُبْدِلَهُٓ اَزْوَاجًا خَيْرًا مِنْكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَٓائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَٓائِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَاَبْكَارًا ﴿٥
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ ﴿٦
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَعْتَذِرُوا الْيَوْمَۜ اِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟ ﴿٧
Tahrîm Sûresi
559
Cuz 28
ATMIŞALTINCI SÛRE-İ CELİLE
el-Tahrîm
SÛRE-İ CELîLESİ

Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 12 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكَۚ تَبْتَغ۪ي مَرْضَاتَ اَزْوَاجِكَۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١
1﴿ Ey Nebiyy(-i zîşân)! Zevcelerinin hoşnutluğunu aramakta olduğun hâlde niçin Allâh’ın sana helâl etmiş olduğu şeyleri (kendine) haram ediyorsun?! (Gerçi bu, haddi zâtında günah değilse de, senin yüce makāmına nispetle evlâyı terk dahî günah gibi sayılacağından) Allâh (o zelleni hakkıyla bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (çok merhametli olduğu için seni sorumlu tutmayan bir) Rahîm’dir. Âişe (Radıyallâhu Anhâ) şöyle anlatmıştır: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tatlıyı, özellikle balı çok severdi. Zeyneb bintü Cahş (Radıyallâhu Anhâ)nın yanında ara sıra fazlaca kalıp bal şerbeti içerdi. Bundan dolayı bana bir kıskançlık ârız oldu ve yakın arkadaşım Hafsa ile: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hangimizin yanına girerse, ona: ‘Sende hoş olmayan bir koku hissediyorum, yoksa kötü kokulu bir şey mi yedin?’ diyeceğimize dâir anlaştık.” Bir kere o, eşi Hafsa’nın yanına girdiğinde o kendisine bunu söyleyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Hayır! Ben Zeyneb bintü Cahş’ın yanında bal şerbeti içtim. Ama bir daha içmeyeceğime yemîn ettim fakat bunu (yâni helâl olan bir şeyi kendime harâm ettiğimi) kimseye söyleme!” buyurarak bunu gizlemesini istedi. İşte bu hususta bu âyet-i celîle nâzil oldu. (el-Buhârî, rakam:5267, 6691, 4912; Müslim, rakam:1474) Müfessirlerin sebe-i nüzûl hakkındaki nakilleri vechile; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Hafsa (Radıyallâhu Anhâ)nın yanından ayrılır ayrılmaz o, Âişe (Radıyallâhu Anhâ) ile arasındaki duvara vurarak ona bu durumu haber verdi ve kimseye söylememesini istedi. Derken Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kendisine gelen vahiyle bu durumu öğrenince, sırrının açığa çıkmasından dolayı hiddetlenerek bir ay süreyle hiçbir hanımının yanına girmedi. İşte bu kıssa hakkında bu sûrenin başından îtibâren beş âyet-i celîle nâzil oldu. (el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 6/298) Bâzı câhillerin sandığı gibi burada bir günah söz konusu değildir, zîrâ İbnü’l-Müneyyir (Rahimehullâh)ın beyânı vechile; Allâh’ın helâlini haram kılmak iki türlü değerlendirilir: Bir helâlin haram olduğuna inanmak şeklinde ise, günahtan da öte insanı kâfir edecek bir inançtır ki, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hakkında böyle bir şeyi düşünmek kâfirliktir. Ama Allâh’ın bir helâlini, yemîn etmek sûretiyle kendine yasaklamak anlamında kabûl edilirse, bu günah bile değildir. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yaptığı da budur! Ancak Allâh-u Te‘âlâ Habîbine çok acıdığından ve eşlerini hoşnut etmek için kendisine zor gelecek şeylere katlanmasını onun yüce makāmına yakıştıramadığından dolayı bu âyet-i kerîmede ona bir merhamet siteminde bulunmuştur. (İbnü’l-Müneyyir, el-İntisâf, 4/125; el-Âlûsî, 27/240) Bu âyet-i kerîmede helâl bir şeyin haram edilmesinden bahsedilirken, Allâh’ın helâlinin haram olduğuna inanma mânâsı kastedilmemiştir, zîrâ böyle bir inanç insanı kâfir eder. Lâkin bir insanın: “Ben sütü kendime harâm ettim” veyâ: “Eşimle cimâ etmeyi kendime harâm ettim” gibi laflar söyleyip helâl olan şeylerden istifâdeyi kendine harâm ettiğini ifâde etmesi Hanefî mezhebine göre “Yemîn etme” anlamına gelmektedir ki, bu durumda o kişinin o işi yaptıktan sonra yemîn keffâreti vermesi gerekir. (el-Medârik, 3/504; el-Âlûsî, 27/239-243; İbnü Mâze, el-Muhîtu’l-Burhânî, 4/202; es-Serahsî, el-Mebsût, 8/147)
قَدْ فَرَضَ اللّٰهُ لَكُمْ تَحِلَّةَ اَيْمَانِكُمْۚ وَاللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ ﴿٢
2﴿ Muhakkak ki Allâh yeminlerinizi çözme(k istediğinizde keffâret verme)yi size farz kılmıştır. Zâten ancak Allâh sizin (bütün işlerinizi yöneten) Mevlâ’nızdır. Yine ancak O Alîm’dir, Hakîm’dir. (Her şeyi bilip her işte sizin menfaatinizi gözettiğinden dolayı ve kârınıza olan şeyleri bildiği için tüm emir ve yasakları hikmete uygundur.)
وَاِذْ اَسَرَّ النَّبِيُّ اِلٰى بَعْضِ اَزْوَاجِه۪ حَد۪يثًاۚ فَلَمَّا نَبَّاَتْ بِه۪ وَاَظْهَرَهُ اللّٰهُ عَلَيْهِ عَرَّفَ بَعْضَهُ وَاَعْرَضَ عَنْ بَعْضٍۚ فَلَمَّا نَبَّاَهَا بِه۪ قَالَتْ مَنْ اَنْبَاَكَ هٰذَاۜ قَالَ نَبَّاَنِيَ الْعَل۪يمُ الْخَب۪يرُ ﴿٣
3﴿ (Habîbim!) O vakti de (ümmetine anlat) ki; o Nebiyy(-i zîşân), zevcelerinden biri (olan Hafsa isimli eşi)ne sır olarak bir söz söylemişti, ama o kadın onu (Âişe’ye) haber verdiği zaman, Allâh da o (Nebiyy-i zîşâ)na onu açıklayınca, o (Rasûl) onun bir kısmını (Hafsa’ya) bildirdi, diğer bir kısımdan da yüz çevirdi. Artık o (Rasûl) o kadına bunu haber verince o (Hafsa): “İşte bunu sana kim haber verdi?” dedi. O da: “(Her şeyin görünen-görünmeyen tüm yönlerini hakkıyla bilen) O Alîm ve Habîr bana haber verdi” dedi. Bu âyet-i celîlede zikredilen “Sır”dan ne kastedildiği hakkında iki görüş vardır, birincisi; ilk âyet-i kerîmenin tefsîrinden naklettiğimiz üzere Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in balı kendisine harâm etmesidir. İkinci kavle göre ise; kendisinden sonra kimlerin halîfe olacağını bildirmesidir. Nitekim Hazret-i Alî ve İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhüm)den nakledildiğine göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Hafsa (Radıyallâhu Anhâ)ya: “Senin babanla Âişe’nin babası benden sonra ümmetin işlerini yöneteceklerdir, sakın bunu kimseye söyleme” diye bildirmiştir. (Ebû Nu‘aym, Fedâilü’l-hulefâi’r-râşidîn, rakam:178-179, sh:145; İbnü ‘Asâkir, Târîhu Medîneti Dımeşk, 30/223; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 6/241; el-Âlûsî, 27/246-247) Dolayısıyla bu âyet-i kerîmede Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Hafsa (Radıyallâhu Anhâ) ile yüzleştiği bildirilen konu, bal yemeyi ve câriyesi Mâriye ile cimâ‘ı kendisine harâm ettiğini söylemesinden ibârettir, temâs etmediği mevzu ise babalarının hilâfeti konusudur. (Sa‘îd ibnü Mansûr, es-Sünen, rakam:1707; Taberânî, el-Evsat, rakam:2316; ez-Zeyla‘î, Tahrîcü ehâdîsi’l-Keşşâf, 4/60; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 14/574-576; el-Âlûsî, 27/245-247)
اِنْ تَتُوبَٓا اِلَى اللّٰهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَاۚ وَاِنْ تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ مَوْلٰيهُ وَجِبْر۪يلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَعْدَ ذٰلِكَ ظَه۪يرٌ ﴿٤
4﴿ (Ey Âişe ve Hafsa!) Eğer ikiniz (peygamberime karşı yapmış olduğunuz bu işten) Allâh’a tevbe ederseniz (işte ikinizin de yapması farz olan şey budur). Zâten gerçekten ikinizin kalpleri (haktan) meyletmiştir. (Çünkü hak olan şey Rasûlüllâh’ın sevdiğini sevmek, sevmediğini de hoş karşılamamak idi.) Ama (bundan sonra da) ona karşı ikiniz birbirinize arka (ve destek) çıkarsanız, şüphesiz ki ancak Allâh onun Mevlâ’sı (ve yardımıcısı)dır. (Habîbim!) İşte sana! Bunun ardından Cibrîl de, (Ebû Bekr ve Ömer gibi) müminlerin sâlih olanları ve melekler de (onun) yardımcılar(ı)dır.
عَسٰى رَبُّهُٓ اِنْ طَلَّقَكُنَّ اَنْ يُبْدِلَهُٓ اَزْوَاجًا خَيْرًا مِنْكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَٓائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَٓائِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَاَبْكَارًا ﴿٥
5﴿ O (Rasûl) sizi boşarsa, umulur ki Rabbi sizin yerinize ona sizden daha hayırlı olan zevceleri; (kelime-i şehâdeti dil ile söyleyerek) Müslüman olanları, (kalplerinden) îmân edenleri, namaz(ı hakkıyla) kılanları, (günahlarından) tevbe edenleri, çokça (nâfile) ibâdet edenleri, oruç tutanları, dulları ve bâkireleri (eş olarak) verir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قُٓوا اَنْفُسَكُمْ وَاَهْل۪يكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلٰٓئِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللّٰهَ مَٓا اَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ ﴿٦
6﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! (Emirleri tutup, yasaklardan kaçarak) kendi nefislerinizi ve âilelerinizi farklı bir ateşten koruyun ki; (diğer ateşler odunla tutuştuğu gibi) onun yakacağı (da), o (kâfir) insanlarla (çabuk yanan ve çokça yakan) o (kibrit) taşlar(ı)dır. Onun üzerinde (görevli kılınmış) birtakım melekler vardır ki kendileri iri yapılı, sert tabîatlıdırlar, onlar emretmiş olduğu şeyler husûsunda Allâh’a isyân etmezler ve emrolunmakta oldukları şeyleri (hiç geciktirmeden hemen) yaparlar. Ebû İmrân el-Cevnî (Rahimehullâh)dan nakledildiğine göre; zebânî diye bilinen bu meleklerin sayısı on dokuz olup, her birinin iki omuzunun arası yüz senelik mesâfedir. Kalplerinde hiçbir acıma duygusu bulunmayan bu melekler azap yapmak için yaratılmışlardır. Onlardan biri cehennem ehlinden birisine bir darbe vurduğu zaman, onu tepesinden tırnağına kadar öğütülmüş bir un hâline getirir. (‘Abdullâh ibnü Ahmed, Zevâidü’z-Zühd, sh:312; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 14/592)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَعْتَذِرُوا الْيَوْمَۜ اِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟ ﴿٧
7﴿ (Kâfirler cehenneme atılırken özür dilemeye kalktıklarında onlara denir ki:) “Ey inkâr etmiş olan o kimseler! Bugün özür dilemeyin! Siz ancak (dünyâda) sürekli yapmakta olduğunuz şeylerle cezâlandırılmaktasınız.”