v02.01.25 Geliştirme Notları
Mülk Sûresi
561
Cuz 29
ATMIŞYEDİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Mülk
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (; Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 30 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ O Zâtın (hayrı ve) bereketi dâimâ çok olmuştur ki, mülk (ve saltanat) ancak O’nun (yönetim ve) tasarrufundadır ve O (Allâh-u Te‘âlâ), her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
2﴿ (O Allâh-u Te‘âlâ) öyle (yüce bir) Zâttır ki; amel bakımından hanginiz daha güzel (davranıp İlâhî hükümleri anlama husûsunda daha akıllı, haramlardan daha sakınıcı ve Allâh’ın tâatına daha çabuk icâbet edici) olacak diye sizi imtihan (edenin muâmelesine tâbi) etsin için ölümü ve hayâtı yaratmıştır (ki, böylece hayatla ölüm arasında yönelteceği emir ve yasaklarla sizi imtihan ederek, yapacaklarınız hakkındaki ezelî ilmini ortaya çıkaracak, sonra da Kendi ilmine göre değil de, sizin yaptıklarınıza göre karşılığınızı verecektir). Yine ancak O (kötü amel işleyene azap etme gücüne sâhip bir) Azîz’dir, (günahları ne kadar çok da olsa tevbe edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur.
3﴿ (O Allâh-u Te‘âlâ) öyle (kudret sâhibi yüce bir) Zâttır ki; yedi (kat) gökleri (birbiri üzerine kurulmuş) tabakalar hâlinde yaratmıştır. (Ey gören insan! Ne kadar araştırsan da yarattıklarına son derece acıyan) O Rahmân’ın yaratışında münâsebetsizlikten (ve uyumsuzluktan) herhangi bir şeyi göremezsin. (Eğer bu hususta bir şüphe taşıyorsan) haydi gözü(nü göğe doğru) çevir (de bak) ki, sen (onda) çatlaklardan herhangi bir şeyi görebilecek misin?!
4﴿ Sonra gözü(nü) iki kere daha (göğe doğru) çevir ki, (netîcede) o göz(ün art arda baktığı hâlde aradığını bulmaktan mahrum ve) uzak kalmış bir hâlde, üstelik o (gözün) çok yorgun olarak sana dönecektir.
5﴿ Andolsun ki; elbette Biz (size) o en yakın olan göğü gerçekten kandiller (gibi parlayan yıldızlar) ile iyice süsledik ve onları (melekler arasında müzâkere edilen vahiyleri duymak için kulak hırsızlığı yapan) o şeytanlar(ı yakmak) için taşlayacak şeyler yaptık. Üstelik (dünyâda yıldız parçalarıyla yakılmalarının ardından âhirette) onlar için çokça alevlendirilmiş ateş azâbı hazırladık.
6﴿ (Gerek şeytanlardan, gerekse cinler ve insanlardan) Rablerini inkâr etmiş olan o kimseler için cehennem azâbı vardır. O son varılacak yer de ne kötü olmuştur!
7﴿ Onlar (cehenneme sevkedilip) onun içerisine (büyük bir ateş içine atılan odunlar gibi) atıldıkları zaman, kendisi (kazan gibi) şiddetle sürekli kaynarken ona âit kötü ve korkunç bir ses işitirler (ki o, eşek anırmasını andırmaktadır).
8﴿ O (kâfirlere karşı) öfke(sin)den dolayı o (cehennemin parçaları) birbirinden iyice ayrılmaya yakın olacak. (“O kâfirler ne zaman bana atılacaklar da onları yakacağım?” diye neredeyse çatlayacak ve her parçası başka bir yere fırlayacak!) Her ne zaman (kâfir) bir topluluk onun içerisine atılacak olsa (Mâlik ve yardımcılarından oluşan cehennem) bekçileri onlara sorar ki: “(Bu gününüze kavuşacağınıza dâir) size (Allâh’ın âyetlerini okuyan) bir uyarıcı gelmemiş miydi?!”
9﴿ Onlar (ise cevâben) dediler ki: “Evet! Gerçekten bize bir uyarıcı gelmişti ama biz (onun Allâh tarafından gönderildiğini) yalanlamıştık ve: ‘(Sizin bahsettiğiniz konularda) Allâh hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak çok büyük bir sapıklık (ve haktan çok uzak kalmış bir görüş) içindesiniz’ demiştik.”
10﴿ Yine onlar (suçlarını îtirâf için): “Eğer biz (uyarıları hakkı bulmak niyetiyle) duymakta olsaydık ya da (gerçekleri düşünen bir akılla) anlamakta olsaydık, (bugün biz) o şiddetle alevlendirilmiş (cehennem) ateşin(in) halkı arasında bulunmazdık” dediler.
11﴿ Böylece onlar günahlarını îtirâf ettiler! Artık o şiddetle alevlendirilmiş (cehennem) ateşin(in) ashâbı için tam bir uzaklaştırma ile (Allâh-u Te‘âlâ onları rahmetinden uzak etsin).
12﴿ O kimseler ki; Rablerin(i görmedikleri hâlde Kendisin)den gıyâben korkmaktadırlar, gerçekten (günahları için) büyük bir mağfiret ve çok değerli büyük bir mükâfât özellikle onlar içindir.
سُورَةُ الْمُلْكِ
الجزء ٢٩
٥٦١
سُورَةُالْمُلْكِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
تَبَارَكَ الَّذ۪ي بِيَدِهِ الْمُلْكُۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ ﴿١
اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ ﴿٢
اَلَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقًاۜ مَا تَرٰى ف۪ي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ مِنْ تَفَاوُتٍۜ فَارْجِعِ الْبَصَرَۙ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ ﴿٣
ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئًا وَهُوَ حَس۪يرٌ ﴿٤
وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاط۪ينِ وَاَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّع۪يرِ ﴿٥
وَلِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ عَذَابُ جَهَنَّمَۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ ﴿٦
اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقًا وَهِيَ تَفُورُۙ ﴿٧
تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِۜ كُلَّمَٓا اُلْقِيَ ف۪يهَا فَوْجٌ سَاَلَهُمْ خَزَنَتُهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذ۪يرٌ ﴿٨
قَالُوا بَلٰى قَدْ جَٓاءَنَا نَذ۪يرٌ فَكَذَّبْنَا وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۚ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ كَب۪يرٍ ﴿٩
وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ ﴿١٠
فَاعْتَرَفُوا بِذَنْبِهِمْۚ فَسُحْقًا لِاَصْحَابِ السَّع۪يرِ ﴿١١
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ ﴿١٢
Mülk Sûresi
561
Cuz 29
ATMIŞYEDİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Mülk
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (; Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 30 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
تَبَارَكَ الَّذ۪ي بِيَدِهِ الْمُلْكُۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ ﴿١
1﴿ O Zâtın (hayrı ve) bereketi dâimâ çok olmuştur ki, mülk (ve saltanat) ancak O’nun (yönetim ve) tasarrufundadır ve O (Allâh-u Te‘âlâ), her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
اَلَّذ۪ي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلًاۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفُورُۙ ﴿٢
2﴿ (O Allâh-u Te‘âlâ) öyle (yüce bir) Zâttır ki; amel bakımından hanginiz daha güzel (davranıp İlâhî hükümleri anlama husûsunda daha akıllı, haramlardan daha sakınıcı ve Allâh’ın tâatına daha çabuk icâbet edici) olacak diye sizi imtihan (edenin muâmelesine tâbi) etsin için ölümü ve hayâtı yaratmıştır (ki, böylece hayatla ölüm arasında yönelteceği emir ve yasaklarla sizi imtihan ederek, yapacaklarınız hakkındaki ezelî ilmini ortaya çıkaracak, sonra da Kendi ilmine göre değil de, sizin yaptıklarınıza göre karşılığınızı verecektir). Yine ancak O (kötü amel işleyene azap etme gücüne sâhip bir) Azîz’dir, (günahları ne kadar çok da olsa tevbe edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur.
اَلَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ طِبَاقًاۜ مَا تَرٰى ف۪ي خَلْقِ الرَّحْمٰنِ مِنْ تَفَاوُتٍۜ فَارْجِعِ الْبَصَرَۙ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ ﴿٣
3﴿ (O Allâh-u Te‘âlâ) öyle (kudret sâhibi yüce bir) Zâttır ki; yedi (kat) gökleri (birbiri üzerine kurulmuş) tabakalar hâlinde yaratmıştır. (Ey gören insan! Ne kadar araştırsan da yarattıklarına son derece acıyan) O Rahmân’ın yaratışında münâsebetsizlikten (ve uyumsuzluktan) herhangi bir şeyi göremezsin. (Eğer bu hususta bir şüphe taşıyorsan) haydi gözü(nü göğe doğru) çevir (de bak) ki, sen (onda) çatlaklardan herhangi bir şeyi görebilecek misin?!
ثُمَّ ارْجِعِ الْبَصَرَ كَرَّتَيْنِ يَنْقَلِبْ اِلَيْكَ الْبَصَرُ خَاسِئًا وَهُوَ حَس۪يرٌ ﴿٤
4﴿ Sonra gözü(nü) iki kere daha (göğe doğru) çevir ki, (netîcede) o göz(ün art arda baktığı hâlde aradığını bulmaktan mahrum ve) uzak kalmış bir hâlde, üstelik o (gözün) çok yorgun olarak sana dönecektir.
وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاط۪ينِ وَاَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابَ السَّع۪يرِ ﴿٥
5﴿ Andolsun ki; elbette Biz (size) o en yakın olan göğü gerçekten kandiller (gibi parlayan yıldızlar) ile iyice süsledik ve onları (melekler arasında müzâkere edilen vahiyleri duymak için kulak hırsızlığı yapan) o şeytanlar(ı yakmak) için taşlayacak şeyler yaptık. Üstelik (dünyâda yıldız parçalarıyla yakılmalarının ardından âhirette) onlar için çokça alevlendirilmiş ateş azâbı hazırladık.
وَلِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ عَذَابُ جَهَنَّمَۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ ﴿٦
6﴿ (Gerek şeytanlardan, gerekse cinler ve insanlardan) Rablerini inkâr etmiş olan o kimseler için cehennem azâbı vardır. O son varılacak yer de ne kötü olmuştur!
اِذَٓا اُلْقُوا ف۪يهَا سَمِعُوا لَهَا شَه۪يقًا وَهِيَ تَفُورُۙ ﴿٧
7﴿ Onlar (cehenneme sevkedilip) onun içerisine (büyük bir ateş içine atılan odunlar gibi) atıldıkları zaman, kendisi (kazan gibi) şiddetle sürekli kaynarken ona âit kötü ve korkunç bir ses işitirler (ki o, eşek anırmasını andırmaktadır).
تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِۜ كُلَّمَٓا اُلْقِيَ ف۪يهَا فَوْجٌ سَاَلَهُمْ خَزَنَتُهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذ۪يرٌ ﴿٨
8﴿ O (kâfirlere karşı) öfke(sin)den dolayı o (cehennemin parçaları) birbirinden iyice ayrılmaya yakın olacak. (“O kâfirler ne zaman bana atılacaklar da onları yakacağım?” diye neredeyse çatlayacak ve her parçası başka bir yere fırlayacak!) Her ne zaman (kâfir) bir topluluk onun içerisine atılacak olsa (Mâlik ve yardımcılarından oluşan cehennem) bekçileri onlara sorar ki: “(Bu gününüze kavuşacağınıza dâir) size (Allâh’ın âyetlerini okuyan) bir uyarıcı gelmemiş miydi?!”
قَالُوا بَلٰى قَدْ جَٓاءَنَا نَذ۪يرٌ فَكَذَّبْنَا وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۚ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ كَب۪يرٍ ﴿٩
9﴿ Onlar (ise cevâben) dediler ki: “Evet! Gerçekten bize bir uyarıcı gelmişti ama biz (onun Allâh tarafından gönderildiğini) yalanlamıştık ve: ‘(Sizin bahsettiğiniz konularda) Allâh hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak çok büyük bir sapıklık (ve haktan çok uzak kalmış bir görüş) içindesiniz’ demiştik.”
وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ ﴿١٠
10﴿ Yine onlar (suçlarını îtirâf için): “Eğer biz (uyarıları hakkı bulmak niyetiyle) duymakta olsaydık ya da (gerçekleri düşünen bir akılla) anlamakta olsaydık, (bugün biz) o şiddetle alevlendirilmiş (cehennem) ateşin(in) halkı arasında bulunmazdık” dediler.
فَاعْتَرَفُوا بِذَنْبِهِمْۚ فَسُحْقًا لِاَصْحَابِ السَّع۪يرِ ﴿١١
11﴿ Böylece onlar günahlarını îtirâf ettiler! Artık o şiddetle alevlendirilmiş (cehennem) ateşin(in) ashâbı için tam bir uzaklaştırma ile (Allâh-u Te‘âlâ onları rahmetinden uzak etsin).
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ ﴿١٢
12﴿ O kimseler ki; Rablerin(i görmedikleri hâlde Kendisin)den gıyâben korkmaktadırlar, gerçekten (günahları için) büyük bir mağfiret ve çok değerli büyük bir mükâfât özellikle onlar içindir.