v02.01.25 Geliştirme Notları
Kalem Sûresi
565
Cuz 29
43﴿ O (dünyâda şirk koşa)nların (mahşere çıktıklarında yaşadıkları dehşet nedeniyle) gözleri zelîl (ve korkarak bakar) bir hâlde (bulunuyorlar) iken, kendilerini büyük bir zillet (horluk ve hakirlik de) kaplayacakken (secde etmeye çağrılacaklardır). Hâlbuki şüphesiz onlar (dünyâda bütün engellerden uzak, sıhhatli ve sağ) sâlim kimseler iken sürekli secde (etme)ye çağrılıyorlardı. (Ama ezanları duydukları hâlde namaza icâbet etmiyorlardı.)
44﴿ (Habîbim!) Artık sen Beni işte bu (Kur’ân’dan ibâret yüce) kelâmı yalan sayanlarla berâber (yalnız) bırak! (Zîrâ onların şerrine kâfî gelecek ancak Benim!) Muhakkak Biz (kendileri hakkında ne yapmak istediğimizi) bilmedikleri (bir) yönden onları derece derece helâke yaklaştırıyoruz (ve böylece onlara nîmet sandıkları bâzı aldatıcı servetler ve imkânlar vererek ve bu rahatlığı gittikçe artırarak hiç fark ettirmeden onları yavaş yavaş azap uçurumuna doğru çekiyoruz ve nihâyet içine yuvarlayacağız).
45﴿ Böylece Ben onlar(ın azması) için (uzun ömürler ve bol rızıklar nasip ederek) mühlet veriyorum. Benim (başta güven verip sonra) yakalamam (ise) gerçekten çok (acı verecek) kuvvetli bir şeydir.
46﴿ (Habîbim!) Yoksa sen (elçilik vazîfeni tebliğe karşılık) onlardan büyük bir ücret mi talep ediyorsun da, bu sebeple onlar büyük bir borçtan sebep (kendilerine) ağır yük taşıtılan (ve bunu ödeyemedikleri için sana îmân etmeyen) kimselerdir?!
47﴿ Yoksa gayb(a âit ilimlerin kendisinde yazılı bulunduğu Levh-i Mahfûz) sâdece onların yanındadır da, işte onlar (insanlara meşrû ettikleri uydurma düzenleri ondan)(öğrenerek) yazı(p bildiri)yorlar?!
48﴿ (Habîbim!) Artık sen Rabbinin (onlara biraz daha mühlet verme ve yardımı geciktirme) hükmüne sabret ve o balığın arkadaşı (olan Yûnus kulumuzun hâli) gibi (bir hâl içerisinde) olma. Hani o (Yûnus kulumuz balığın karnına düştüğü zaman, îmân etmeyen kavmine karşı) öfke dolu bir hâlde (Rabbine duâ etmek üzere) nidâ etmişti.
49﴿ Eğer ona Rabbinden büyük bir nîmet erişmiş olmasaydı, elbette o (Yûnus kulumuz ağaç ve bitkiden) boş bir yere (İlâhî rahmetten ve ikramdan mahrum kalan) kınanmış biri olarak atılmış olurdu. (Ama yine öyle geniş ve boş bir alana rahmete mazhar bir hâlde çıkarıldı.)
50﴿ Nihâyet Rabbi onu (tekrar ümmetine göndermek ve tebliğ vazîfesini sürdürmek için) seçti de, bu sebeple (vahyi beklemeden ümmetini terk etmesi husûsunda) kendisini (mâzur saydı ve bundan dolayı onun mertebesine bir noksanlık vermeyip kendisini güzel vasıfların tümüne sâhip olan) sâlih kimselerden yaptı.
51﴿ (Habîbim!) Muhakkak o kâfir olmuş kimseler (bir) Zik(i)r (olan Kur’ân-ı Kerîm)i duydukları zaman elbette (sana çok kızıyorlardı ve) az kalıyordu ki gözleriyle seni (yerinden) kaydıracaklardı. Üstelik onlar (Kur’ân’da bulunan eşsiz ilimleri hiç anlayamadıklarından dolayı senin hakkında bir karar veremeyip): “Şüphesiz ki o elbette cinnet geçir(erek delir)miş bir kimsedir” diyorlardı.
52﴿ Hâlbuki o (Kur’ân), tüm âlemler için ancak (Allâh-u Te‘âlâ tarafından gönderilen) büyük bir öğüttür. (Artık kendisine böyle bir Kur’ân indirilmiş olan zâtın deli olduğu nasıl söylenebilir?!) Bu âyet-i kerîmeler göz ve nazarın hak olduğuna ve Allâh’ın izniyle tesir ettiğine delâlet etmektedir. Nitekim nazarın; deveyi kazana, insanı mezara sokacak kadar etkili olduğuna delâlet eden sahîh hadîs-i şerîfler mevcuttur. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) zamânında Esedoğulları diye bilinen kabîlenin nazarı çok değerdi, onlardan biri üç gün aç kalıp sonra bir şeye kötü gözle bakar ve: “Böyle bir şey görmedim” derse o şey mutlaka helâk olurdu. Müşrikler onlardan birini Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e getirip bu sözü söylettilerse de, Allâh-u Te‘âlâ Habîbini o kişinin kötü nazarından muhâfaza etti! (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Hâzin)



ATMIŞDOKUZUNCU SÛRE-İ CELİLE
el-Hâkka
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 52 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ O (vukûu) hak olan şey (ve gerçekleşmesi kesin olan kıyâmet var ya)!
2﴿ O (vukûu) hak olan şey (ve gerçekleşmesi kesin olan kıyâmet ânında yaşanacak dehşetler ne kadar büyük ve) ne acâyip şeydir!
3﴿ (Habîbim!) Sana ne bildirdi ki; o (vukûu) hak olan şey (ve gerçekleşmesi kesin olan kıyâmet ânında yaşanacak dehşetler ne kadar büyük ve) ne acâyip şeydir?!
4﴿ (Sâlih peygamberin kavmi olan) Semûd ve (Hûd nebînin kavmi olan) Âd (toplumları şiddetleriyle tüm âlemlere ve özellikle insanlara) darbe vuran o şeyi(n vukûunu ve kıyâmetin gerçekleşeceğini) yalanladı.
5﴿ Şimdi (Sâlih peygamberin kavmi olan) Semûd’a gelince; işte onlar (Cebrâîl’in nârası ile meydana gelen emsalsiz bir zelzele ve diğerlerine göre çok daha kuvvetli olması hasebiyle) haddi aşan bir vâkıa ile helâk edildiler.
6﴿ Bir de Âd (kavminin yıkımın)a gelince; işte onlar çok soğuk ve (şiddetle esen, gürültü çıkarmakta ise) haddi aşan büyük bir rüzgâr (ve fırtına) ile helâke uğratıldılar.
7﴿ O (Rableri onları fırtına ile helâk etmek için) onu art arda gelen yedi gece ve sekiz gün (kesintisiz olarak) onların üzerine musallat etmişti ki; (ey görebilen kişi! O fırtınadan sonra) sen orada (bulunsan), o kavmi çarpılıp yere yıkılan kimseler olarak görürdün. Sanki onlar içi boş hurma kütükleri (gibi yere serilmişler)dir.
8﴿ Artık (her görebilen insana:) onlar için hiçbir kalıntı görebiliyor musun?! (denilecek hâle geldiler.)
سُورَةُ الْقَلَمِ
الجزء ٢٩
٥٦٥
خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ ﴿٤٣
فَذَرْن۪ي وَمَنْ يُكَذِّبُ بِهٰذَا الْحَد۪يثِۜ سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۙ ﴿٤٤
وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ ﴿٤٥
اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۚ ﴿٤٦
اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ ﴿٤٧
فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِۢ اِذْ نَادٰى وَهُوَ مَكْظُومٌۜ ﴿٤٨
لَوْلَٓا اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّه۪ لَنُبِذَ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ ﴿٤٩
فَاجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ ﴿٥٠
وَاِنْ يَكَادُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِاَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ اِنَّهُ لَمَجْنُونٌۢ ﴿٥١
وَمَا هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ ﴿٥٢
سُورَةُالْحَاقَّةِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلْحَٓاقَّةُۙ ﴿١
مَا الْحَٓاقَّةُۚ ﴿٢
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْحَٓاقَّةُۜ ﴿٣
كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادٌ بِالْقَارِعَةِ ﴿٤
فَاَمَّا ثَمُودُ فَاُهْلِكُوا بِالطَّاغِيَةِ ﴿٥
وَاَمَّا عَادٌ فَاُهْلِكُوا بِر۪يحٍ صَرْصَرٍ عَاتِيَةٍۙ ﴿٦
سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ سَبْعَ لَيَالٍ وَثَمَانِيَةَ اَيَّامٍۙ حُسُومًا فَتَرَى الْقَوْمَ ف۪يهَا صَرْعٰىۙ كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍۚ ﴿٧
فَهَلْ تَرٰى لَهُمْ مِنْ بَاقِيَةٍ ﴿٨
Kalem Sûresi
565
Cuz 29
خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ ﴿٤٣
43﴿ O (dünyâda şirk koşa)nların (mahşere çıktıklarında yaşadıkları dehşet nedeniyle) gözleri zelîl (ve korkarak bakar) bir hâlde (bulunuyorlar) iken, kendilerini büyük bir zillet (horluk ve hakirlik de) kaplayacakken (secde etmeye çağrılacaklardır). Hâlbuki şüphesiz onlar (dünyâda bütün engellerden uzak, sıhhatli ve sağ) sâlim kimseler iken sürekli secde (etme)ye çağrılıyorlardı. (Ama ezanları duydukları hâlde namaza icâbet etmiyorlardı.)
فَذَرْن۪ي وَمَنْ يُكَذِّبُ بِهٰذَا الْحَد۪يثِۜ سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۙ ﴿٤٤
44﴿ (Habîbim!) Artık sen Beni işte bu (Kur’ân’dan ibâret yüce) kelâmı yalan sayanlarla berâber (yalnız) bırak! (Zîrâ onların şerrine kâfî gelecek ancak Benim!) Muhakkak Biz (kendileri hakkında ne yapmak istediğimizi) bilmedikleri (bir) yönden onları derece derece helâke yaklaştırıyoruz (ve böylece onlara nîmet sandıkları bâzı aldatıcı servetler ve imkânlar vererek ve bu rahatlığı gittikçe artırarak hiç fark ettirmeden onları yavaş yavaş azap uçurumuna doğru çekiyoruz ve nihâyet içine yuvarlayacağız).
وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ ﴿٤٥
45﴿ Böylece Ben onlar(ın azması) için (uzun ömürler ve bol rızıklar nasip ederek) mühlet veriyorum. Benim (başta güven verip sonra) yakalamam (ise) gerçekten çok (acı verecek) kuvvetli bir şeydir.
اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۚ ﴿٤٦
46﴿ (Habîbim!) Yoksa sen (elçilik vazîfeni tebliğe karşılık) onlardan büyük bir ücret mi talep ediyorsun da, bu sebeple onlar büyük bir borçtan sebep (kendilerine) ağır yük taşıtılan (ve bunu ödeyemedikleri için sana îmân etmeyen) kimselerdir?!
اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ ﴿٤٧
47﴿ Yoksa gayb(a âit ilimlerin kendisinde yazılı bulunduğu Levh-i Mahfûz) sâdece onların yanındadır da, işte onlar (insanlara meşrû ettikleri uydurma düzenleri ondan)(öğrenerek) yazı(p bildiri)yorlar?!
فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِۢ اِذْ نَادٰى وَهُوَ مَكْظُومٌۜ ﴿٤٨
48﴿ (Habîbim!) Artık sen Rabbinin (onlara biraz daha mühlet verme ve yardımı geciktirme) hükmüne sabret ve o balığın arkadaşı (olan Yûnus kulumuzun hâli) gibi (bir hâl içerisinde) olma. Hani o (Yûnus kulumuz balığın karnına düştüğü zaman, îmân etmeyen kavmine karşı) öfke dolu bir hâlde (Rabbine duâ etmek üzere) nidâ etmişti.
لَوْلَٓا اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّه۪ لَنُبِذَ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ ﴿٤٩
49﴿ Eğer ona Rabbinden büyük bir nîmet erişmiş olmasaydı, elbette o (Yûnus kulumuz ağaç ve bitkiden) boş bir yere (İlâhî rahmetten ve ikramdan mahrum kalan) kınanmış biri olarak atılmış olurdu. (Ama yine öyle geniş ve boş bir alana rahmete mazhar bir hâlde çıkarıldı.)
فَاجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ ﴿٥٠
50﴿ Nihâyet Rabbi onu (tekrar ümmetine göndermek ve tebliğ vazîfesini sürdürmek için) seçti de, bu sebeple (vahyi beklemeden ümmetini terk etmesi husûsunda) kendisini (mâzur saydı ve bundan dolayı onun mertebesine bir noksanlık vermeyip kendisini güzel vasıfların tümüne sâhip olan) sâlih kimselerden yaptı.
وَاِنْ يَكَادُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِاَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ اِنَّهُ لَمَجْنُونٌۢ ﴿٥١
51﴿ (Habîbim!) Muhakkak o kâfir olmuş kimseler (bir) Zik(i)r (olan Kur’ân-ı Kerîm)i duydukları zaman elbette (sana çok kızıyorlardı ve) az kalıyordu ki gözleriyle seni (yerinden) kaydıracaklardı. Üstelik onlar (Kur’ân’da bulunan eşsiz ilimleri hiç anlayamadıklarından dolayı senin hakkında bir karar veremeyip): “Şüphesiz ki o elbette cinnet geçir(erek delir)miş bir kimsedir” diyorlardı.
وَمَا هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ ﴿٥٢
52﴿ Hâlbuki o (Kur’ân), tüm âlemler için ancak (Allâh-u Te‘âlâ tarafından gönderilen) büyük bir öğüttür. (Artık kendisine böyle bir Kur’ân indirilmiş olan zâtın deli olduğu nasıl söylenebilir?!) Bu âyet-i kerîmeler göz ve nazarın hak olduğuna ve Allâh’ın izniyle tesir ettiğine delâlet etmektedir. Nitekim nazarın; deveyi kazana, insanı mezara sokacak kadar etkili olduğuna delâlet eden sahîh hadîs-i şerîfler mevcuttur. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) zamânında Esedoğulları diye bilinen kabîlenin nazarı çok değerdi, onlardan biri üç gün aç kalıp sonra bir şeye kötü gözle bakar ve: “Böyle bir şey görmedim” derse o şey mutlaka helâk olurdu. Müşrikler onlardan birini Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e getirip bu sözü söylettilerse de, Allâh-u Te‘âlâ Habîbini o kişinin kötü nazarından muhâfaza etti! (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Hâzin)




ATMIŞDOKUZUNCU SÛRE-İ CELİLE
el-Hâkka
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 52 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
اَلْحَٓاقَّةُۙ ﴿١
1﴿ O (vukûu) hak olan şey (ve gerçekleşmesi kesin olan kıyâmet var ya)!
مَا الْحَٓاقَّةُۚ ﴿٢
2﴿ O (vukûu) hak olan şey (ve gerçekleşmesi kesin olan kıyâmet ânında yaşanacak dehşetler ne kadar büyük ve) ne acâyip şeydir!
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْحَٓاقَّةُۜ ﴿٣
3﴿ (Habîbim!) Sana ne bildirdi ki; o (vukûu) hak olan şey (ve gerçekleşmesi kesin olan kıyâmet ânında yaşanacak dehşetler ne kadar büyük ve) ne acâyip şeydir?!
كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادٌ بِالْقَارِعَةِ ﴿٤
4﴿ (Sâlih peygamberin kavmi olan) Semûd ve (Hûd nebînin kavmi olan) Âd (toplumları şiddetleriyle tüm âlemlere ve özellikle insanlara) darbe vuran o şeyi(n vukûunu ve kıyâmetin gerçekleşeceğini) yalanladı.
فَاَمَّا ثَمُودُ فَاُهْلِكُوا بِالطَّاغِيَةِ ﴿٥
5﴿ Şimdi (Sâlih peygamberin kavmi olan) Semûd’a gelince; işte onlar (Cebrâîl’in nârası ile meydana gelen emsalsiz bir zelzele ve diğerlerine göre çok daha kuvvetli olması hasebiyle) haddi aşan bir vâkıa ile helâk edildiler.
وَاَمَّا عَادٌ فَاُهْلِكُوا بِر۪يحٍ صَرْصَرٍ عَاتِيَةٍۙ ﴿٦
6﴿ Bir de Âd (kavminin yıkımın)a gelince; işte onlar çok soğuk ve (şiddetle esen, gürültü çıkarmakta ise) haddi aşan büyük bir rüzgâr (ve fırtına) ile helâke uğratıldılar.
سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ سَبْعَ لَيَالٍ وَثَمَانِيَةَ اَيَّامٍۙ حُسُومًا فَتَرَى الْقَوْمَ ف۪يهَا صَرْعٰىۙ كَاَنَّهُمْ اَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍۚ ﴿٧
7﴿ O (Rableri onları fırtına ile helâk etmek için) onu art arda gelen yedi gece ve sekiz gün (kesintisiz olarak) onların üzerine musallat etmişti ki; (ey görebilen kişi! O fırtınadan sonra) sen orada (bulunsan), o kavmi çarpılıp yere yıkılan kimseler olarak görürdün. Sanki onlar içi boş hurma kütükleri (gibi yere serilmişler)dir.
فَهَلْ تَرٰى لَهُمْ مِنْ بَاقِيَةٍ ﴿٨
8﴿ Artık (her görebilen insana:) onlar için hiçbir kalıntı görebiliyor musun?! (denilecek hâle geldiler.)