v02.01.25 Geliştirme Notları
Âl-i İmrân Sûresi
57
Cuz 3
62﴿ Şüphesiz ki; işte bu (Îsâ ve Meryem’le ilgili haberler), doğru olarak anlatılanın elbette ta kendisidir. (Hristiyanlar üç ilâha inanmaktaysa da) zâten Allâh’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Gerçekten de Allâh; elbette ancak O (Kendisine ortak koşanlardan intikam almaya güçlü olan bir) Azîz ve (hiçbir konuda kimsenin Kendisine ortak olamayacağı derecede üstün hikmetlere sâhip olan bir) Hakîm’dir.
63﴿ Artık eğer onlar (tevhîdin doğruluğuna dâir bunca açık delilleri kabûl etmekten) yüz çevirirlerse, şüphesiz ki Allâh (din ve dünyâ düzenini bozmaya çalışan) o müfsitleri (çok iyi bilen ve cezâlarını verecek olan) bir Alîm’dir.
64﴿ (Habîbim!) Sen (o Yahûdî ve Hristiyanlara, özellikle Necrân Hristiyanlarıyla Medîne Yahûdîlerine) de ki: “Ey Ehl-i Kitap! (Kur’ân’da ve sizin değiştirilmemiş gerçek kitaplarınızda) bizimle sizin aranızda eşit ol(duğu açıklan)an bir kelimeye (ve îtikāda) geli(p îmân edi)n ki o da; Allâh’tan başkasına ibâdet etmememiz, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamamız ve Allâh’ı bırakıp da bir kısmımızın diğer bir kısmı rabler edinmemesi(nden ibâret)dir (ki hak din olan İslâm da budur).” Artık (sen bunları söyledikten sonra) eğer onlar (yine de İslâm dînini kabûl etmekten) yüz çevirirlerse (ey Müslümanlar, o zaman siz onlara) deyin ki: “(Siz hak dîni kabûl etmiyorsanız) o hâlde (insaf edin de) şâhit olun ki; (size rağmen) biz gerçekten (ibâdeti Allâh’a tahsîs eden) Müslüman kimseleriz (sizler ise inancınızın yanlışlığını îtirâfa mecbur bırakılmış kimselersiniz).” “Dinler arası diyalog” görüşünü savunan bâzı zındıkların, bu âyet-i kerîmeyi dâvâlarına delil göstermeleri, ya tefsîrini tam anlamaya ilimleri yetmediğinden veyâ bâzı menfaatler karşılığı doğru inancı satmaları netîcesinde kasıtlı tahrîfe yeltenmelerinden kaynaklanmış olsa gerektir. Oysa günümüzde hakkı bulmak için gerekli araştırma imkânları bolca mevcutken, böyle îtikādî bir konuda ilim yetersizliği mâzeret sayılamaz. Evvelâ şunu belirtelim ki; bu âyet-i kerîmede Kitap Ehli’nin, Müslümanlarla aralarında eşit ve müşterek olan bir kelimeye dâvet edilmesi, onların bu kelimeden uzaklaştıklarını, Müslümanların ise o çizgide bulunduklarını ifâde etmektedir. Dolayısıyla bu ifâde-i celîle, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, Ehl-i Kitap’ı, kendi üzerinde bulunduğu İslâm’dan ibâret doğru çizgiye çağırmasından başka bir mânâ ile tefsîr edilemez. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’i açıklama görevi kendisine verilmiş olan Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), Rum imparatoru Hirakl gibi Ehl-i Kitap krallarını İslâm’a dâvet mâhiyetinde kendilerine gönderdiği mektuplarda: “...İslâm’a gir ki kurtulasın. Allâh da sana ecrini iki kat versin. Eğer yüz çevirirsen, bütün etbâ‘ının günahı senin üzerine yüklenecektir” (el-Buhârî, Bed’ü’l-vahy:1, rakam:7, 1/9) buyurduktan sonra bu âyet-i kerîmeyi yazdırmıştır ki bu da, Ehl-i Kitap’ın dâvet edildiği kelimenin “İslâm” olduğunu, tartışmaya mahal bırakmayacak bir şekilde ortaya koymaktadır. Âyet-i celîlede geçen: “Bizimle sizin aranızda” ifâdesinden, “Biz de o çizgide değiliz, fakat o çizgi iki tarafın arasındadır” şeklinde bir mâna çıkarılamaz. Zîrâ Ehl-i Sünnet müfessirleri tarafından bu ifâde: “Kur’ân’da da, tahrîfe uğramamış gerçek Tevrât ve İncîl’de de ittifak konusu olan tevhîd inancından ibâret ‘İslâm’ mefhumu” ile îzâh edilmiştir. Artık bu âyet-i kerîmeyi: “Sen kendi dîninde kal, ben de kendi dînimde kalayım, ama buluşacağımız ortak bir noktaya gelelim” diye tefsîr etmek, Allâh-u Te‘âlâ’nın kitabını tahrîfe yeltenen zındıklardan başkasının işi olamaz. Ayrıca Ehl-i Kitap’ın, hâlâ papaz ve hahamlarını rabler yerine koyup, onların tahrîf ettikleri hükümlere harfiyyen uymaları ve Uzeyr ile Îsâ (Aleyhimesselâm)ı Allâh’ın oğlu kabûl ederek şirk içinde bulunmaları, âyet-i kerîmenin son cümlesiyle birlikte değerlendirilecek olursa, onların istenilen çizgiye gelmekten yüz çevirdikleri, bu yüzden de bu âyet-i kerîme ile onlara Müslümanların hak din üzere bulundukları, kendilerininse yanlış yolda oldukları husûsunda îtirâf dâveti yapıldığı açıkça görülecektir. Zâten peşi sıra gelen (65-68.) âyet-i celîlelerde İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın Yahûdî ve Hristiyan olmayıp hanîf bir Müslüman olduğunun sarâhaten beyân edilmesi Ehl-i Kitap’ın kendi bâtıl dinleri olan Yahûdiyyet ve Nasrâniyyet’i terk edip İslâm’ı kabullenmeye dâvet edildiklerinin en bâriz delîlidir. Herkesi İslâm’a dâvette huccet olan bir âyeti, Ehl-i Kitap’ın bâtıl dinlerini hak gösterecek bir mânâ ile yorumlamak, insaf ile bağdaşacak bir husus değildir. Hidâyetten sonra sapmaktan Allâh’a sığınırız.
65﴿ Ey Kitap Ehli! Tevrât ve İncîl ancak kendisinden sonra indirilmişken, niçin İbrâhîm(in Yahûdî veyâ Hristiyan olduğu) hakkında mücâdele ediyorsunuz?! Hâlâ (düşünüp de, dâvânızın asılsızlığını) anlamayacak mısınız?!
66﴿ İşte sizler! İşte o (ahmak) kimselersiniz ki; (Tevrât ve İncîl’de) kendisi hakkında sizin için bir bilgi olan şeyde mücâdele ettiniz (diyelim), peki neden (İbrâhîm’in dîni) hakkında kendiniz için hiçbir bilgi bulunmayan bir hususta çekişip duruyorsunuz?! Oysa Allâh (hangi hususlarda mücâdeleye giriştiğinizi) bilmektedir, sizlerse (İbrâhîm’in dînini) bilmiyorsunuz.
67﴿ İbrâhîm ne (Yahûdîlerin dediği gibi) bir Yahûdî, ne de (Hristiyanların iddiâsı gibi) bir Hristiyan değildi velâkin o (yanlış inançlardan uzak, Allâh-u Te‘âlâ’nın tevhîdine inanmış ve itâatine boyun eğmiş) bir hanîf idi; bir Müslüman’dı. O, (sizin gibi, Uzeyr’i ve Îsâ’yı Allâh’a ortak koşan) müşriklerden de değildi.
68﴿ Gerçekten insanların İbrâhîm’e en yakın olanı, elbette (kendi zamânında) ona hakkıyla tâbi olmuş kimseler, bir de işte şu (âhir zaman) peygamber(i) ve (onun ümmetinden) îmân etmiş olan kimselerdir. Allâh ise o müminlerin (yardımcısı ve) velîsidir.
69﴿ Ehl-i Kitap’tan bir tâife (ne yapsalar da) sizi saptırsalar diye arzu etti(ler). Hâlbuki onlar, kendileri (gibi ola)n (kimseler)den başkasını saptıramazlar (saptırsalar da vebâli yine kendilerine döneceğinden ancak kendilerini saptırmış olurlar). Ama (bunun) farkına (bile) varmazlar.
70﴿ Ey Kitap Ehli! Allâh’ın (Tevrât ve İncîl kitaplarında Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in nübüvvetinin doğruluğunu açıklayan) âyetlerini niçin inkâr ediyorsunuz, oysa siz (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in geçmiş kitaplarda zikredilen vasıflarına) şâhitlik yapmaktasınız.
سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ
الجزء ٣
٥٧
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّۚ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٦٢
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟ ﴿٦٣
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِه۪ شَيْـًٔا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ ﴿٦٤
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَمَٓا اُنْزِلَتِ التَّوْرٰيةُ وَالْاِنْج۪يلُ اِلَّا مِنْ بَعْدِه۪ۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿٦٥
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ حَاجَجْتُمْ ف۪يمَا لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ فَلِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪يمَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿٦٦
مَا كَانَ اِبْرٰه۪يمُ يَهُودِيًّا وَلَا نَصْرَانِيًّا وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفًا مُسْلِمًاۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ﴿٦٧
اِنَّ اَوْلَى النَّاسِ بِاِبْرٰه۪يمَ لَلَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ وَهٰذَا النَّبِيُّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٦٨
وَدَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْۜ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ ﴿٦٩
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ ﴿٧٠
Âl-i İmrân Sûresi
57
Cuz 3
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْقَصَصُ الْحَقُّۚ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٦٢
62﴿ Şüphesiz ki; işte bu (Îsâ ve Meryem’le ilgili haberler), doğru olarak anlatılanın elbette ta kendisidir. (Hristiyanlar üç ilâha inanmaktaysa da) zâten Allâh’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Gerçekten de Allâh; elbette ancak O (Kendisine ortak koşanlardan intikam almaya güçlü olan bir) Azîz ve (hiçbir konuda kimsenin Kendisine ortak olamayacağı derecede üstün hikmetlere sâhip olan bir) Hakîm’dir.
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِالْمُفْسِد۪ينَ۟ ﴿٦٣
63﴿ Artık eğer onlar (tevhîdin doğruluğuna dâir bunca açık delilleri kabûl etmekten) yüz çevirirlerse, şüphesiz ki Allâh (din ve dünyâ düzenini bozmaya çalışan) o müfsitleri (çok iyi bilen ve cezâlarını verecek olan) bir Alîm’dir.
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِه۪ شَيْـًٔا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ ﴿٦٤
64﴿ (Habîbim!) Sen (o Yahûdî ve Hristiyanlara, özellikle Necrân Hristiyanlarıyla Medîne Yahûdîlerine) de ki: “Ey Ehl-i Kitap! (Kur’ân’da ve sizin değiştirilmemiş gerçek kitaplarınızda) bizimle sizin aranızda eşit ol(duğu açıklan)an bir kelimeye (ve îtikāda) geli(p îmân edi)n ki o da; Allâh’tan başkasına ibâdet etmememiz, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamamız ve Allâh’ı bırakıp da bir kısmımızın diğer bir kısmı rabler edinmemesi(nden ibâret)dir (ki hak din olan İslâm da budur).” Artık (sen bunları söyledikten sonra) eğer onlar (yine de İslâm dînini kabûl etmekten) yüz çevirirlerse (ey Müslümanlar, o zaman siz onlara) deyin ki: “(Siz hak dîni kabûl etmiyorsanız) o hâlde (insaf edin de) şâhit olun ki; (size rağmen) biz gerçekten (ibâdeti Allâh’a tahsîs eden) Müslüman kimseleriz (sizler ise inancınızın yanlışlığını îtirâfa mecbur bırakılmış kimselersiniz).” “Dinler arası diyalog” görüşünü savunan bâzı zındıkların, bu âyet-i kerîmeyi dâvâlarına delil göstermeleri, ya tefsîrini tam anlamaya ilimleri yetmediğinden veyâ bâzı menfaatler karşılığı doğru inancı satmaları netîcesinde kasıtlı tahrîfe yeltenmelerinden kaynaklanmış olsa gerektir. Oysa günümüzde hakkı bulmak için gerekli araştırma imkânları bolca mevcutken, böyle îtikādî bir konuda ilim yetersizliği mâzeret sayılamaz. Evvelâ şunu belirtelim ki; bu âyet-i kerîmede Kitap Ehli’nin, Müslümanlarla aralarında eşit ve müşterek olan bir kelimeye dâvet edilmesi, onların bu kelimeden uzaklaştıklarını, Müslümanların ise o çizgide bulunduklarını ifâde etmektedir. Dolayısıyla bu ifâde-i celîle, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, Ehl-i Kitap’ı, kendi üzerinde bulunduğu İslâm’dan ibâret doğru çizgiye çağırmasından başka bir mânâ ile tefsîr edilemez. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’i açıklama görevi kendisine verilmiş olan Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), Rum imparatoru Hirakl gibi Ehl-i Kitap krallarını İslâm’a dâvet mâhiyetinde kendilerine gönderdiği mektuplarda: “...İslâm’a gir ki kurtulasın. Allâh da sana ecrini iki kat versin. Eğer yüz çevirirsen, bütün etbâ‘ının günahı senin üzerine yüklenecektir” (el-Buhârî, Bed’ü’l-vahy:1, rakam:7, 1/9) buyurduktan sonra bu âyet-i kerîmeyi yazdırmıştır ki bu da, Ehl-i Kitap’ın dâvet edildiği kelimenin “İslâm” olduğunu, tartışmaya mahal bırakmayacak bir şekilde ortaya koymaktadır. Âyet-i celîlede geçen: “Bizimle sizin aranızda” ifâdesinden, “Biz de o çizgide değiliz, fakat o çizgi iki tarafın arasındadır” şeklinde bir mâna çıkarılamaz. Zîrâ Ehl-i Sünnet müfessirleri tarafından bu ifâde: “Kur’ân’da da, tahrîfe uğramamış gerçek Tevrât ve İncîl’de de ittifak konusu olan tevhîd inancından ibâret ‘İslâm’ mefhumu” ile îzâh edilmiştir. Artık bu âyet-i kerîmeyi: “Sen kendi dîninde kal, ben de kendi dînimde kalayım, ama buluşacağımız ortak bir noktaya gelelim” diye tefsîr etmek, Allâh-u Te‘âlâ’nın kitabını tahrîfe yeltenen zındıklardan başkasının işi olamaz. Ayrıca Ehl-i Kitap’ın, hâlâ papaz ve hahamlarını rabler yerine koyup, onların tahrîf ettikleri hükümlere harfiyyen uymaları ve Uzeyr ile Îsâ (Aleyhimesselâm)ı Allâh’ın oğlu kabûl ederek şirk içinde bulunmaları, âyet-i kerîmenin son cümlesiyle birlikte değerlendirilecek olursa, onların istenilen çizgiye gelmekten yüz çevirdikleri, bu yüzden de bu âyet-i kerîme ile onlara Müslümanların hak din üzere bulundukları, kendilerininse yanlış yolda oldukları husûsunda îtirâf dâveti yapıldığı açıkça görülecektir. Zâten peşi sıra gelen (65-68.) âyet-i celîlelerde İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın Yahûdî ve Hristiyan olmayıp hanîf bir Müslüman olduğunun sarâhaten beyân edilmesi Ehl-i Kitap’ın kendi bâtıl dinleri olan Yahûdiyyet ve Nasrâniyyet’i terk edip İslâm’ı kabullenmeye dâvet edildiklerinin en bâriz delîlidir. Herkesi İslâm’a dâvette huccet olan bir âyeti, Ehl-i Kitap’ın bâtıl dinlerini hak gösterecek bir mânâ ile yorumlamak, insaf ile bağdaşacak bir husus değildir. Hidâyetten sonra sapmaktan Allâh’a sığınırız.
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَمَٓا اُنْزِلَتِ التَّوْرٰيةُ وَالْاِنْج۪يلُ اِلَّا مِنْ بَعْدِه۪ۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿٦٥
65﴿ Ey Kitap Ehli! Tevrât ve İncîl ancak kendisinden sonra indirilmişken, niçin İbrâhîm(in Yahûdî veyâ Hristiyan olduğu) hakkında mücâdele ediyorsunuz?! Hâlâ (düşünüp de, dâvânızın asılsızlığını) anlamayacak mısınız?!
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ حَاجَجْتُمْ ف۪يمَا لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ فَلِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪يمَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿٦٦
66﴿ İşte sizler! İşte o (ahmak) kimselersiniz ki; (Tevrât ve İncîl’de) kendisi hakkında sizin için bir bilgi olan şeyde mücâdele ettiniz (diyelim), peki neden (İbrâhîm’in dîni) hakkında kendiniz için hiçbir bilgi bulunmayan bir hususta çekişip duruyorsunuz?! Oysa Allâh (hangi hususlarda mücâdeleye giriştiğinizi) bilmektedir, sizlerse (İbrâhîm’in dînini) bilmiyorsunuz.
مَا كَانَ اِبْرٰه۪يمُ يَهُودِيًّا وَلَا نَصْرَانِيًّا وَلٰكِنْ كَانَ حَن۪يفًا مُسْلِمًاۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ﴿٦٧
67﴿ İbrâhîm ne (Yahûdîlerin dediği gibi) bir Yahûdî, ne de (Hristiyanların iddiâsı gibi) bir Hristiyan değildi velâkin o (yanlış inançlardan uzak, Allâh-u Te‘âlâ’nın tevhîdine inanmış ve itâatine boyun eğmiş) bir hanîf idi; bir Müslüman’dı. O, (sizin gibi, Uzeyr’i ve Îsâ’yı Allâh’a ortak koşan) müşriklerden de değildi.
اِنَّ اَوْلَى النَّاسِ بِاِبْرٰه۪يمَ لَلَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ وَهٰذَا النَّبِيُّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٦٨
68﴿ Gerçekten insanların İbrâhîm’e en yakın olanı, elbette (kendi zamânında) ona hakkıyla tâbi olmuş kimseler, bir de işte şu (âhir zaman) peygamber(i) ve (onun ümmetinden) îmân etmiş olan kimselerdir. Allâh ise o müminlerin (yardımcısı ve) velîsidir.
وَدَّتْ طَٓائِفَةٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يُضِلُّونَكُمْۜ وَمَا يُضِلُّونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ ﴿٦٩
69﴿ Ehl-i Kitap’tan bir tâife (ne yapsalar da) sizi saptırsalar diye arzu etti(ler). Hâlbuki onlar, kendileri (gibi ola)n (kimseler)den başkasını saptıramazlar (saptırsalar da vebâli yine kendilerine döneceğinden ancak kendilerini saptırmış olurlar). Ama (bunun) farkına (bile) varmazlar.
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ ﴿٧٠
70﴿ Ey Kitap Ehli! Allâh’ın (Tevrât ve İncîl kitaplarında Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in nübüvvetinin doğruluğunu açıklayan) âyetlerini niçin inkâr ediyorsunuz, oysa siz (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in geçmiş kitaplarda zikredilen vasıflarına) şâhitlik yapmaktasınız.