v02.01.25 Geliştirme Notları
Cin Sûresi
572
Cuz 29
14﴿ Hem muhakkak ki biz (cinler topluluğu var ya); içimizden Müslümanlar da vardır. Yine bizden, (doğru yolu bırakarak ondan) sap(ıp kâfir ol)anlar da vardır. Artık her kim Müslüman olursa, (ey Müslüman) işte sana! Onlar büyük bir hidâyet arayışında bulunmuş (ve hakkı bulmuş)turlar.
15﴿ Ama o (haktan) sapanlara gelince; işte onlar da özellikle cehennem(in ateşini tutuşturmak) için birer odun olmuşturlar.”
16﴿ (Habîbim! Bundan sonra onlara de ki: Yine bana Rabbimin şöyle buyurduğu vahyolundu:) Şu da bir gerçek ki; eğer o (cinler ve insa)nlar (İslâm’ın emir ve yasaklarına hakkıyla riâyet ederek) o (hak) yol üzere istikāmet edebilselerdi elbette Biz onları çok bol ve faydalı bir su ile suvarır (ve rızıklarını bollaştırır)dık.
17﴿ Onları bu hususta imtihan (edenin muâmelesine tâbi) edelim (de, nîmetlerimize şükredip etmeyeceklerini herkese gösterelim) diye (onlara bol rızık verirdik). Ama her kim Rabbinin (kitâbından, tevhîdinden, ibâdetinden ve öğütlerinden ibâret olan) zikrinden yüz çevirirse, O (Allâh) onu (gittikçe şiddeti artıp onu mağlup ederek kendisine) üstün gelecek çok meşakkatli büyük bir azâba girdirir.
18﴿ (Bana vahyolunanlardan) bir(i) de (şudur ki) şüphesiz (Allâh için namaz kılınsın diye binâ edilmiş olan) o mescitler Allâh’a mahsustur. Artık (Yahûdî ve Hristiyanlar mâbetlerine girdiklerinde şirk koştukları gibi, siz de câmilerde) Allâh ile birlikte hiçbir kimseye ibâdet etme(kle şirke düşme)yin.
19﴿ Yine hakîkat şu ki; Allâh’ın (en büyük) kulu (olma vasfıyla şereflenmiş Muhammed kulumuz) O’na ibâdet eder olduğu hâlde (sabah namazının) kıyâm(ın)da bulunduğu zaman, onlar(ca cin) onun etrâfında (izdiham ederek) keçe gibi birbirine girmiş (hattâ birbirini ezecek) topluluklar olmaya çok yaklaşmıştılar.” İbnü Mes‘ûd ve İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhüm)den rivâyet olunduğuna göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Mekke vâdîlerinden biri olan Nahle mevkiinde ashâbına sabah namazını kıldırıyorken kalabalık bir cin topluluğu onun ibâdetini gördüklerinde ve kıyâm, rükû, secde gibi hâllerinde ashâbının cemâat olarak ona uymasını izleyip kırâatini işittikleri zaman, o güne kadar hiç görmedikleri böyle bir manzara karşısında hayran kaldıkları için Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in başına toplandılar ve âyet-i kerîmede beyân edildiği üzere; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in namazını tâkip edelim diye ona yakın olmak için çıkan izdihamda az kalsın birbirini ezecektiler. (Ebû Nu‘aym, Delâilü’n-Nübüvve, sh:262-263; et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 23/343; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 15/28)
20﴿ (Habîbim! O cinlere) de ki: “Ben ancak Rabbime ibâdet ederim ve O’na hiçbir kimseyi ortak etmem. (Benim vazîfem ancak O’na ibâdet olup ben de bu yükümlülüğümü yerine getiriyorum, bunda şaşılacak ne var ki, O’na ibâdetimi seyretmek için izdiham yapıyorsunuz?!)
21﴿ (Habîbim!) De ki: “Muhakkak ben sizin için bir zarar(ı savuşturma imkânın)a mâlik olamam (ve bunu aslâ yapamam), bir fayday(ı ulaştırmay)a da (güç yetirmem söz konusu) olamaz.”
22﴿ De ki: “Şüphesiz ki ben (var ya); (hakkımda bir kötülük murâd etmesi durumunda) Allâh’tan (gelecek azaptan) beni kimse aslâ kurtaramaz ve kesinlikle ben O’ndan başkasını meyledilip sığınılacak biri (olarak) bulamam. İbnü Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; cinler Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e yanaşmak için izdiham çıkardıkları zaman onların efendisi konumunda olan Verdân: “Yâ Rasûlellâh! İstersen onları senden uzaklaştırayım” dediği zaman Allâh-u Te‘âlâ Habîbine ona bu âyetle cevap vermesini emretmiştir. (el-Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, 2/231-232; İbnü Hacer el-‘Askalânî, el-İsâbe, 6/606; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 15/30-31)
23﴿ Lâkin Allâh (tarafın)dan bir tebliğe ve O’nun elçiliklerin(i size bildirmey)e (gücüm yeter)! Ama her kim (benim ulaştırdığım bu hükümleri kabullenmeyerek) Allâh’a ve Rasûlüne isyân ederse, artık şüphesiz onun için, (kâfirlerin) sonsuza kadar içerisinde ebediyyen kalacakları cehennem ateşi vardır.
24﴿ (Kâfirler inatlarını sürdürerek müminleri aşağılamaya devâm edeceklerdir.) Nihâyet o (müşrik ola)nlar tehdit olundukları o (azap dolu) şeyleri gördükleri zaman artık yakında bileceklerdir ki; kim yardımcı bakımından daha zayıftır ve (kim) sayı cihetinden daha az (orduya sâhip) olandır?!
25﴿ (Habîbim!) De ki: “Tehdit olunduğunuz o şeyler çok yakın mıdır, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi tâyin edecek, bilemiyorum?
26﴿ (O yüce Rabbim) bütün gaybları (ve gizlileri) bilendir. Artık O hiçbir kimseyi gayblarına (ve gizli ilimlerine) vâkıf kılmaz.
27﴿ Ancak (bâzı gaybları bildirmek üzere kulları içerisinden seçip) râzı olduğu bir rasül(e bildirmesi) müstesnâ. Zîrâ muhakkak ki O (Allâh-u Te‘âlâ) onun önünden ve ardından (yerleştirilmiş olarak) gözcülük yapan birtakım bekçiler dizer (ve o peygamber vahyi tebliğ edinceye kadar onlar onu şeytanların vesveselerinden ve katmalarından korurlar). Bâzıları bu âyetten yola çıkıp; kerâmet olarak evliyâullâha birtakım gaybların bildirilebileceğini inkâr etmişlerdir. Oysa bu, büyük bir cehâletten kaynaklanmaktadır. Zîrâ bu âyet-i kerîmenin zâhirine bakılarak, gaybların sâdece rasüllere bildirildiği hükmüne varılacak olsa, meleklere de, nebîlere de hiçbir gaybın bildirilmediğini kabullenmeleri gerekir. Dolayısıyla burada “Allâh-u Te‘âlâ’nın, bütün gayblarını rasüllerine bildirdiği” mânâsı çıkarılamayacağı gibi, “Rasûl olmayan hiçbir meleğe, nebîye ve velîye hiçbir gaybı bildirmeyeceği” hükmüne de varılamaz. Nitekim Hızır (Aleyhisselâm) gibi peygamberliği ihtilaflı olan bir zâta nice gaybların bildirildiği Kur’ân-ı Kerim’in açık beyanları (el-Kehf Sûresi:60-82) ile sâbittir. Ayrıca Sahîhayn’da: “Geçmiş ümmetlerde olduğu gibi, bu ümmette de ilhâma mazhar muhaddes kullar bulunduğu” bildirilmiştir. (el-Buhârî, el-Enbiyâ:52, rakam:3282, 3/1279; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe:2, rakam:2398, 4/1864) O hâlde burada peygamberlere tahsis edilen bildirme, vâsıtasız olarak sâdece vahiy yoluyla olan ayân-beyân bir bildirmeden ibarettir, velîlere ise; rüyâ, sahih keşif, ferâset ya da ilhâm gibi vâsıtalarla bâzı gaybî konular bildirilmektedir. Ama bu, peygamberlere bildirilen gibi kesin ilim ifâde etmez. Ayrıca bu bildirim, rasûle asâleten, velîye ise tebe‘iyyet yoluyla yapıldığından dolayı, her velînin kerâmeti, tâbi olduğu peygamber için bir mûcize kabûl edilmektedir. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Hâzin; -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 6/379-380; el-Âlûsî, 27/518-520)
28﴿ Tâ ki o (kendisine vahiy gönderilen peygamber) bilsin ki; şüphesiz (önem verilmesi gereken hakîkat şudur ki), o(na vahyi getiren Cibrîl ve meleklerden onun refâkatinde buluna)nlar Rablerinin elçiliklerini gerçekten tebliğ etmiştirler. Zâten O (vahyi gönderen yüce Rab) onlar(a vahiy getiren melâike-i kirâm)ın yanlarında bulunan şeyleri kuşat(ıcı şekilde bilip yaz)mıştır ve yine O (Allâh-u Te‘âlâ yağmur damlalarına ve kum tânelerine varıncaya kadar bütün mahlûkātı ve olmuş-olacak) her şeyi aded bakımından (tek tek) say(ıp Levh-i Mahfûz’da yazdır)mıştır.
سُورَةُ الْجِنِّ
الجزء ٢٩
٥٧٢
وَاَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَۜ فَمَنْ اَسْلَمَ فَاُو۬لٰٓئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا ﴿١٤
وَاَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَبًاۙ ﴿١٥
وَاَنْ لَوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّر۪يقَةِ لَاَسْقَيْنَاهُمْ مَٓاءً غَدَقًاۙ ﴿١٦
لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۚ وَمَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّه۪ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًاۙ ﴿١٧
وَاَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلّٰهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللّٰهِ اَحَدًاۙ ﴿١٨
وَاَنَّهُ لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللّٰهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَدًاۜ۟ ﴿١٩
قُلْ اِنَّمَٓا اَدْعُوا رَبّ۪ي وَلَٓا اُشْرِكُ بِه۪ٓ اَحَدًا ﴿٢٠
قُلْ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا رَشَدًا ﴿٢١
قُلْ اِنّ۪ي لَنْ يُج۪يرَن۪ي مِنَ اللّٰهِ اَحَدٌ وَلَنْ اَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَدًاۙ ﴿٢٢
اِلَّا بَلَاغًا مِنَ اللّٰهِ وَرِسَالَاتِه۪ۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ ﴿٢٣
حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ اَضْعَفُ نَاصِرًا وَاَقَلُّ عَدَدًا ﴿٢٤
قُلْ اِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ مَا تُوعَدُونَ اَمْ يَجْعَلُ لَهُ رَبّ۪ٓي اَمَدًا ﴿٢٥
عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلٰى غَيْبِه۪ٓ اَحَدًاۙ ﴿٢٦
اِلَّا مَنِ ارْتَضٰى مِنْ رَسُولٍ فَاِنَّهُ يَسْلُكُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ رَصَدًاۙ ﴿٢٧
لِيَعْلَمَ اَنْ قَدْ اَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ وَاَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ وَاَحْصٰى كُلَّ شَيْءٍ عَدَدًا ﴿٢٨
Cin Sûresi
572
Cuz 29
وَاَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَۜ فَمَنْ اَسْلَمَ فَاُو۬لٰٓئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا ﴿١٤
14﴿ Hem muhakkak ki biz (cinler topluluğu var ya); içimizden Müslümanlar da vardır. Yine bizden, (doğru yolu bırakarak ondan) sap(ıp kâfir ol)anlar da vardır. Artık her kim Müslüman olursa, (ey Müslüman) işte sana! Onlar büyük bir hidâyet arayışında bulunmuş (ve hakkı bulmuş)turlar.
وَاَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَبًاۙ ﴿١٥
15﴿ Ama o (haktan) sapanlara gelince; işte onlar da özellikle cehennem(in ateşini tutuşturmak) için birer odun olmuşturlar.”
وَاَنْ لَوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّر۪يقَةِ لَاَسْقَيْنَاهُمْ مَٓاءً غَدَقًاۙ ﴿١٦
16﴿ (Habîbim! Bundan sonra onlara de ki: Yine bana Rabbimin şöyle buyurduğu vahyolundu:) Şu da bir gerçek ki; eğer o (cinler ve insa)nlar (İslâm’ın emir ve yasaklarına hakkıyla riâyet ederek) o (hak) yol üzere istikāmet edebilselerdi elbette Biz onları çok bol ve faydalı bir su ile suvarır (ve rızıklarını bollaştırır)dık.
لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۚ وَمَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّه۪ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًاۙ ﴿١٧
17﴿ Onları bu hususta imtihan (edenin muâmelesine tâbi) edelim (de, nîmetlerimize şükredip etmeyeceklerini herkese gösterelim) diye (onlara bol rızık verirdik). Ama her kim Rabbinin (kitâbından, tevhîdinden, ibâdetinden ve öğütlerinden ibâret olan) zikrinden yüz çevirirse, O (Allâh) onu (gittikçe şiddeti artıp onu mağlup ederek kendisine) üstün gelecek çok meşakkatli büyük bir azâba girdirir.
وَاَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلّٰهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللّٰهِ اَحَدًاۙ ﴿١٨
18﴿ (Bana vahyolunanlardan) bir(i) de (şudur ki) şüphesiz (Allâh için namaz kılınsın diye binâ edilmiş olan) o mescitler Allâh’a mahsustur. Artık (Yahûdî ve Hristiyanlar mâbetlerine girdiklerinde şirk koştukları gibi, siz de câmilerde) Allâh ile birlikte hiçbir kimseye ibâdet etme(kle şirke düşme)yin.
وَاَنَّهُ لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللّٰهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَدًاۜ۟ ﴿١٩
19﴿ Yine hakîkat şu ki; Allâh’ın (en büyük) kulu (olma vasfıyla şereflenmiş Muhammed kulumuz) O’na ibâdet eder olduğu hâlde (sabah namazının) kıyâm(ın)da bulunduğu zaman, onlar(ca cin) onun etrâfında (izdiham ederek) keçe gibi birbirine girmiş (hattâ birbirini ezecek) topluluklar olmaya çok yaklaşmıştılar.” İbnü Mes‘ûd ve İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhüm)den rivâyet olunduğuna göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Mekke vâdîlerinden biri olan Nahle mevkiinde ashâbına sabah namazını kıldırıyorken kalabalık bir cin topluluğu onun ibâdetini gördüklerinde ve kıyâm, rükû, secde gibi hâllerinde ashâbının cemâat olarak ona uymasını izleyip kırâatini işittikleri zaman, o güne kadar hiç görmedikleri böyle bir manzara karşısında hayran kaldıkları için Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in başına toplandılar ve âyet-i kerîmede beyân edildiği üzere; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in namazını tâkip edelim diye ona yakın olmak için çıkan izdihamda az kalsın birbirini ezecektiler. (Ebû Nu‘aym, Delâilü’n-Nübüvve, sh:262-263; et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 23/343; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 15/28)
قُلْ اِنَّمَٓا اَدْعُوا رَبّ۪ي وَلَٓا اُشْرِكُ بِه۪ٓ اَحَدًا ﴿٢٠
20﴿ (Habîbim! O cinlere) de ki: “Ben ancak Rabbime ibâdet ederim ve O’na hiçbir kimseyi ortak etmem. (Benim vazîfem ancak O’na ibâdet olup ben de bu yükümlülüğümü yerine getiriyorum, bunda şaşılacak ne var ki, O’na ibâdetimi seyretmek için izdiham yapıyorsunuz?!)
قُلْ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا رَشَدًا ﴿٢١
21﴿ (Habîbim!) De ki: “Muhakkak ben sizin için bir zarar(ı savuşturma imkânın)a mâlik olamam (ve bunu aslâ yapamam), bir fayday(ı ulaştırmay)a da (güç yetirmem söz konusu) olamaz.”
قُلْ اِنّ۪ي لَنْ يُج۪يرَن۪ي مِنَ اللّٰهِ اَحَدٌ وَلَنْ اَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَدًاۙ ﴿٢٢
22﴿ De ki: “Şüphesiz ki ben (var ya); (hakkımda bir kötülük murâd etmesi durumunda) Allâh’tan (gelecek azaptan) beni kimse aslâ kurtaramaz ve kesinlikle ben O’ndan başkasını meyledilip sığınılacak biri (olarak) bulamam. İbnü Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; cinler Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e yanaşmak için izdiham çıkardıkları zaman onların efendisi konumunda olan Verdân: “Yâ Rasûlellâh! İstersen onları senden uzaklaştırayım” dediği zaman Allâh-u Te‘âlâ Habîbine ona bu âyetle cevap vermesini emretmiştir. (el-Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, 2/231-232; İbnü Hacer el-‘Askalânî, el-İsâbe, 6/606; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 15/30-31)
اِلَّا بَلَاغًا مِنَ اللّٰهِ وَرِسَالَاتِه۪ۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ ﴿٢٣
23﴿ Lâkin Allâh (tarafın)dan bir tebliğe ve O’nun elçiliklerin(i size bildirmey)e (gücüm yeter)! Ama her kim (benim ulaştırdığım bu hükümleri kabullenmeyerek) Allâh’a ve Rasûlüne isyân ederse, artık şüphesiz onun için, (kâfirlerin) sonsuza kadar içerisinde ebediyyen kalacakları cehennem ateşi vardır.
حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ اَضْعَفُ نَاصِرًا وَاَقَلُّ عَدَدًا ﴿٢٤
24﴿ (Kâfirler inatlarını sürdürerek müminleri aşağılamaya devâm edeceklerdir.) Nihâyet o (müşrik ola)nlar tehdit olundukları o (azap dolu) şeyleri gördükleri zaman artık yakında bileceklerdir ki; kim yardımcı bakımından daha zayıftır ve (kim) sayı cihetinden daha az (orduya sâhip) olandır?!
قُلْ اِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ مَا تُوعَدُونَ اَمْ يَجْعَلُ لَهُ رَبّ۪ٓي اَمَدًا ﴿٢٥
25﴿ (Habîbim!) De ki: “Tehdit olunduğunuz o şeyler çok yakın mıdır, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi tâyin edecek, bilemiyorum?
عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلٰى غَيْبِه۪ٓ اَحَدًاۙ ﴿٢٦
26﴿ (O yüce Rabbim) bütün gaybları (ve gizlileri) bilendir. Artık O hiçbir kimseyi gayblarına (ve gizli ilimlerine) vâkıf kılmaz.
اِلَّا مَنِ ارْتَضٰى مِنْ رَسُولٍ فَاِنَّهُ يَسْلُكُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ رَصَدًاۙ ﴿٢٧
27﴿ Ancak (bâzı gaybları bildirmek üzere kulları içerisinden seçip) râzı olduğu bir rasül(e bildirmesi) müstesnâ. Zîrâ muhakkak ki O (Allâh-u Te‘âlâ) onun önünden ve ardından (yerleştirilmiş olarak) gözcülük yapan birtakım bekçiler dizer (ve o peygamber vahyi tebliğ edinceye kadar onlar onu şeytanların vesveselerinden ve katmalarından korurlar). Bâzıları bu âyetten yola çıkıp; kerâmet olarak evliyâullâha birtakım gaybların bildirilebileceğini inkâr etmişlerdir. Oysa bu, büyük bir cehâletten kaynaklanmaktadır. Zîrâ bu âyet-i kerîmenin zâhirine bakılarak, gaybların sâdece rasüllere bildirildiği hükmüne varılacak olsa, meleklere de, nebîlere de hiçbir gaybın bildirilmediğini kabullenmeleri gerekir. Dolayısıyla burada “Allâh-u Te‘âlâ’nın, bütün gayblarını rasüllerine bildirdiği” mânâsı çıkarılamayacağı gibi, “Rasûl olmayan hiçbir meleğe, nebîye ve velîye hiçbir gaybı bildirmeyeceği” hükmüne de varılamaz. Nitekim Hızır (Aleyhisselâm) gibi peygamberliği ihtilaflı olan bir zâta nice gaybların bildirildiği Kur’ân-ı Kerim’in açık beyanları (el-Kehf Sûresi:60-82) ile sâbittir. Ayrıca Sahîhayn’da: “Geçmiş ümmetlerde olduğu gibi, bu ümmette de ilhâma mazhar muhaddes kullar bulunduğu” bildirilmiştir. (el-Buhârî, el-Enbiyâ:52, rakam:3282, 3/1279; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe:2, rakam:2398, 4/1864) O hâlde burada peygamberlere tahsis edilen bildirme, vâsıtasız olarak sâdece vahiy yoluyla olan ayân-beyân bir bildirmeden ibarettir, velîlere ise; rüyâ, sahih keşif, ferâset ya da ilhâm gibi vâsıtalarla bâzı gaybî konular bildirilmektedir. Ama bu, peygamberlere bildirilen gibi kesin ilim ifâde etmez. Ayrıca bu bildirim, rasûle asâleten, velîye ise tebe‘iyyet yoluyla yapıldığından dolayı, her velînin kerâmeti, tâbi olduğu peygamber için bir mûcize kabûl edilmektedir. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Hâzin; -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 6/379-380; el-Âlûsî, 27/518-520)
لِيَعْلَمَ اَنْ قَدْ اَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ وَاَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ وَاَحْصٰى كُلَّ شَيْءٍ عَدَدًا ﴿٢٨
28﴿ Tâ ki o (kendisine vahiy gönderilen peygamber) bilsin ki; şüphesiz (önem verilmesi gereken hakîkat şudur ki), o(na vahyi getiren Cibrîl ve meleklerden onun refâkatinde buluna)nlar Rablerinin elçiliklerini gerçekten tebliğ etmiştirler. Zâten O (vahyi gönderen yüce Rab) onlar(a vahiy getiren melâike-i kirâm)ın yanlarında bulunan şeyleri kuşat(ıcı şekilde bilip yaz)mıştır ve yine O (Allâh-u Te‘âlâ yağmur damlalarına ve kum tânelerine varıncaya kadar bütün mahlûkātı ve olmuş-olacak) her şeyi aded bakımından (tek tek) say(ıp Levh-i Mahfûz’da yazdır)mıştır.