فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ ﴿٤٨﴾
﴾48﴿
Artık (melekler, peygamberler ve sâlihlerden oluşan tüm) şefâatçiler (aracı olmaya kalksa bile hiçbirin)in şefâati o (müşrik ola)nlara fayda vermeyecektir.
فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِض۪ينَۙ ﴿٤٩﴾
﴾49﴿
Şimdi ne oldu o (kâfir ola)nlara; o (Kur’ân gibi bir) öğütten yüz çeviren kimseler olarak (ne kötü hâldedirler)?!
كَاَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌۙ ﴿٥٠﴾
﴾50﴿
Sanki onlar şiddetle kaçan yaban eşekleridir.
فَرَّتْ مِنْ قَسْوَرَةٍۜ ﴿٥١﴾
﴾51﴿
(Sanki) onlar aslandan kaçmıştır! (İşte bu müşrikler de Kur’ân’ı ve vaazları dinlemekten böylece kaçmaktadırlar.)
بَلْ يُر۪يدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُؤْتٰى صُحُفًا مُنَشَّرَةًۙ ﴿٥٢﴾
﴾52﴿
Doğrusu onlardan her biri (açma zahmetine dahî katlanmayacağı şekilde önlerine) iyice açılmış (olan ve içerisinde: “Ey felanca kulum! Muhammed’e îmân et!” emri yazılı bulunan) birtakım sayfalar kendisine verilsin diye arzulamaktadır.
كَلَّاۜ بَلْ لَا يَخَافُونَ الْاٰخِرَةَۜ ﴿٥٣﴾
﴾53﴿
Hayır! (Onlar bu taleplerine aslâ ulaşacak değillerdir!) Doğrusu onlar (kendilerine böyle bir kitap verilmediği için inkâr ediyor değiller bilakis) âhiret(in azâbından ve muhâsebesin)den korkmuyorlar (da onun için Kur’ân’dan yüz çeviriyorlar).
كَلَّٓا اِنَّهُ تَذْكِرَةٌۚ ﴿٥٤﴾
﴾54﴿
Hayır! (Onların bu şekilde yüz çevirmeleri aslâ doğru değildir.) Şüphesiz ki o (Kur’ân bütün âlemler için) büyük bir öğüttür.
فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۜ ﴿٥٥﴾
﴾55﴿
Artık her kim (iki cihan saâdetini kazanmak) isterse on(un vaazların)dan öğüt alır.
وَمَا يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ ﴿٥٦﴾
﴾56﴿
(O müşrikler: “Mâdem öyle, istediğimiz zaman Kur’ân’ı inceleriz, işimize gelirse inanırız” diyorlar) ama Allâh dilemedikçe onlar (âyetlerden) öğüt alamazlar. (Zâten) ancak O (Allâh, Kendisinden) sakınılmaya lâyıktır ve (Zâtından sakınanlara karşı) mağfiret ehlidir. (Bu yüzden büyük günahlardan sakınanların sâir günahlarını bağışlayacaktır.)
YETMİŞBEŞİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Kıyâmet
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 40 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
لَٓا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِۙ ﴿١﴾
﴾1﴿
Kıyâmet gününe kuvvetle yemîn ederim!
وَلَٓا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ ﴿٢﴾
﴾2﴿
(Takvâdaki kusûrundan dolayı kıyâmet günü kendisini) çokça kınaya(cak ola)n o nefse de tekitle kasem ederim (ki; bütün insanlar öldükten sonra diriltileceklerdir).
اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَلَّنْ نَجْمَعَ عِظَامَهُۜ ﴿٣﴾
﴾3﴿
İnsan zannediyor mu ki, (ölüp dağılmasının ve un ufak bir hâle gelerek toprağa karışmasının ardından) onun kemiklerini Biz aslâ toplayamayacağız?!
بَلٰى قَادِر۪ينَ عَلٰٓى اَنْ نُسَوِّيَ بَنَانَهُ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Evet! (Diğer kemiklere nazaran çok küçük ve latif olmalarına rağmen) onun parmak uçlarını (bile hiçbir noksan ve değişiklik bulunmaksızın dünyâda olduğu hâliyle) düzgünce yaratmamıza gücü yetenler olarak (onun bütün kemiklerini bir araya toplayacağız).
بَلْ يُر۪يدُ الْاِنْسَانُ لِيَفْجُرَ اَمَامَهُۚ ﴿٥﴾
﴾5﴿
Doğrusu; insan (hâl-i hazırda Allâh’a karşı geldiği gibi) önünde(ki gelecekte) de isyânına (ve günahına) devâm etmek istiyor.
يَسْـَٔلُ اَيَّانَ يَوْمُ الْقِيٰمَةِۜ ﴿٦﴾
﴾6﴿
(Bir de inadına) soruyor ki: “Kıyâmet günü ne zaman (vukû bulacak)dır?”
فَاِذَا بَرِقَ الْبَصَرُۙ ﴿٧﴾
﴾7﴿
Artık (gördüğü şeylerin büyüklüğünden dolayı) göz (şimşeğe bakmış gibi) korkuyla dehşete kapıldığı zaman!
وَخَسَفَ الْقَمَرُۙ ﴿٨﴾
﴾8﴿
Ayın da (tutularak) ışığı kaybolduğu zaman!
وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُۙ ﴿٩﴾
﴾9﴿
Bir de güneşle ay (batıdan doğma noktasında) birleştirildiği zaman!
يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّۚ ﴿١٠﴾
﴾10﴿
(İşte) o gün insan: “Kaçış yeri nerededir?” diyecektir.
كَلَّا لَا وَزَرَۚ ﴿١١﴾
﴾11﴿
Hayır! (Ey insan! Bu arayışından vazgeç!) Sığınılacak hiçbir yer yoktur.
اِلٰى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍۨ الْمُسْتَقَرُّۜ ﴿١٢﴾
﴾12﴿
(İşte) o gün (insanların) istikrâr(ı ve yerleşmesi) ancak senin Rabbin(in göstereceği yer)e (göre cennet veyâ cehennemden biri olarak netîcelenecek)dir.
يُنَبَّؤُا الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَاَخَّرَۜ ﴿١٣﴾
﴾13﴿
(İşte) o gün insan, (yapıp) öne sürdüğü ve (yapmayıp) geri bıraktığı şeyler(in hepsin)den (mesûl tutularak ve cezâsı verilerek) iyice haberdâr edilecektir.
بَلِ الْاِنْسَانُ عَلٰى نَفْسِه۪ بَص۪يرَةٌۙ ﴿١٤﴾
﴾14﴿
Doğrusu insan nefsinin aleyhine çok kuvvetli bir huccet (ve aleyhine şâhitlik edecek bir delil)dir (ki derileri ve uzuvları konuşup amellerini haber vereceği için başka delîle hâcet yoktur).
وَلَوْ اَلْقٰى مَعَاذ۪يرَهُۜ ﴿١٥﴾
﴾15﴿
Velev ki tüm mâzeretlerini (ortaya) at(arak nefsini kurtarma uğrunda zorlu bir mücâdeleye kalkış)mış olsun (yine de bundan fayda göremez).
لَا تُحَرِّكْ بِه۪ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِه۪ۜ ﴿١٦﴾
﴾16﴿
(Ey Rasûlüm! Cibrîl’in getirdiği vahyi dinlerken bir şey kaçırmayayım diye o bitirmeden acele kırâate başlıyorsun, artık böyle yapma.) Onu acele alasın diye (vahyin tamamlanmasını beklemeden) dilini onunla hareket ettirme.
اِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْاٰنَهُۚ ﴿١٧﴾
﴾17﴿
Şüphesiz onu (senin hâfızanda) toplamak da, ve (senin) onu (ezberden kolayca) okuman(ı sağlamak) da ancak Bize âittir.
فَاِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْاٰنَهُۚ ﴿١٨﴾
﴾18﴿
Artık Biz onu (Cibrîl vâsıtasıyla sana) okuduğumuz zaman, sen hemen onun kırâatine iyice tâbi ol (ve okumasını iyice izle, ayrıca zihninde yerleşsin diye Cibrîl’in kırâatinin ardından tekrâr et).
ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُۜ ﴿١٩﴾
﴾19﴿
Sonra onu(n mânâlarını ve hükümlerini) açıklamak da şüphesiz sâdece Bize âittir (ki sen onları yine sana vahyedeceğimiz hadislerle ümmetine anlatırsın).