v02.01.25 Geliştirme Notları
İnsân Sûresi
578
Cuz 29
6﴿ (Öyle kıymetli) bir gözeyi (kastediyorum) ki; Allâh’ın (seçkin) kulları ondan içecektir de, onu tam (ve kolay) bir akıtmayla (diledikleri yerlere) iyice akıtacaklardır. (Böylece o su, parmaklarıyla işâret ettikleri yöne doğru kendiliğinden akıp gidecektir.)
7﴿ O (müjdelere nâil olacak ola)nlar (namaz, oruç ve fakirlere yardım gibi bir iyilik yapmayı adadıkları zaman) o adağı (ve bir konuda yemîn ettikleri zaman o yemîni, ayrıca hem Rablerine hem de insanlara verdikleri tüm sözleri) yerine getirirler(di) ve şerri çok yaygın büyük bir gün (olan kıyâmet gününün muhâsebin)den korkarlar(dı).
8﴿ Bir de onlar (açlık ve kıtlık yüzünden kendileri yiyecek ihtiyâcına ve) onun sevgisine (mübtelâ olmalarına) rağmen yoksula, yetime ve esire yemek yedirirler(di).
9﴿ (Bunu yaparken de dediler ki:) “Biz sizi ancak Allâh’ın Zâtı(nın rızâsını kazanmak) için yediriyoruz. Sizden (hediye gibi) en ufak bir karşılık istemiyoruz, (övgü gibi) az bir teşekkürü de (bekleyici) olma(yı)z.
10﴿ Çünkü muhakkak ki biz, (insanların) çok asık suratlı (olup kendisinin) zorluğu (ve belâsı) çok şiddetli olan bir günde (karşılacağımız muhâsebenin zorluğunda)n (dolayı); Rabbimizden korkuyoruz (ki; o gün kâfirlerin gözleri arasından katran gibi terler akacak ve suratları çok kötü olacaktır).”
11﴿ (Habîbim!) İşte sana! (Âhiretten) bu (kadar korkmaları) yüz(ün)den Allâh onları o günün şerrinden korumuş ve kendilerin(in yüzlerin)e mükemmel bir güzellik ve (kalplerine) büyük bir sevinç vermiştir.
12﴿ Ayrıca O (Allâh-u Te‘âlâ ibâdetlerin zorluğuna ve kâfirlerin eziyetlerine) sabretmiş olmaları sebebiyle onları çok kıymetli bir cennet ve ziyâde değerli bir tür ipek(ten elbise) ile mükâfatlandırmıştır.
13﴿ Onlar (cennete girdirilip) orada (inci ve yâkuttan mâmul) kubbeli gerdek odalarındaki (süslü tüllerle kapatılmış) döşekler üzerinde (dizilmiş yastıklara) yaslanan kimseler olarak (nîmetleneceklerdir). Kendileri orada bir güneş görmeyeceklerdir, şiddetli bir soğuğu da (görür) olmadı(lar). (Zîrâ cennetin havası dâimâ mûtedil olup gölgesi de süreklidir.)
14﴿ Üstelik (ağaçlarının) gölgeleri kendi üzerlerine çok yakın olan (cennetlerden ikinci) bir şey ile (onları mükâfatlandırdı). Onun meyveleri de (diledikleri gibi kolayca ulaşabilmeleri için) tam bir boyun eğdirilmekle (istifâdelerine) itâatkâr kılınmıştır.
15﴿ Gümüşten birçok kaplar ile ve birtakım kulpsuz ibriklerle de onların etrâfında (hizmetçiler tarafından pervâne gibi) dönülecektir ki; onlar(ca kaplar ve ibrikler Allâh’ın îcâdıyla) çok değerli (şeffaf) billur kadehler olmuştur.
16﴿ Gümüşten (mâmul) birtakım billur kadehler(le hizmetçiler onların etrafında dönüp dolaşacaktır) ki; kendileri(ne bu kâseleri takdîm eden hizmetçiler) onlar(a sundukları kadehleri ve kaplar)ı (cennet ehlinin arzuladığı miktar üzere) tam bir ayarlamayla takdîr etmiştirler(dir ki, böylece kadehler ellerine uygun getirilerek, ne büyük olup ağır gelecek, ne de küçük olup hakîr görülecek, içlerinde bulunan şaraplar da ne dolup taşacak, ne de eksik kalacaktır, artık içenler içtiklerini yeterli bulacaktır).
17﴿ Onlar orada (cennet) şarapla(rıyla) dolu nice kâseden daha içirileceklerdir ki; onun karışımı (tadı ve râyihası dünyâdakilere hiç benzemeyen eşsiz bir) zencebîl (zencefîl) olmuştur.
18﴿ Orada (bulunan) bir gözeyi (kastediyorum) ki; (onların şarâbına katılacak zencebîl o gözeden çıkmaktadır ve o pınar, suyu çok tatlı olup boğaza takılmadan kolayca akıp gittiği için) Selsebîl diye isimlendirilmektedir.
19﴿ Bir de (gençlikleri ve güzel hâlleri hiç bozulmamak üzere cennette yaratılmış ve hiç ölmeyecek şekilde) ebedî(liğe mazhar) kılınmış birtakım çocuklar onların etrâfında (hizmet için) dönüp dolaşacaktır. (Ey cennete girecek kişi!) Sen onları gördüğün zaman (renklerinin berraklığından, hizmet için meclislerde yayılmalarından ve parıltılarının birbirine yansımasından dolayı) kendilerini (ortalığa) saçılmış birer inci sanırsın. Bu âyet-i kerîmede geçen (وِلْدَانٌ) kelimesinin dünyâ çocuklarından bahsetmediği ve onlarla cinsî münâsebet söz konusu olmadığı hakkında geniş mâlûmât için bakınız: el-Vâkı‘a Sûresi:17. âyet-i kerîme.
20﴿ (Ey cennetlik mümin!) Sen orada(ki imkânları) gördüğün zaman, çok bol bir nîmet ve (geniş olan) çok büyük bir mülk görürsün! Tefsîrlerde zikredildiğine göre; buradaki “Büyük mülk”ten maksad; “Ölümsüzlük”, “Nîmetlerin elden çıkmaması” ve “Her mümine verilen cennetin arâzisinin genişliği”dir. Nitekim hadîs-i şerîfte zikredildiğine göre; “Mertebe bakımından cennet ehlinin en aşağısı bile, kendine âit mülkü bin senede dolaşılacak mesâfe kadar geniş bulacak ve en uzağı en yakını gibi görecektir.” (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:5317; et-Tirmizî, rakam:2553)
21﴿ Onların üzerinde ince ipekten (mâmul) yemyeşil (renkli) giyecekler ve kalın ipek (elbise) vardır. Ayrıca onlar gümüşten bileziklerle süslendirilmiştirler. Bir de Rableri onlara (dünyâ şarapları gibi murdar olmayan) çok temiz bir şarap içirmiştir.
22﴿ (Allâh-u Te‘âlâ o gün cennet ehline:)(Siz kimseden karşılık ve teşekkür beklemediğiniz için) gerçekten işte bu (nîmetler) sizin (amelleriniz) için tam bir karşılık olmuştur, sa‘y(-ü gayret)iniz de kabûl edilmiş bir şey olmuştur” (buyuracaktır).
23﴿ Şüphesiz ki Biz (Azîmüşşân); bu Kur’ân’ı (üstün bir hikmete münâsip olarak) peyderpey bir indirişle sana ancak Biz indirdik!
24﴿ (Habîbim!) Öyleyse sen Rabbinin (sana yardımını geciktirme husûsundaki) hükmüne sabret ve o (şirk koşa)nlardan herhangi bir günahkâra ya da son derece kâfir olan(ın çağrısın)a itâat etme.
25﴿ (Habîbim, bir de sen) her gün başında ve her gün sonunda Rabbinin ismini zikret(meye devâm et).
سُورَةُ الْاِنْسَانِ
الجزء ٢٩
٥٧٨
عَيْنًا يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللّٰهِ يُفَجِّرُونَهَا تَفْج۪يرًا ﴿٦
يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْمًا كَانَ شَرُّهُ مُسْتَط۪يرًا ﴿٧
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ مِسْك۪ينًا وَيَت۪يمًا وَاَس۪يرًا ﴿٨
اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللّٰهِ لَا نُر۪يدُ مِنْكُمْ جَزَٓاءً وَلَا شُكُورًا ﴿٩
اِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَر۪يرًا ﴿١٠
فَوَقٰيهُمُ اللّٰهُ شَرَّ ذٰلِكَ الْيَوْمِ وَلَقّٰيهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًاۚ ﴿١١
وَجَزٰيهُمْ بِمَا صَبَرُوا جَنَّةً وَحَر۪يرًاۙ ﴿١٢
مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۚ لَا يَرَوْنَ ف۪يهَا شَمْسًا وَلَا زَمْهَر۪يرًاۚ ﴿١٣
وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْل۪يلًا ﴿١٤
وَيُطَافُ عَلَيْهِمْ بِاٰنِيَةٍ مِنْ فِضَّةٍ وَاَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَار۪يرَاۙ ﴿١٥
قَوَار۪يرَ مِنْ فِضَّةٍ قَدَّرُوهَا تَقْد۪يرًا ﴿١٦
وَيُسْقَوْنَ ف۪يهَا كَأْسًا كَانَ مِزَاجُهَا زَنْجَب۪يلًاۚ ﴿١٧
عَيْنًا ف۪يهَا تُسَمّٰى سَلْسَب۪يلًا ﴿١٨
وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۚ اِذَا رَاَيْتَهُمْ حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤً۬ا مَنْثُورًا ﴿١٩
وَاِذَا رَاَيْتَ ثَمَّ رَاَيْتَ نَع۪يمًا وَمُلْكًا كَب۪يرًا ﴿٢٠
عَالِيَهُمْ ثِيَابُ سُنْدُسٍ خُضْرٌ وَاِسْتَبْرَقٌۘ وَحُلُّٓوا اَسَاوِرَ مِنْ فِضَّةٍۚ وَسَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ شَرَابًا طَهُورًا ﴿٢١
اِنَّ هٰذَا كَانَ لَكُمْ جَزَٓاءً وَكَانَ سَعْيُكُمْ مَشْكُورًا۟ ﴿٢٢
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ تَنْز۪يلًاۚ ﴿٢٣
فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ اٰثِمًا اَوْ كَفُورًاۚ ﴿٢٤
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَاَص۪يلًاۚ ﴿٢٥
İnsân Sûresi
578
Cuz 29
عَيْنًا يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللّٰهِ يُفَجِّرُونَهَا تَفْج۪يرًا ﴿٦
6﴿ (Öyle kıymetli) bir gözeyi (kastediyorum) ki; Allâh’ın (seçkin) kulları ondan içecektir de, onu tam (ve kolay) bir akıtmayla (diledikleri yerlere) iyice akıtacaklardır. (Böylece o su, parmaklarıyla işâret ettikleri yöne doğru kendiliğinden akıp gidecektir.)
يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْمًا كَانَ شَرُّهُ مُسْتَط۪يرًا ﴿٧
7﴿ O (müjdelere nâil olacak ola)nlar (namaz, oruç ve fakirlere yardım gibi bir iyilik yapmayı adadıkları zaman) o adağı (ve bir konuda yemîn ettikleri zaman o yemîni, ayrıca hem Rablerine hem de insanlara verdikleri tüm sözleri) yerine getirirler(di) ve şerri çok yaygın büyük bir gün (olan kıyâmet gününün muhâsebin)den korkarlar(dı).
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ مِسْك۪ينًا وَيَت۪يمًا وَاَس۪يرًا ﴿٨
8﴿ Bir de onlar (açlık ve kıtlık yüzünden kendileri yiyecek ihtiyâcına ve) onun sevgisine (mübtelâ olmalarına) rağmen yoksula, yetime ve esire yemek yedirirler(di).
اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللّٰهِ لَا نُر۪يدُ مِنْكُمْ جَزَٓاءً وَلَا شُكُورًا ﴿٩
9﴿ (Bunu yaparken de dediler ki:) “Biz sizi ancak Allâh’ın Zâtı(nın rızâsını kazanmak) için yediriyoruz. Sizden (hediye gibi) en ufak bir karşılık istemiyoruz, (övgü gibi) az bir teşekkürü de (bekleyici) olma(yı)z.
اِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَر۪يرًا ﴿١٠
10﴿ Çünkü muhakkak ki biz, (insanların) çok asık suratlı (olup kendisinin) zorluğu (ve belâsı) çok şiddetli olan bir günde (karşılacağımız muhâsebenin zorluğunda)n (dolayı); Rabbimizden korkuyoruz (ki; o gün kâfirlerin gözleri arasından katran gibi terler akacak ve suratları çok kötü olacaktır).”
فَوَقٰيهُمُ اللّٰهُ شَرَّ ذٰلِكَ الْيَوْمِ وَلَقّٰيهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًاۚ ﴿١١
11﴿ (Habîbim!) İşte sana! (Âhiretten) bu (kadar korkmaları) yüz(ün)den Allâh onları o günün şerrinden korumuş ve kendilerin(in yüzlerin)e mükemmel bir güzellik ve (kalplerine) büyük bir sevinç vermiştir.
وَجَزٰيهُمْ بِمَا صَبَرُوا جَنَّةً وَحَر۪يرًاۙ ﴿١٢
12﴿ Ayrıca O (Allâh-u Te‘âlâ ibâdetlerin zorluğuna ve kâfirlerin eziyetlerine) sabretmiş olmaları sebebiyle onları çok kıymetli bir cennet ve ziyâde değerli bir tür ipek(ten elbise) ile mükâfatlandırmıştır.
مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۚ لَا يَرَوْنَ ف۪يهَا شَمْسًا وَلَا زَمْهَر۪يرًاۚ ﴿١٣
13﴿ Onlar (cennete girdirilip) orada (inci ve yâkuttan mâmul) kubbeli gerdek odalarındaki (süslü tüllerle kapatılmış) döşekler üzerinde (dizilmiş yastıklara) yaslanan kimseler olarak (nîmetleneceklerdir). Kendileri orada bir güneş görmeyeceklerdir, şiddetli bir soğuğu da (görür) olmadı(lar). (Zîrâ cennetin havası dâimâ mûtedil olup gölgesi de süreklidir.)
وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْل۪يلًا ﴿١٤
14﴿ Üstelik (ağaçlarının) gölgeleri kendi üzerlerine çok yakın olan (cennetlerden ikinci) bir şey ile (onları mükâfatlandırdı). Onun meyveleri de (diledikleri gibi kolayca ulaşabilmeleri için) tam bir boyun eğdirilmekle (istifâdelerine) itâatkâr kılınmıştır.
وَيُطَافُ عَلَيْهِمْ بِاٰنِيَةٍ مِنْ فِضَّةٍ وَاَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَار۪يرَاۙ ﴿١٥
15﴿ Gümüşten birçok kaplar ile ve birtakım kulpsuz ibriklerle de onların etrâfında (hizmetçiler tarafından pervâne gibi) dönülecektir ki; onlar(ca kaplar ve ibrikler Allâh’ın îcâdıyla) çok değerli (şeffaf) billur kadehler olmuştur.
قَوَار۪يرَ مِنْ فِضَّةٍ قَدَّرُوهَا تَقْد۪يرًا ﴿١٦
16﴿ Gümüşten (mâmul) birtakım billur kadehler(le hizmetçiler onların etrafında dönüp dolaşacaktır) ki; kendileri(ne bu kâseleri takdîm eden hizmetçiler) onlar(a sundukları kadehleri ve kaplar)ı (cennet ehlinin arzuladığı miktar üzere) tam bir ayarlamayla takdîr etmiştirler(dir ki, böylece kadehler ellerine uygun getirilerek, ne büyük olup ağır gelecek, ne de küçük olup hakîr görülecek, içlerinde bulunan şaraplar da ne dolup taşacak, ne de eksik kalacaktır, artık içenler içtiklerini yeterli bulacaktır).
وَيُسْقَوْنَ ف۪يهَا كَأْسًا كَانَ مِزَاجُهَا زَنْجَب۪يلًاۚ ﴿١٧
17﴿ Onlar orada (cennet) şarapla(rıyla) dolu nice kâseden daha içirileceklerdir ki; onun karışımı (tadı ve râyihası dünyâdakilere hiç benzemeyen eşsiz bir) zencebîl (zencefîl) olmuştur.
عَيْنًا ف۪يهَا تُسَمّٰى سَلْسَب۪يلًا ﴿١٨
18﴿ Orada (bulunan) bir gözeyi (kastediyorum) ki; (onların şarâbına katılacak zencebîl o gözeden çıkmaktadır ve o pınar, suyu çok tatlı olup boğaza takılmadan kolayca akıp gittiği için) Selsebîl diye isimlendirilmektedir.
وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۚ اِذَا رَاَيْتَهُمْ حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤً۬ا مَنْثُورًا ﴿١٩
19﴿ Bir de (gençlikleri ve güzel hâlleri hiç bozulmamak üzere cennette yaratılmış ve hiç ölmeyecek şekilde) ebedî(liğe mazhar) kılınmış birtakım çocuklar onların etrâfında (hizmet için) dönüp dolaşacaktır. (Ey cennete girecek kişi!) Sen onları gördüğün zaman (renklerinin berraklığından, hizmet için meclislerde yayılmalarından ve parıltılarının birbirine yansımasından dolayı) kendilerini (ortalığa) saçılmış birer inci sanırsın. Bu âyet-i kerîmede geçen (وِلْدَانٌ) kelimesinin dünyâ çocuklarından bahsetmediği ve onlarla cinsî münâsebet söz konusu olmadığı hakkında geniş mâlûmât için bakınız: el-Vâkı‘a Sûresi:17. âyet-i kerîme.
وَاِذَا رَاَيْتَ ثَمَّ رَاَيْتَ نَع۪يمًا وَمُلْكًا كَب۪يرًا ﴿٢٠
20﴿ (Ey cennetlik mümin!) Sen orada(ki imkânları) gördüğün zaman, çok bol bir nîmet ve (geniş olan) çok büyük bir mülk görürsün! Tefsîrlerde zikredildiğine göre; buradaki “Büyük mülk”ten maksad; “Ölümsüzlük”, “Nîmetlerin elden çıkmaması” ve “Her mümine verilen cennetin arâzisinin genişliği”dir. Nitekim hadîs-i şerîfte zikredildiğine göre; “Mertebe bakımından cennet ehlinin en aşağısı bile, kendine âit mülkü bin senede dolaşılacak mesâfe kadar geniş bulacak ve en uzağı en yakını gibi görecektir.” (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:5317; et-Tirmizî, rakam:2553)
عَالِيَهُمْ ثِيَابُ سُنْدُسٍ خُضْرٌ وَاِسْتَبْرَقٌۘ وَحُلُّٓوا اَسَاوِرَ مِنْ فِضَّةٍۚ وَسَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ شَرَابًا طَهُورًا ﴿٢١
21﴿ Onların üzerinde ince ipekten (mâmul) yemyeşil (renkli) giyecekler ve kalın ipek (elbise) vardır. Ayrıca onlar gümüşten bileziklerle süslendirilmiştirler. Bir de Rableri onlara (dünyâ şarapları gibi murdar olmayan) çok temiz bir şarap içirmiştir.
اِنَّ هٰذَا كَانَ لَكُمْ جَزَٓاءً وَكَانَ سَعْيُكُمْ مَشْكُورًا۟ ﴿٢٢
22﴿ (Allâh-u Te‘âlâ o gün cennet ehline:)(Siz kimseden karşılık ve teşekkür beklemediğiniz için) gerçekten işte bu (nîmetler) sizin (amelleriniz) için tam bir karşılık olmuştur, sa‘y(-ü gayret)iniz de kabûl edilmiş bir şey olmuştur” (buyuracaktır).
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ تَنْز۪يلًاۚ ﴿٢٣
23﴿ Şüphesiz ki Biz (Azîmüşşân); bu Kur’ân’ı (üstün bir hikmete münâsip olarak) peyderpey bir indirişle sana ancak Biz indirdik!
فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ اٰثِمًا اَوْ كَفُورًاۚ ﴿٢٤
24﴿ (Habîbim!) Öyleyse sen Rabbinin (sana yardımını geciktirme husûsundaki) hükmüne sabret ve o (şirk koşa)nlardan herhangi bir günahkâra ya da son derece kâfir olan(ın çağrısın)a itâat etme.
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَاَص۪يلًاۚ ﴿٢٥
25﴿ (Habîbim, bir de sen) her gün başında ve her gün sonunda Rabbinin ismini zikret(meye devâm et).