v02.01.25 Geliştirme Notları
Gâşiye Sûresi
592
Cuz 30
12﴿ Orada sürekli akan birçok göze vardır.
13﴿ Orada (hem mekân hem de kıymet bakımından) çok yüksek (ve değerli) tutulmuş birçok tahtlar vardır (ki üzerine oturan bir mümin, kendisine verilen mülkün tamâmını görebilecektir).
14﴿ Bir de (cennette onlar için hazırlanıp önlerine) konulmuş olan çok kıymetli kulpsuz kadehler (ve kaplar vardır).
15﴿ Ayrıca (üzerine oturulsun, sırt yaslanılsın ve kol dayanılsın diye) yan yana dizilmiş kıymetli yastıklar.
16﴿ (Meclislere) serilip döşenmiş (çok süslü ve enli) çok değerli halılar da (onlar için cennette mevcuttur).
17﴿ Şimdi o (müşrik ola)nlar (dirilmeyi inkâr ederken) develere bakmıyorlar mı ki; onlar (yüksekçe, uzun boyunlu, her bitkiyi otlayacak ve on günden fazla susuzluğa tahammül edecek şekilde) nasıl yaratıldılar?! (İşte üzerlerine binilsin diye develer çöktüğü gibi, o tahtlar da mümine karşı öylece eğilecektir.) Gerideki âyet-i kerîmelerin tefsîri sadedinde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Cennette bulunan tahtların yüz sene(de dolaşılacak mesâfe) kadar yüksek, kadehlerin hesap edilemeyecek kadar çok, yastıkların ve halıların da geride zikredilen vasıflarını çok uzun ve enli olarak” beyân edince müşrikler bunları duyup şaşırarak: “İnsan o kadar yükseklikte bulunan tahta binmek isteyince ne yapacak, bu kadar uzun mesâfeye halılar nasıl döşenecek? Biz dünyâda böyle bir şey görmedik!” diye inkâr ettiler. Bunun üzerine bu ve peşisıra gelen üç âyet-i kerîme nâzil olarak onlara dünyâda görüp şaşırmadıkları şeylerden örnekler ortaya koydu, şöyle ki; develerin uzun ve yerden yüksek yaratılması sonra onların üzerlerine binilmesi için çökmeleri, akabinde üzerlerine yük vurulduktan sonra kalkmaları, yüksekte bulunan tahtların inerek sâhiplerinin onların üstüne binmesine misâl verilmiştir. Yüksek yaratılan gökteki yıldızların, kulların hesap edemeyeceği kadar çok olması cennetteki kadehlerin çokluğuna misâl getirilmiştir. Çok uzun olan dağların dik durmaları cennetteki yastıkların uzunluğuna (ve düz durmalarına) misâl teşkîl etmiştir. Yeryüzünün doğu ile batı arasında tek bir döşek gibi serilmesi de cennetteki halıların (dünyâda misli görülmeyecek kadar) uzun mesâfede serilmesine misâl olarak zikredilmiştir. (et-Teysîr, 15/325; el-Vâhidî, el-Besît, 23/473; es-Sa‘lebî, el-Keşf, 10/189)
18﴿ Göğe de (bakmazlar mı) ki, o (direksiz bir şekilde) nasıl yükseltildi?!
19﴿ Dağlara da (bakmazlar mı) ki, onlar (uzunluklarına rağmen sağa sola yamulmayacak şekilde) nasıl dikildi?!
20﴿ Yere de (bakmazlar mı) ki, o (döşek gibi) nasıl yayılıp döşendi?! (İşte yaratıcının gücünü gösteren bunca yaratılmış şeyleri görenler, cennetteki kadehlerin çokluğunu, yastıkların ve halıların uzunluğunu nasıl uzak görebilirler?!)
21﴿ (Habîbim!) Öyleyse (onların bu âyetleri düşünüp düşünmediklerini önemsemeksizin sâdece) öğüt ver(mekle yetin ve Allâh’ın seni seçtiği bu vazifeyi îfâya devâm et ve bu uğurda çektiğin eziyetlere sabret). Zîrâ sen ancak öğüt veren birisin.
22﴿ Sen aslâ onlar üzerine musallat kılınmış biri değilsin (ki onları îmâna zorlayasın).
23﴿ Lâkin her kim (senin bu öğütlerinden) yüz çevirmiştir ve inkâr etmiştir.
24﴿ İşte Allâh ona o en büyük (âhiret) azâb(ıy)la azap edecektir.
25﴿ Şüphesiz (ölümlerinin ardından) dönüşleri ancak Biz(im hesap yurdumuz olan âhiret)edir.
26﴿ Sonra (mahşerde cezâlarını vermek üzere) hesapları(nı yapmak) da sâdece Bize âittir.



SEKSENDOKUZUNCU SÛRE-İ CELİLE
el-Fecir
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 30 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Andolsun (tan yerinin ağarma vakti olan) o fecre!
2﴿ (Zülhiccenin başındaki) çok kıymetli on geceye de yemîn olsun!
3﴿ (Her şeyin, özellikle bu gecelerin ve namazın) çift(in)e de, tek(in)e de kasem olsun!
4﴿ (Bir de) geçip gittiği zaman o geceye yemîn olsun!
5﴿ (Ey insan!) İşte sana! (Yanlışlardan) engelleyici bir akıl sâhibi için bun(lar)da büyük bir yemîn (konusu olacak çok önemli bir şey) vardır, değil mi?!
6﴿ (Habîbim! Duyduğun mütevâtir haberlerle) gör(ür gibi bil)medin mi ki; senin Rabbin nasıl (azap) yaptı (Hûd nebîyi inkâr eden) Âd (toplumun)a?!
7﴿ O direkler (gibi uzun boylar) sâhibi (olan ve dedeleri) İrem(in ismiyle anılan o kabîley)e!
8﴿ Öyle kabîle ki; şehirlerde onların benzeri (güçte ve büyüklükte bir millet) yaratılmamıştı. Müfessirlerin rivâyetlerine göre; Âd’ın, Şeddâd ve Şedîd isimli iki oğlu mevcut olup bunlar zâlimâne hüküm sürdüler. Şedîd’in ölümü üzerine dünyâ mülkü Şeddâd’a kaldı. O, cennetin bahsini duyunca: “Ben de öyle bir yer yapacağım” diyerek; (Yemen’de bulunan) Aden sahralarının birinde üç yüz senede öyle büyük bir şehir yaptı ki, köşkleri altın ve gümüşten, sütunları ise zeberced ve yâkuttandı, içerisinde türlü türlü ağaçlar ve ırmaklar bulunuyordu. Şehir tamamlandığı zaman memleketinin halkıyla birlikte oraya doğru yola çıktı, bir gün bir gecelik mesâfeye varınca Allâh-u Te‘âlâ’nın gökten gönderdiği bir nâra ile hep birden helâk oldular. (en-Nesefî; el-Beyzâvî; el-Hâzin)
9﴿ O (Şâm yakınındaki Kurâ) vâdî(sin)de kayaları kes(ip, sırf taştan bin yedi yüz şehir binâ et)miş olan o (azgın) Semûd (toplumun)a da (Rabbinin neler yaptığını görmedin mi?)!
10﴿ O (ordusunun çokluğu nedeniyle fazla çadırlar ve) kazıklar sâhibi (olan, işkence yapacağı kişileri de el ve ayaklarından dört kazığa çakan) Firavun’a da (ne yaptığını görmedin mi?)!
11﴿ O kimselere ki, onlar şehirlerde haddi aşmıştılar;
12﴿ Böylece oralarda fesâdı (kâfirlik ve zulmü) çok yapmıştılar!
13﴿ Bu sebeple senin Rabbin onların üzerine türlü türlü karışık azaplar (yağdırıp) dökmüştü.
14﴿ Şüphesiz senin Rabbin elbette mirsâddadır (ve kulların amellerini dâimâ gözetimdedir).
سُورَةُ الْغَاشِيَةِ
الجزء ٣٠
٥٩٢
ف۪يهَا عَيْنٌ جَارِيَةٌۢ ﴿١٢
ف۪يهَا سُرُرٌ مَرْفُوعَةٌۙ ﴿١٣
وَاَكْوَابٌ مَوْضُوعَةٌۙ ﴿١٤
وَنَمَارِقُ مَصْفُوفَةٌۙ ﴿١٥
وَزَرَابِيُّ مَبْثُوثَةٌۜ ﴿١٦
اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠ ﴿١٧
وَاِلَى السَّمَٓاءِ كَيْفَ رُفِعَتْ۠ ﴿١٨
وَاِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ۠ ﴿١٩
وَاِلَى الْاَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ۠ ﴿٢٠
فَذَكِّرْ اِنَّمَٓا اَنْتَ مُذَكِّرٌۜ ﴿٢١
لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍۙ ﴿٢٢
اِلَّا مَنْ تَوَلّٰى وَكَفَرَۙ ﴿٢٣
فَيُعَذِّبُهُ اللّٰهُ الْعَذَابَ الْاَكْبَرَۜ ﴿٢٤
اِنَّ اِلَيْنَٓا اِيَابَهُمْۙ ﴿٢٥
ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا حِسَابَهُمْ ﴿٢٦
سُورَةُالْفَجْرِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَالْفَجْرِۙ ﴿١
وَلَيَالٍ عَشْرٍۙ ﴿٢
وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِۙ ﴿٣
وَالَّيْلِ اِذَا يَسْرِۚ ﴿٤
هَلْ ف۪ي ذٰلِكَ قَسَمٌ لِذ۪ي حِجْرٍۜ ﴿٥
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍۙۖ ﴿٦
اِرَمَ ذَاتِ الْعِمَادِۙۖ ﴿٧
اَلَّت۪ي لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِي الْبِلَادِۙۖ ﴿٨
وَثَمُودَ الَّذ۪ينَ جَابُوا الصَّخْرَ بِالْوَادِۙۖ ﴿٩
وَفِرْعَوْنَ ذِي الْاَوْتَادِۙۖ ﴿١٠
اَلَّذ۪ينَ طَغَوْا فِي الْبِلَادِۙۖ ﴿١١
فَاَكْثَرُوا ف۪يهَا الْفَسَادَۙۖ ﴿١٢
فَصَبَّ عَلَيْهِمْ رَبُّكَ سَوْطَ عَذَابٍۙۖ ﴿١٣
اِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِۜ ﴿١٤
Gâşiye Sûresi
592
Cuz 30
ف۪يهَا عَيْنٌ جَارِيَةٌۢ ﴿١٢
12﴿ Orada sürekli akan birçok göze vardır.
ف۪يهَا سُرُرٌ مَرْفُوعَةٌۙ ﴿١٣
13﴿ Orada (hem mekân hem de kıymet bakımından) çok yüksek (ve değerli) tutulmuş birçok tahtlar vardır (ki üzerine oturan bir mümin, kendisine verilen mülkün tamâmını görebilecektir).
وَاَكْوَابٌ مَوْضُوعَةٌۙ ﴿١٤
14﴿ Bir de (cennette onlar için hazırlanıp önlerine) konulmuş olan çok kıymetli kulpsuz kadehler (ve kaplar vardır).
وَنَمَارِقُ مَصْفُوفَةٌۙ ﴿١٥
15﴿ Ayrıca (üzerine oturulsun, sırt yaslanılsın ve kol dayanılsın diye) yan yana dizilmiş kıymetli yastıklar.
وَزَرَابِيُّ مَبْثُوثَةٌۜ ﴿١٦
16﴿ (Meclislere) serilip döşenmiş (çok süslü ve enli) çok değerli halılar da (onlar için cennette mevcuttur).
اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠ ﴿١٧
17﴿ Şimdi o (müşrik ola)nlar (dirilmeyi inkâr ederken) develere bakmıyorlar mı ki; onlar (yüksekçe, uzun boyunlu, her bitkiyi otlayacak ve on günden fazla susuzluğa tahammül edecek şekilde) nasıl yaratıldılar?! (İşte üzerlerine binilsin diye develer çöktüğü gibi, o tahtlar da mümine karşı öylece eğilecektir.) Gerideki âyet-i kerîmelerin tefsîri sadedinde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Cennette bulunan tahtların yüz sene(de dolaşılacak mesâfe) kadar yüksek, kadehlerin hesap edilemeyecek kadar çok, yastıkların ve halıların da geride zikredilen vasıflarını çok uzun ve enli olarak” beyân edince müşrikler bunları duyup şaşırarak: “İnsan o kadar yükseklikte bulunan tahta binmek isteyince ne yapacak, bu kadar uzun mesâfeye halılar nasıl döşenecek? Biz dünyâda böyle bir şey görmedik!” diye inkâr ettiler. Bunun üzerine bu ve peşisıra gelen üç âyet-i kerîme nâzil olarak onlara dünyâda görüp şaşırmadıkları şeylerden örnekler ortaya koydu, şöyle ki; develerin uzun ve yerden yüksek yaratılması sonra onların üzerlerine binilmesi için çökmeleri, akabinde üzerlerine yük vurulduktan sonra kalkmaları, yüksekte bulunan tahtların inerek sâhiplerinin onların üstüne binmesine misâl verilmiştir. Yüksek yaratılan gökteki yıldızların, kulların hesap edemeyeceği kadar çok olması cennetteki kadehlerin çokluğuna misâl getirilmiştir. Çok uzun olan dağların dik durmaları cennetteki yastıkların uzunluğuna (ve düz durmalarına) misâl teşkîl etmiştir. Yeryüzünün doğu ile batı arasında tek bir döşek gibi serilmesi de cennetteki halıların (dünyâda misli görülmeyecek kadar) uzun mesâfede serilmesine misâl olarak zikredilmiştir. (et-Teysîr, 15/325; el-Vâhidî, el-Besît, 23/473; es-Sa‘lebî, el-Keşf, 10/189)
وَاِلَى السَّمَٓاءِ كَيْفَ رُفِعَتْ۠ ﴿١٨
18﴿ Göğe de (bakmazlar mı) ki, o (direksiz bir şekilde) nasıl yükseltildi?!
وَاِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ۠ ﴿١٩
19﴿ Dağlara da (bakmazlar mı) ki, onlar (uzunluklarına rağmen sağa sola yamulmayacak şekilde) nasıl dikildi?!
وَاِلَى الْاَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ۠ ﴿٢٠
20﴿ Yere de (bakmazlar mı) ki, o (döşek gibi) nasıl yayılıp döşendi?! (İşte yaratıcının gücünü gösteren bunca yaratılmış şeyleri görenler, cennetteki kadehlerin çokluğunu, yastıkların ve halıların uzunluğunu nasıl uzak görebilirler?!)
فَذَكِّرْ اِنَّمَٓا اَنْتَ مُذَكِّرٌۜ ﴿٢١
21﴿ (Habîbim!) Öyleyse (onların bu âyetleri düşünüp düşünmediklerini önemsemeksizin sâdece) öğüt ver(mekle yetin ve Allâh’ın seni seçtiği bu vazifeyi îfâya devâm et ve bu uğurda çektiğin eziyetlere sabret). Zîrâ sen ancak öğüt veren birisin.
لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍۙ ﴿٢٢
22﴿ Sen aslâ onlar üzerine musallat kılınmış biri değilsin (ki onları îmâna zorlayasın).
اِلَّا مَنْ تَوَلّٰى وَكَفَرَۙ ﴿٢٣
23﴿ Lâkin her kim (senin bu öğütlerinden) yüz çevirmiştir ve inkâr etmiştir.
فَيُعَذِّبُهُ اللّٰهُ الْعَذَابَ الْاَكْبَرَۜ ﴿٢٤
24﴿ İşte Allâh ona o en büyük (âhiret) azâb(ıy)la azap edecektir.
اِنَّ اِلَيْنَٓا اِيَابَهُمْۙ ﴿٢٥
25﴿ Şüphesiz (ölümlerinin ardından) dönüşleri ancak Biz(im hesap yurdumuz olan âhiret)edir.
ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا حِسَابَهُمْ ﴿٢٦
26﴿ Sonra (mahşerde cezâlarını vermek üzere) hesapları(nı yapmak) da sâdece Bize âittir.




SEKSENDOKUZUNCU SÛRE-İ CELİLE
el-Fecir
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 30 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
وَالْفَجْرِۙ ﴿١
1﴿ Andolsun (tan yerinin ağarma vakti olan) o fecre!
وَلَيَالٍ عَشْرٍۙ ﴿٢
2﴿ (Zülhiccenin başındaki) çok kıymetli on geceye de yemîn olsun!
وَالشَّفْعِ وَالْوَتْرِۙ ﴿٣
3﴿ (Her şeyin, özellikle bu gecelerin ve namazın) çift(in)e de, tek(in)e de kasem olsun!
وَالَّيْلِ اِذَا يَسْرِۚ ﴿٤
4﴿ (Bir de) geçip gittiği zaman o geceye yemîn olsun!
هَلْ ف۪ي ذٰلِكَ قَسَمٌ لِذ۪ي حِجْرٍۜ ﴿٥
5﴿ (Ey insan!) İşte sana! (Yanlışlardan) engelleyici bir akıl sâhibi için bun(lar)da büyük bir yemîn (konusu olacak çok önemli bir şey) vardır, değil mi?!
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِعَادٍۙۖ ﴿٦
6﴿ (Habîbim! Duyduğun mütevâtir haberlerle) gör(ür gibi bil)medin mi ki; senin Rabbin nasıl (azap) yaptı (Hûd nebîyi inkâr eden) Âd (toplumun)a?!
اِرَمَ ذَاتِ الْعِمَادِۙۖ ﴿٧
7﴿ O direkler (gibi uzun boylar) sâhibi (olan ve dedeleri) İrem(in ismiyle anılan o kabîley)e!
اَلَّت۪ي لَمْ يُخْلَقْ مِثْلُهَا فِي الْبِلَادِۙۖ ﴿٨
8﴿ Öyle kabîle ki; şehirlerde onların benzeri (güçte ve büyüklükte bir millet) yaratılmamıştı. Müfessirlerin rivâyetlerine göre; Âd’ın, Şeddâd ve Şedîd isimli iki oğlu mevcut olup bunlar zâlimâne hüküm sürdüler. Şedîd’in ölümü üzerine dünyâ mülkü Şeddâd’a kaldı. O, cennetin bahsini duyunca: “Ben de öyle bir yer yapacağım” diyerek; (Yemen’de bulunan) Aden sahralarının birinde üç yüz senede öyle büyük bir şehir yaptı ki, köşkleri altın ve gümüşten, sütunları ise zeberced ve yâkuttandı, içerisinde türlü türlü ağaçlar ve ırmaklar bulunuyordu. Şehir tamamlandığı zaman memleketinin halkıyla birlikte oraya doğru yola çıktı, bir gün bir gecelik mesâfeye varınca Allâh-u Te‘âlâ’nın gökten gönderdiği bir nâra ile hep birden helâk oldular. (en-Nesefî; el-Beyzâvî; el-Hâzin)
وَثَمُودَ الَّذ۪ينَ جَابُوا الصَّخْرَ بِالْوَادِۙۖ ﴿٩
9﴿ O (Şâm yakınındaki Kurâ) vâdî(sin)de kayaları kes(ip, sırf taştan bin yedi yüz şehir binâ et)miş olan o (azgın) Semûd (toplumun)a da (Rabbinin neler yaptığını görmedin mi?)!
وَفِرْعَوْنَ ذِي الْاَوْتَادِۙۖ ﴿١٠
10﴿ O (ordusunun çokluğu nedeniyle fazla çadırlar ve) kazıklar sâhibi (olan, işkence yapacağı kişileri de el ve ayaklarından dört kazığa çakan) Firavun’a da (ne yaptığını görmedin mi?)!
اَلَّذ۪ينَ طَغَوْا فِي الْبِلَادِۙۖ ﴿١١
11﴿ O kimselere ki, onlar şehirlerde haddi aşmıştılar;
فَاَكْثَرُوا ف۪يهَا الْفَسَادَۙۖ ﴿١٢
12﴿ Böylece oralarda fesâdı (kâfirlik ve zulmü) çok yapmıştılar!
فَصَبَّ عَلَيْهِمْ رَبُّكَ سَوْطَ عَذَابٍۙۖ ﴿١٣
13﴿ Bu sebeple senin Rabbin onların üzerine türlü türlü karışık azaplar (yağdırıp) dökmüştü.
اِنَّ رَبَّكَ لَبِالْمِرْصَادِۜ ﴿١٤
14﴿ Şüphesiz senin Rabbin elbette mirsâddadır (ve kulların amellerini dâimâ gözetimdedir).