وَلَلْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لَكَ مِنَ الْاُو۫لٰىۜ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Elbette âhiret (hayâtında kavuşacağın nîmetler) ise o ilk önce olan (dünyâ hayâtın)dan senin için çok hayırlıdır. (Böylece senin gücün ve şerefin şu andaki yaşamına nisbetle günbegün artarak ilerleyecek ve netîcede sen iki cihanda da güzel bir âkıbete kavuşacaksın.)
وَلَسَوْفَ يُعْط۪يكَ رَبُّكَ فَتَرْضٰىۜ ﴿٥﴾
﴾5﴿
Yine elbette Rabbin sana gerçekten (dünyâda da âhirette de hayırlı muratlarının tamâmını) verecek de artık sen râzı (ve hoşnut) olacaksın.
اَلَمْ يَجِدْكَ يَت۪يمًا فَاٰوٰىۖ ﴿٦﴾
﴾6﴿
O (Rabbin) seni bir yetim olarak bildi de bu sebeple (seni amcan Ebû Tâlib’in yanında) barındırmadı mı?!
وَوَجَدَكَ ضَٓالًّا فَهَدٰىۖ ﴿٧﴾
﴾7﴿
Yine O seni (Şâm’a doğru çıkmış olduğun yolculuğunda) yolunu kaybetmiş biri olarak bildi de netîcede (seni kāfilenin izlediği doğru yola) hidâyet etti. Sa‘îd ibnü Müseyyeb (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) amcası Ebû Tâlib ile birlikte Hadîce (Radıyallâhu Anhâ)nın kölesi Meysere’nin ticâret kāfilesi içinde Şâm’a doğru bir sefere çıkmıştı, karanlık bir gecede devesinin üzerinde uyuya kalınca anayoldan saptı, bunun üzerine Cibrîl (Aleyhisselâm) gelerek devenin yularından tutup onu kāfileye iâde etti. İşte Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i celîlede ona bu lütfunu beyân etti. (es-Sa‘lebî, el-Keşfü ve’l-beyân, 10/228; ‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 15/390-391; el-Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl; en-Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl; el-Hâzin, Lübâbü’t-Te’vîl, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 6/528)
وَوَجَدَكَ عَٓائِلًا فَاَغْنٰىۜ ﴿٨﴾
﴾8﴿
Ayrıca O (Rabbin) seni bir fakir olarak bildi de sonra (hanımın Hadîce’nin malıyla) zengin etti.
فَاَمَّا الْيَت۪يمَ فَلَا تَقْهَرْۜ ﴿٩﴾
﴾9﴿
O hâlde yetime gelince; artık sen (onu) alçaltarak mağlub etme (ve ona musallat olarak ezme, güçsüzlüğünden dolayı da malına müdâhale ederek onu zor duruma düşürme).
وَاَمَّا السَّٓائِلَ فَلَا تَنْهَرْۜ ﴿١٠﴾
﴾10﴿
Bir de (el açıp) isteyen kişiye gelince; artık sert konuşarak (onu) kovma. (Yanında bir şey varsa ver, yoksa da güler yüzle ve yumuşak sözle geri çevir.)
وَاَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ ﴿١١﴾
﴾11﴿
Şimdi Rabbinin (sana Kur’ân’ı ve diğer hükümleri öğretme) nîmetine gelince; (bir şükür ifâdesi olarak) artık (onu) çokça anlat.
DOKSANDÖRDÜNCÜ SÛRE-İ CELİLE
el-İnşirâh
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 8 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَۙ ﴿١﴾
﴾1﴿
(Habîbim!) Biz senin (vahyin zorluğuna dayanabilmen ve ins-ü cinnin dâveti gibi ağır bir yüke kolayca göğüs gerebilmen) için göğsünü genişletmedik mi?!
وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَۙ ﴿٢﴾
﴾2﴿
(Vahyi teblîğden ibâret o) ağır yükünü de senden uzaklaştırıp (üzerinden) indirdik.
اَلَّذ۪ٓي اَنْقَضَ ظَهْرَكَۙ ﴿٣﴾
﴾3﴿
Öyle (yükten seni kurtardık) ki, sırtına ağır gelmişti. (İşte Biz risâleti teblîğden ibâret olan çok ağır bir vazîfeyi kolaylıkla yapabilmen için kalbine ziyâdesiyle kuvvet verdik de bu sâyede sen bu mesûliyetin uhdesinden kurtulabildin.)
وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَۜ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Ayrıca Biz anılmanı (şânını ve nâmını) senin için yükselttik! (Bu yüzden kelime-i şehâdet, ezan, ikāmet, hutbe ve tahiyyât gibi birçok önemli zikir ve ibâdette Benimle birlikte dâimâ anılacaksın.)
فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۙ ﴿٥﴾
﴾5﴿
İşte gerçekten o (çektiğin bunca) zorlukla birlikte (hemen onun peşi sıra gelecek) büyük bir kolaylık vardır!
اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۜ ﴿٦﴾
﴾6﴿
Muhakkak o (katlandığın aynı) zorlukla birlikte başka büyük bir kolaylık (daha) vardır. (Bir zorluk iki büyük kolaylığı yenemeyeceğine göre artık sen ne kadar sıkıntıya düşsen de Allâh’ın yardımından ümitsiz olma.)
فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ ﴿٧﴾
﴾7﴿
O hâlde (tebliğ ve namaz gibi vazîfelerinden) boş kaldığın zaman hemen (nâfile ibâdetlerle meşgul olarak) yorul (şükür ve duâda bulun, hiçbir vaktini ibâdetten boş tutma ve nefsin için rahatlık arama). Müfessirlerin beyânı vechile; bu âyet-i kerîmede Allâh-u Te‘âlâ Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e: “Farzları bitirince nâfilelerle meşgul ol, ümmetine ta‘lîmde bulunduktan sonra amel etmeye gayret et, cihâdın ardından ibâdetle meşgul ol, elçilik görevini tebliğin ardından da hem kendin, hem de müminler için istiğfâra devâm et” buyurmuş olmaktadır. (el-Medârik; el-Hâzin)
وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ ﴿٨﴾
﴾8﴿
Bir de hemen sen ancak Rabbin(in fazl-u keremin)e rağbetli ol! (Sâdece O’na güven ve sırf O’nun fazl-u kereminden istekte bulun. Zîrâ senin tüm sıkıntılarını giderecek ancak O’dur!)
DOKSANBEŞİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Tîn
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 8 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
وَالتّ۪ينِ وَالزَّيْتُونِۙ ﴿١﴾
﴾1﴿
Andolsun o (sayısız menfaatleri olan) incire; (ve) kasem olsun zeytine!
وَطُورِ س۪ين۪ينَۙ ﴿٢﴾
﴾2﴿
(Mûsâ nebînin Allâh-u Te‘âlâ ile mükâlemesine mahal olmuş o çok mübârek) Sînîn (vâdîsin)deki Tûr (Dağı’n)a (da) yemîn olsun!
وَهٰذَا الْبَلَدِ الْاَم۪ينِۙ ﴿٣﴾
﴾3﴿
İşte şu çok güvenli belde (olan Mekke-i Mükerreme)ye (de) kasem olsun!
لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ٓي اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Andolsun; elbette Biz insanı muhakkak en güzel bir biçim verme (sıfatımızın tezâhürü olarak en güzel sûret ve şekil) içerisinde yarattık! (Nitekim bunun bir netîcesi olarak insan yüzüstü değil de dik olarak yürümekte, eliyle yeyip içmekte, çok güzel bir şekle sâhip olup doğru-düzgün uzuvlara mâlik bulunmaktadır.)
ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِل۪ينَۙ ﴿٥﴾
﴾5﴿
Sonra (bu şekilde güzel yaratılış nîmetine şükretmediği için sonunda) onu (cehennem ehlinden yapıp görüntüsünü çok çirkinleştirerek) aşağıların en aşağısı olan (çok kötü bir durum)a döndürdük.