DOKSANYEDİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Kadir
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 5 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ ف۪ي لَيْلَةِ الْقَدْرِۚ ﴿١﴾
﴾1﴿
Muhakkak Biz onu (o ebedî mûcize olan Kur’ân-ı Kerîm’i) Kadir Gecesi’nde (Levh-i Mahfûz’dan, birinci kat semâda bulunan Beytü’l-İzzet denilen makāma) topluca indirdik.
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِۜ ﴿٢﴾
﴾2﴿
(Habîbim!) Hem sana ne bildirmiştir ki; Kadir Gecesi ne (kadar büyük bir gece)dir? (Kimse bilemez ki bildirsin! İşte şimdi Ben sana bildiriyorum.)
لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ اَلْفِ شَهْرٍۜ ﴿٣﴾
﴾3﴿
Kadir Gecesi(ni ibâdetle ihyâ etmek, içerisinde Kadir Gecesi bulunmayan) bin aydan daha hayırlıdır. (Bu nedenle onda yapılan sâlih bir amel, seksen üç sene dört ay boyunca sürekli yapılan bir amele denk olmaktan öte, ondan daha fazîletlidir!)
تَنَزَّلُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۚ مِنْ كُلِّ اَمْرٍۙۛ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Melekler de, Rûh (diye adlandırılan Cebrâîl kulumuz) da Rablerinin izniyle o(nun tamâmı)nda (Müslümanlara selâm vermek için ve onların duâlarına ‘Âmîn’ demek için) iner de iner. (O gece) her bir korkunç işten (selâm ve selâmetler takdîr edilir).
سَلَامٌ۠ۛ هِيَ حَتّٰى مَطْلَعِ الْفَجْرِ ﴿٥﴾
﴾5﴿
Fecrin doğuşuna (ve tan yeri ağarıncaya) kadar (melekler karşılaştıkları her îmânlı erkek ve kadına selâm verdikleri için) o (gece) ancak bir selâm(dan ibâret sayılmış)dır./(Başka zamanlarda Allâh-u Te‘âlâ hem belâ hem de selâmet takdîr ederken) o (geceki takdirler), fecrin doğuşuna kadar ancak bir selâmdır (ve tehliklerden selâmet olarak takdîr edilmektedir.)/
DOKSANSEKİZİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Beyyine
SÛRE-İ CELîLESİ
Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 8 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
لَمْ يَكُنِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِك۪ينَ مُنْفَكّ۪ينَ حَتّٰى تَأْتِيَهُمُ الْبَيِّنَةُۙ ﴿١﴾
﴾1﴿
(Yahûdî ve Hristiyanların teşkil ettiği) Kitap Ehli’nden ve (puta tapan) müşriklerden olan o kâfir olmuş kimseler kendilerine o çok açık delil gelinceye kadar (kâfirlikten) ayrılacak kimseler olmadı(lar).
رَسُولٌ مِنَ اللّٰهِ يَتْلُوا صُحُفًا مُطَهَّرَةًۙ ﴿٢﴾
﴾2﴿
Allâh (tarafın)dan (gönderilen Muhammed adındaki), çok değerli bir Rasûl (gelinceye dek kâfirlikte devâm ettiler) ki; (o peygamber onlara bâtıldan, yalandan ve iftirâdan) tertemiz kılınmış birtakım (Kur’ân) sahîfeleri(ni) peş peşe okumaktadır.
ف۪يهَا كُتُبٌ قَيِّمَةٌۜ ﴿٣﴾
﴾3﴿
O (mukaddes sayfalarda yazıla)nların içerisinde (hak ve adâleti açıklaması hasebiyle mânâları ve hükümleri) dosdoğru olan yazılmış birtakım şeyler bulunmaktadır.
وَمَا تَفَرَّقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَةُۜ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Kendilerine kitab verilmiş olan o kimseler ise, ancak kendilerine o açık delil (olan âhir zaman peygamberi) geldikten sonra ayrılığa düştü(ler de, böylece kimisi ona îmân ederek hidâyete erdi, kimi de gerçeği bildiği hâlde azgınlık ve kıskançlık nedeniyle yine inkârı bırakmadı).
وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ حُنَفَٓاءَ وَيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ وَذٰلِكَ د۪ينُ الْقَيِّمَةِۜ ﴿٥﴾
﴾5﴿
Hâlbuki onlar (kendi kitaplarında) ancak dîni O (Allâh-u Azîmüşşâ)na hâlis kıla(rak ibâdeti sâdece O’na tahsis ede)n kişiler ve (yanlış inançlardan uzaklaşıp tüm peygamberlere inanan) hanîf kimseler olarak Allâh’a ibâdet etmeleriyle, o (farz) namaz(lar)ı hakkıyla kılmalarıyla ve zekâtı vermeleriyle emrolunmuşlardı. (Ey insan!) İşte sana! Zâten ancak bu(nları emreden din) o dosdoğru olan (ümmet ve cemâat)ın dînidir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِك۪ينَ ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِۜ ﴿٦﴾
﴾6﴿
Kendileri kâfir olmuş o Ehl-i Kitâb (olan Yahûdî ve Hristiyanlar) ve müşrikler; gerçekten ebediyyen içerisinde kalıcı kimseler olarak cehennem ateşindedirler. (Habîbim!) İşte sana! Sâdece onlar; yaratıkların en şerlisi ancak onlardır. Bu âyet-i kerîmelerin beyânı vechile; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) gibi bir beyyine kendilerine gelmiş olduğu hâlde, ona inanmayıp dînine girmemiş olan Yahûdî ve Hristiyanlar, Ehl-i Kitâb olma vasıflarına rağmen, kâfirlik sıfatından kurtulamazlar. Günümüzdeki bâzı İlâhiyatçılar onları cennete sokma çabasında iseler de, bu âyet-i kerîme, Ehl-i Kitâb’tan da olsa, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e îmân etmeyen ve kendi dînini bırakıp İslâm’a tâbi olmayan kâfirlerin hepsinin cehennemde ebedî kalacağı husûsunda bir nasstır! Nitekim müfessirlerin beyânı vechile “Hanîf”; “Aralarında hiçbir ayırım gözetmeksizin bütün peygamberlere inanan kimse” demektir. O hâlde peygamberlerin en şereflisi olan Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e inanmayan kişi hanîf olamayacağı için cennet yüzü göremez!
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ ﴿٧﴾
﴾7﴿
Şüphesiz o kimseler ki îmân (şartlarına şüphesiz bir şekilde îtikād) etmiştirler ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; işte sana! Sâdece onlar; yaratıkların en hayırlısı ancak onlardır.
جَزَٓاؤُ۬هُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ ﴿٨﴾
﴾8﴿
Rableri nezdinde onların mükâfâtı; sonsuza kadar içlerinde ebedî kalacakları çok değerli Adn cennetleridir ki; onların (köşklerinin ve ağaçlarının) altından sürekli ırmaklar akmaktadır. Allâh onlar(ın ibâdet ve tâatın)dan râzı olmuştur, onlar da O’n(un lütfetmiş olduğu mükâfatlar)dan hoşnut olmuşturlar. (Habîbim!) İşte sana! Bu (mükâfat ve karşılıklı rızâ), derin bir saygıyla Rabbinden korkmuş olan kimseye mahsustur.