v02.01.25 Geliştirme Notları
Kureyş Sûresi
602
Cuz 30
YÜZALTINCI SÛRE-İ CELİLE
el-Kureyş
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 4 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ (Allâh-u Te‘âlâ) Kureyş’i (yolculuklarında esenlik ve güvenliğe) ülfet ettirdiği için!
2﴿ Onları (deve kāfileleriyle güven içerisinde) kışın (Yemen’e) ve yazın (Şâm’a doğru yapacakları ticâret) yolculuğuna alıştırdığı için!
3﴿ (İşte) bu sebeple onlar şu Beyt’in Rabbine ibâdet (ve kulluk) etsinler (ki, Kâ‘be-i Muazzama’yı fil ordusundan ve bütün tehlikelerden ancak O korumuştur).
4﴿ (Artık Kureyş putlara tapmayı bıraksınlar da) öyle (yüce bir) Zâta (kulluk etsinler) ki; (leş yemeye muhtaç kaldıkları) büyük bir açlıktan dolayı onları yedirmiştir, (cüzam ve vebâ gibi salgın hastalıkların korkusundan ve fil ordusu gibi saldırıların meydana getirdiği) şiddetli bir korkudan da onları emîn (ve güven içerisinde) kılmıştır.



YÜZYEDİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Maûn
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 7 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ (Habîbim!) Gördün mü o kimseyi (ve onun kötü hâllerini) ki; o (âhiretteki) cezâyı yalan saymaktadır.
2﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bir de o ancak öyle (kötü huylu bir) kimsedir ki, yetimi(n hakkını gasp etmek için onu) sertçe kovmaktadır! Âyet-i kerîmenin, Ebû Cehil, Amr ibnü Âiz, Âs ibnü Vâil ve Velîd ibnü Muğîre hakkında indiğine dâir farklı rivâyetler mevcuttur. Nitekim vasîsi olduğu bir yetim bir keresinde çıplak vaziyette Ebû Cehil’e gelip kendi malını istediği zaman onu şiddetle kovmuştu. Câhiliyet döneminde müşrikler, kadınlara ve çocuklara mîrastan pay vermedikleri için buradaki hakkın, mîras mânâsında değerlendirilmesi de uygundur. (el-Celâleyn; es-Sâvî)
3﴿ Yine o kişi (âhirete inanmadığı için yaptığı iyiliğin boşa gideceğini sandığından dolayı) yoksulu yedirmeye (teşebbüs etmediği gibi, bir başkasını da) teşvik etmemektedir.
4﴿ Artık o namaz kılan (münâfık)lar için büyük bir helâk (ve sonsuz bir yıkım) olsun.
5﴿ Öyle kimseler (helâk olsun) ki; onlar özellikle namazlarından gaflet edici kimselerdir. Müfessirler bu âyet-i celîlenin tefsîrinde: “Onlar namazlarından gâfil oldukları için, kılıp kılmadıklarını, vaktin girip çıkmasını ve kaç rekât kıldıklarını önemsemezler, kılsalar da Rablerini akıllarına getirmezler ve ta‘dîl-i erkâna riâyet etmedikleri için tavuk tâne toplar gibi süratle kılarlar. Kimileri de namazın farziyetine inanmadıklarından, tek başlarına kaldıklarında hiç kılmazlar” şeklinde mânâlar zikretmişlerdir. (el-Hâzin; et-Teysîr)
6﴿ (Özellikle) o kimseler (helâk olsun) ki onlar (insanların sevgi ve övgüsünü hedeflediklerinden dolayı dâimâ) gösteriş yaparlar.
7﴿ Üstelik onlar (zekât ve sadaka gibi faydalı şeyleri, konu-komşu arasında emânet olarak verilip alınan çanak çömlek ve kap-kacak gibi) faydalı şeyleri menederler (ve onların insanlara ulaşmasına mâni olurlar).



YÜZSEKİZİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Kevser
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 3 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Muhakkak Biz (Azîmüşşân); Kevser’i sana Biz verdik. Tefsirlerde zikredildiğine göre; “Kevser” kelimesi; aslında “Bolca hayır” anlamında ise de, burada; ilim, amel, iki cihan şerefi, Kur’ân-ı Kerîm, nübüvvet, hikmet(li ilimler) ve ümmetinin çokluğu gibi mânâlarla tefsîr edilmiştir. Nitekim farklı bâzı hadîs-i şerîflerde Kevser’in ne olduğu hakkında: “Cennette bir nehirdir ki; (onun suyu) sütten daha beyaz, baldan daha tatlı, kardan daha soğuk ve köpükten daha yumuşaktır. Kenarları altından olup, yatağı inci ve yâkuttur, toprağı miskten daha hoş kokuludur, kâseleri ise göğün yıldızları kadar çoktur. Ondan bir kere içen artık ebediyyen susamayacaktır” şeklinde rivâyetler mevcuttur. Bâzı hadîs-i şeriflerde ise Kevser’in, mahşerde Sırat’tan önce uğranacak olan bir havuz olduğu rivâyeti mezkûrdur ki, Kādî ‘Iyâd (Rahimehullâh)ın beyânı vechile; biri Sırat’tan önce, diğeri ise Sırat’tan sonra olmak üzere Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e âit iki havuz mevcut olup, ikisine de Kevser ismi verilmiştir. Âlûsî (Rahimehullâh)ın nakli vechile; “Kevser” kelimesinin mânâları hakkında yirmialtı görüş zikredilmiştir. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 6/580; el-Âlûsî, 29/360-364)
2﴿ (Habîbim!) Öyleyse Rabbin için (beş vakit namazı, özellikle kurban bayram) namaz(ını) kıl ve (putlar adına kurban kesenlere muhâlefet olmak üzere sâdece Allâh-u Te‘âlâ’nın rızâsı için O’nun adıyla) kurban kes (de, muhtaçları kovanların aksine sen kurban etlerini yoksullara dağıt).
3﴿ Şüphesiz sana buğzede(rek kıza)n kimse (var ya); ancak o (bütün hayırlardan kesilmiş olan) ebterin ta kendisidir. Tefsirlerde zikredildiğine göre; Mekke döneminde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ilk çocuğu olan Kāsım (Radıyallâhu Anh) iki yaşında vefât ettikten sonra Abdullâh isimli oğlu da ölünce, müşriklerden Âs ibnü Vâil, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e: “Nesli yaşamayan kişi” anlamına gelen “Ebter” vasfını yakıştırdı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. (İbnü Sa‘d, et-Tabekāt, 3/7; İbnü ‘Asâkir, Târîhu Dimeşk, 3/125-126; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 15/707-710) İşte böylece Allâh-u Te‘âlâ Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kıyâmete kadar gelecek tüm müminlerin babası olduğunu, bu îtibarla nâmının sonsuza kadar yaşayacağını, ayrıca bütün minberlerde, ezanlarda, ikāmetlerde ve her âlimin dilinde, Allâh-u Te‘âlâ’nın zikrinden sonra ikinci olarak onun anılacağını açıklamıştır. (Tefsîru Mukātil, 4/880; en-Nesefî, el-Medârik)
سُورَةُ قُرَيْشٍ
الجزء ٣٠
٦٠٢
سُورَةُقُرَيْشٍ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
لِا۪يلَافِ قُرَيْشٍۙ ﴿١
ا۪يلَافِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَٓاءِ وَالصَّيْفِۚ ﴿٢
فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هٰذَا الْبَيْتِۙ ﴿٣
اَلَّذ۪ٓي اَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ وَاٰمَنَهُمْ مِنْ خَوْفٍ ﴿٤
سُورَةُالْمَاعُونِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَرَاَيْتَ الَّذ۪ي يُكَذِّبُ بِالدّ۪ينِۜ ﴿١
فَذٰلِكَ الَّذ۪ي يَدُعُّ الْيَت۪يمَۙ ﴿٢
وَلَا يَحُضُّ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۜ ﴿٣
فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ ﴿٤
اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَۙ ﴿٥
اَلَّذ۪ينَ هُمْ يُرَٓاؤُ۫نَۙ ﴿٦
وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ ﴿٧
سُورَةُالْكَوْثَرِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَۜ ﴿١
فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْۜ ﴿٢
اِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْاَبْتَرُ ﴿٣
Kureyş Sûresi
602
Cuz 30
YÜZALTINCI SÛRE-İ CELİLE
el-Kureyş
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 4 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
لِا۪يلَافِ قُرَيْشٍۙ ﴿١
1﴿ (Allâh-u Te‘âlâ) Kureyş’i (yolculuklarında esenlik ve güvenliğe) ülfet ettirdiği için!
ا۪يلَافِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَٓاءِ وَالصَّيْفِۚ ﴿٢
2﴿ Onları (deve kāfileleriyle güven içerisinde) kışın (Yemen’e) ve yazın (Şâm’a doğru yapacakları ticâret) yolculuğuna alıştırdığı için!
فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هٰذَا الْبَيْتِۙ ﴿٣
3﴿ (İşte) bu sebeple onlar şu Beyt’in Rabbine ibâdet (ve kulluk) etsinler (ki, Kâ‘be-i Muazzama’yı fil ordusundan ve bütün tehlikelerden ancak O korumuştur).
اَلَّذ۪ٓي اَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ وَاٰمَنَهُمْ مِنْ خَوْفٍ ﴿٤
4﴿ (Artık Kureyş putlara tapmayı bıraksınlar da) öyle (yüce bir) Zâta (kulluk etsinler) ki; (leş yemeye muhtaç kaldıkları) büyük bir açlıktan dolayı onları yedirmiştir, (cüzam ve vebâ gibi salgın hastalıkların korkusundan ve fil ordusu gibi saldırıların meydana getirdiği) şiddetli bir korkudan da onları emîn (ve güven içerisinde) kılmıştır.




YÜZYEDİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Maûn
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 7 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
اَرَاَيْتَ الَّذ۪ي يُكَذِّبُ بِالدّ۪ينِۜ ﴿١
1﴿ (Habîbim!) Gördün mü o kimseyi (ve onun kötü hâllerini) ki; o (âhiretteki) cezâyı yalan saymaktadır.
فَذٰلِكَ الَّذ۪ي يَدُعُّ الْيَت۪يمَۙ ﴿٢
2﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bir de o ancak öyle (kötü huylu bir) kimsedir ki, yetimi(n hakkını gasp etmek için onu) sertçe kovmaktadır! Âyet-i kerîmenin, Ebû Cehil, Amr ibnü Âiz, Âs ibnü Vâil ve Velîd ibnü Muğîre hakkında indiğine dâir farklı rivâyetler mevcuttur. Nitekim vasîsi olduğu bir yetim bir keresinde çıplak vaziyette Ebû Cehil’e gelip kendi malını istediği zaman onu şiddetle kovmuştu. Câhiliyet döneminde müşrikler, kadınlara ve çocuklara mîrastan pay vermedikleri için buradaki hakkın, mîras mânâsında değerlendirilmesi de uygundur. (el-Celâleyn; es-Sâvî)
وَلَا يَحُضُّ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۜ ﴿٣
3﴿ Yine o kişi (âhirete inanmadığı için yaptığı iyiliğin boşa gideceğini sandığından dolayı) yoksulu yedirmeye (teşebbüs etmediği gibi, bir başkasını da) teşvik etmemektedir.
فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ ﴿٤
4﴿ Artık o namaz kılan (münâfık)lar için büyük bir helâk (ve sonsuz bir yıkım) olsun.
اَلَّذ۪ينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَۙ ﴿٥
5﴿ Öyle kimseler (helâk olsun) ki; onlar özellikle namazlarından gaflet edici kimselerdir. Müfessirler bu âyet-i celîlenin tefsîrinde: “Onlar namazlarından gâfil oldukları için, kılıp kılmadıklarını, vaktin girip çıkmasını ve kaç rekât kıldıklarını önemsemezler, kılsalar da Rablerini akıllarına getirmezler ve ta‘dîl-i erkâna riâyet etmedikleri için tavuk tâne toplar gibi süratle kılarlar. Kimileri de namazın farziyetine inanmadıklarından, tek başlarına kaldıklarında hiç kılmazlar” şeklinde mânâlar zikretmişlerdir. (el-Hâzin; et-Teysîr)
اَلَّذ۪ينَ هُمْ يُرَٓاؤُ۫نَۙ ﴿٦
6﴿ (Özellikle) o kimseler (helâk olsun) ki onlar (insanların sevgi ve övgüsünü hedeflediklerinden dolayı dâimâ) gösteriş yaparlar.
وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ ﴿٧
7﴿ Üstelik onlar (zekât ve sadaka gibi faydalı şeyleri, konu-komşu arasında emânet olarak verilip alınan çanak çömlek ve kap-kacak gibi) faydalı şeyleri menederler (ve onların insanlara ulaşmasına mâni olurlar).




YÜZSEKİZİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Kevser
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 3 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَۜ ﴿١
1﴿ Muhakkak Biz (Azîmüşşân); Kevser’i sana Biz verdik. Tefsirlerde zikredildiğine göre; “Kevser” kelimesi; aslında “Bolca hayır” anlamında ise de, burada; ilim, amel, iki cihan şerefi, Kur’ân-ı Kerîm, nübüvvet, hikmet(li ilimler) ve ümmetinin çokluğu gibi mânâlarla tefsîr edilmiştir. Nitekim farklı bâzı hadîs-i şerîflerde Kevser’in ne olduğu hakkında: “Cennette bir nehirdir ki; (onun suyu) sütten daha beyaz, baldan daha tatlı, kardan daha soğuk ve köpükten daha yumuşaktır. Kenarları altından olup, yatağı inci ve yâkuttur, toprağı miskten daha hoş kokuludur, kâseleri ise göğün yıldızları kadar çoktur. Ondan bir kere içen artık ebediyyen susamayacaktır” şeklinde rivâyetler mevcuttur. Bâzı hadîs-i şeriflerde ise Kevser’in, mahşerde Sırat’tan önce uğranacak olan bir havuz olduğu rivâyeti mezkûrdur ki, Kādî ‘Iyâd (Rahimehullâh)ın beyânı vechile; biri Sırat’tan önce, diğeri ise Sırat’tan sonra olmak üzere Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e âit iki havuz mevcut olup, ikisine de Kevser ismi verilmiştir. Âlûsî (Rahimehullâh)ın nakli vechile; “Kevser” kelimesinin mânâları hakkında yirmialtı görüş zikredilmiştir. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 6/580; el-Âlûsî, 29/360-364)
فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْۜ ﴿٢
2﴿ (Habîbim!) Öyleyse Rabbin için (beş vakit namazı, özellikle kurban bayram) namaz(ını) kıl ve (putlar adına kurban kesenlere muhâlefet olmak üzere sâdece Allâh-u Te‘âlâ’nın rızâsı için O’nun adıyla) kurban kes (de, muhtaçları kovanların aksine sen kurban etlerini yoksullara dağıt).
اِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْاَبْتَرُ ﴿٣
3﴿ Şüphesiz sana buğzede(rek kıza)n kimse (var ya); ancak o (bütün hayırlardan kesilmiş olan) ebterin ta kendisidir. Tefsirlerde zikredildiğine göre; Mekke döneminde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ilk çocuğu olan Kāsım (Radıyallâhu Anh) iki yaşında vefât ettikten sonra Abdullâh isimli oğlu da ölünce, müşriklerden Âs ibnü Vâil, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e: “Nesli yaşamayan kişi” anlamına gelen “Ebter” vasfını yakıştırdı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. (İbnü Sa‘d, et-Tabekāt, 3/7; İbnü ‘Asâkir, Târîhu Dimeşk, 3/125-126; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 15/707-710) İşte böylece Allâh-u Te‘âlâ Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kıyâmete kadar gelecek tüm müminlerin babası olduğunu, bu îtibarla nâmının sonsuza kadar yaşayacağını, ayrıca bütün minberlerde, ezanlarda, ikāmetlerde ve her âlimin dilinde, Allâh-u Te‘âlâ’nın zikrinden sonra ikinci olarak onun anılacağını açıklamıştır. (Tefsîru Mukātil, 4/880; en-Nesefî, el-Medârik)