v02.01.25 Geliştirme Notları
Kâfirûn Sûresi
603
Cuz 30
YÜZDOKUZUNCU SÛRE-İ CELİLE
el-Kâfirûn
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 6 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ (Habîbim! O îmân etmeyecekleri Allâh tarafından bilinen husûsî müşriklere) de ki: “Ey kâfirler!
2﴿ Ben sizin tapmakta olduğunuz (âciz) şeylere ibâdet yapmıyorum!
3﴿ Siz de (şu an için) benim sürekli ibâdet etmekte olduğum Zâta ibâdet edici kimseler olmadınız!
4﴿ Zâten ben sizin tapmış olduğunuz (âciz) şeylere (hiçbir zaman) ibâdet edecek biri olmayacağım.
5﴿ Siz de (hiçbir zaman) benim sürekli (Kendisine) ibâdet etmekte olduğum Zâta ibâdet edici kimseler olmayacaksınız.
6﴿ Sizin (bâtıl) dîniniz ancak size âittir (artık siz onu bırakacak değilsiniz); benim (hak olan) dînim de ancak bana mahsustur (artık ben de onu terk edecek değilim).” Tefsirlerde zikredildiğine göre; sûre-i celîle, Âs ibnü Vâil, Velîd ibnü Muğîre ve Ümeyye ibnü Halef gibi azılı müşriklerin de aralarında bulunduğu bir topluluk hakkında inmiştir. Onlar Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek: “Yâ Muhammed! Gel sen bizim dînimize uy, biz de senin dînine uyalım; şöyle ki, bir sene sen bizim ilâhlarımıza taparsın, bir sene de biz senin ilâhına ibâdet ederiz, böylece senin getirdiğin doğru ise biz ondan nasîbimizi almış oluruz, yok eğer bizim elimizdeki hayırlı ise sen de ondan nasiplenirsin” dedikleri zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Başkasını Allâh’a ortak koşmaktan Allâh’a sığınırım” buyurdu. O zaman: “Bâri putlarımızdan birine olsun elini sür de, seni tasdîk edelim ve ilâhına ibâdet edelim” dediklerinde, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) vahiy beklemeye başlamıştı ki sonra bu sûre-i celîle nâzil oldu. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) sabah erkenden Mescid-i Harâm’a gitti ve bu teklifi getirenlerin de aralarında bulunduğu müşriklerin kodamanlarına bu sûreyi okudu. İşte o zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kendilerine tâviz vermesinden tamâmen ümitlerini kestiler ve ona da, ashâbına da eziyeti artırdılar. Dolayısıyla bu sûre-i celîle îmân etmeyecekleri ezelde bilinmiş olan birtakım özel kâfirler hakkında nâzil olduğu için bunda, ne kâfirliğe bir müsâmaha, ne de cihâda bir engel ifâdesi mevzûbahis değildir. Buna göre ise; cihâd âyetiyle nesholunduğu hükmüne varılamaz. Ama her bir fırkanın, diğerini kendi dîninde serbest bırakarak, mütâreke yapmaları anlamında yorumlanırsa, o zaman cihâd âyetleriyle neshedildiği kabûl edilir. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 6/586)



YÜZONUNCU SÛRE-İ CELİLE
el-Nasr
SÛRE-İ CELîLESİ

Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 3 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ (Habîbim!) Allâh’ın (düşmanlarına karşı sana) yardımı ve (şirk beldelerinin, özellikle de) o (Mekke’nin) feth(i) geldiği zaman.
2﴿ Bir de sen (Mekke, Tâif ve Yemen ehliyle, Hevâzin vesâir Arap kabîlelerine mensup) insanları(n evvelce tek tek Müslüman olduklarını görmüşken, daha sonra onları) kalabalık cemâatler hâlinde Allâh’ın dînine giriyorlarken gördüğün zaman.
3﴿ Artık sen (dâimâ) Rabbine hamd (etme) ile birlikte olarak (ve şânına yakışmayan tüm noksan sıfatlardan O’nun uzak olduğunu ifâde etmek üzere) tesbîhte bulun ve (bir de nefsini kırmak ve amelini küçümsemek için) O’ndan mağfiret talep et! Zîrâ muhakkak ki O, dâimâ (tevbeleri çokça kabûl eden bir) Tevvâb olmuştur. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) günahsız bir insan olduğu için, burada kendisine emredilen istiğfâr, evlâ olan bir şeyi terk etmesi gibi kendi yüce makāmına nisbetle bağışlanması talep edilecek bâzı hususlardır ki aslında onlar ümmetinin diğer fertlerine nisbetle fazîletli ameller kabîlindendir. (el-Mâtürîdî, et-Te’vîlât, 9/275; ‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 13/450; el-Âlûsî, 25/238) Beyzâvî (Rahimehullâh)ın beyânı vechile; burada Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e nefsini kırma ve amellerini küçük görme vasıflarını kazandırmak için istiğfâr emredilmiştir. Bâzı ulemâya göre ise; burada kendi adına değil de ümmetinin günahları için istiğfârda bulunması emredilmiştir. (el-Beyzâvî; el-Medârik, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 6/596)



YÜZONBİRİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Tebbet
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 5 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Ebû Leheb’in (Benim peygamberime atmak için taş alan) iki eli helâk olsun; zâten o(nun iki eli bir yana, bütün bedeni de) helâk oldu.
2﴿ Malı da, kazanmış olduğu (kârı da, çocukları da, fayda umûduyla yaptıkları) da (başına gelecek azapları) ondan savuşturamadı.
3﴿ Muhakkak ki o (Ebû Leheb), çok alevli pek büyük bir ateşe girecektir.
4﴿ O (Rasûl’ün yoluna geceleyin döşemek için taşıdığı demet demet dikenleri ve) odunları çokça yüklenmekte olan karısı da (cehenneme girecektir).
5﴿ Boynunda (ise) sıkıca bükülmüş bir lifden (yapılan) bir ip bulunduğu hâlde! İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göre; en yakın akrabâsını korkutma emri alan Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), Safâ tepesine çıkıp Kureyş boylarını İslâm’a dâvet ettiği zaman, onları önlerindeki şiddetli azaptan korkutunca, Ebû Leheb: “Helâk olasın! Biz de önemli bir şey var diye işimizi gücümüzü bırakıp toplandık, bizi bunun için mi çağırdın?!” dedi. Diğer bir rivâyete göreyse; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e atmak için taş almıştı ki, bu sûre-i celîle ile elleri de, kendisi de lânetlendi. O dâimâ: “Yeğenimin dediği (cehennem) hak ise malımı ve üç oğlumu verir kurtulurum” derdi. Ama Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bedduâsıyla bir oğlunu aslan yedi, kendisi de Bedir vakasından yedi gece sonra bulaşıcı bir hastalığa yakalanarak helâk oldu, bulaşma korkusuyla yakınları ondan uzak durdukları için, üç gün o hâlde kalarak kokmaya başladı. Artık utandıkları için bir çukur kazıp bir sopayla onu içerisine attılar, üzerini de taşlarla örttüler. Ümm-ü Cemîl adındaki karısı ise (geceleyin); Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yoluna döşemek üzere dikenler toplar ve bir iple boynuna bağlayıp taşırdı. O çok soylu bir âileden olmasına rağmen, cimriliğinden dolayı (başka birine yaptırmaz), bir de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e karşı şiddetli nefreti yüzünden bu işi bizzât kendisi yapardı. İşte buna mukābil, boynunda cehennem bukağıları ve sırtında ateş odunları bulunduğu hâlde cehenneme gireceği bu sûre-i celîlede beyân edildi. (el-Beyzâvî; en-Nesefî)
سُورَةُ الْكَافِرُونَ
الجزء ٣٠
٦٠٣
سُورَةُالْكَافِرُونَ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قُلْ يَٓا اَيُّهَا الْكَافِرُونَۙ ﴿١
لَٓا اَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَۙ ﴿٢
وَلَٓا اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَٓا اَعْبُدُۚ ﴿٣
وَلَٓا اَنَا۬ عَابِدٌ مَا عَبَدْتُمْۙ ﴿٤
وَلَٓا اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَٓا اَعْبُدُۜ ﴿٥
لَكُمْ د۪ينُكُمْ وَلِيَ د۪ينِ ﴿٦
سُورَةُالنَّصْرِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُۙ ﴿١
وَرَاَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اَفْوَاجًاۙ ﴿٢
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُۜ اِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا ﴿٣
سُورَةُالْمَسَدِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
تَبَّتْ يَدَٓا اَب۪ي لَهَبٍ وَتَبَّۜ ﴿١
مَٓا اَغْنٰى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَۜ ﴿٢
سَيَصْلٰى نَارًا ذَاتَ لَهَبٍۚ ﴿٣
وَامْرَاَتُهُۜ حَمَّالَةَ الْحَطَبِۚ ﴿٤
ف۪ي ج۪يدِهَا حَبْلٌ مِنْ مَسَدٍ ﴿٥
Kâfirûn Sûresi
603
Cuz 30
YÜZDOKUZUNCU SÛRE-İ CELİLE
el-Kâfirûn
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 6 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
قُلْ يَٓا اَيُّهَا الْكَافِرُونَۙ ﴿١
1﴿ (Habîbim! O îmân etmeyecekleri Allâh tarafından bilinen husûsî müşriklere) de ki: “Ey kâfirler!
لَٓا اَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَۙ ﴿٢
2﴿ Ben sizin tapmakta olduğunuz (âciz) şeylere ibâdet yapmıyorum!
وَلَٓا اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَٓا اَعْبُدُۚ ﴿٣
3﴿ Siz de (şu an için) benim sürekli ibâdet etmekte olduğum Zâta ibâdet edici kimseler olmadınız!
وَلَٓا اَنَا۬ عَابِدٌ مَا عَبَدْتُمْۙ ﴿٤
4﴿ Zâten ben sizin tapmış olduğunuz (âciz) şeylere (hiçbir zaman) ibâdet edecek biri olmayacağım.
وَلَٓا اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَٓا اَعْبُدُۜ ﴿٥
5﴿ Siz de (hiçbir zaman) benim sürekli (Kendisine) ibâdet etmekte olduğum Zâta ibâdet edici kimseler olmayacaksınız.
لَكُمْ د۪ينُكُمْ وَلِيَ د۪ينِ ﴿٦
6﴿ Sizin (bâtıl) dîniniz ancak size âittir (artık siz onu bırakacak değilsiniz); benim (hak olan) dînim de ancak bana mahsustur (artık ben de onu terk edecek değilim).” Tefsirlerde zikredildiğine göre; sûre-i celîle, Âs ibnü Vâil, Velîd ibnü Muğîre ve Ümeyye ibnü Halef gibi azılı müşriklerin de aralarında bulunduğu bir topluluk hakkında inmiştir. Onlar Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek: “Yâ Muhammed! Gel sen bizim dînimize uy, biz de senin dînine uyalım; şöyle ki, bir sene sen bizim ilâhlarımıza taparsın, bir sene de biz senin ilâhına ibâdet ederiz, böylece senin getirdiğin doğru ise biz ondan nasîbimizi almış oluruz, yok eğer bizim elimizdeki hayırlı ise sen de ondan nasiplenirsin” dedikleri zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Başkasını Allâh’a ortak koşmaktan Allâh’a sığınırım” buyurdu. O zaman: “Bâri putlarımızdan birine olsun elini sür de, seni tasdîk edelim ve ilâhına ibâdet edelim” dediklerinde, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) vahiy beklemeye başlamıştı ki sonra bu sûre-i celîle nâzil oldu. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) sabah erkenden Mescid-i Harâm’a gitti ve bu teklifi getirenlerin de aralarında bulunduğu müşriklerin kodamanlarına bu sûreyi okudu. İşte o zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kendilerine tâviz vermesinden tamâmen ümitlerini kestiler ve ona da, ashâbına da eziyeti artırdılar. Dolayısıyla bu sûre-i celîle îmân etmeyecekleri ezelde bilinmiş olan birtakım özel kâfirler hakkında nâzil olduğu için bunda, ne kâfirliğe bir müsâmaha, ne de cihâda bir engel ifâdesi mevzûbahis değildir. Buna göre ise; cihâd âyetiyle nesholunduğu hükmüne varılamaz. Ama her bir fırkanın, diğerini kendi dîninde serbest bırakarak, mütâreke yapmaları anlamında yorumlanırsa, o zaman cihâd âyetleriyle neshedildiği kabûl edilir. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 6/586)




YÜZONUNCU SÛRE-İ CELİLE
el-Nasr
SÛRE-İ CELîLESİ

Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 3 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُۙ ﴿١
1﴿ (Habîbim!) Allâh’ın (düşmanlarına karşı sana) yardımı ve (şirk beldelerinin, özellikle de) o (Mekke’nin) feth(i) geldiği zaman.
وَرَاَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اَفْوَاجًاۙ ﴿٢
2﴿ Bir de sen (Mekke, Tâif ve Yemen ehliyle, Hevâzin vesâir Arap kabîlelerine mensup) insanları(n evvelce tek tek Müslüman olduklarını görmüşken, daha sonra onları) kalabalık cemâatler hâlinde Allâh’ın dînine giriyorlarken gördüğün zaman.
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُۜ اِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا ﴿٣
3﴿ Artık sen (dâimâ) Rabbine hamd (etme) ile birlikte olarak (ve şânına yakışmayan tüm noksan sıfatlardan O’nun uzak olduğunu ifâde etmek üzere) tesbîhte bulun ve (bir de nefsini kırmak ve amelini küçümsemek için) O’ndan mağfiret talep et! Zîrâ muhakkak ki O, dâimâ (tevbeleri çokça kabûl eden bir) Tevvâb olmuştur. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) günahsız bir insan olduğu için, burada kendisine emredilen istiğfâr, evlâ olan bir şeyi terk etmesi gibi kendi yüce makāmına nisbetle bağışlanması talep edilecek bâzı hususlardır ki aslında onlar ümmetinin diğer fertlerine nisbetle fazîletli ameller kabîlindendir. (el-Mâtürîdî, et-Te’vîlât, 9/275; ‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 13/450; el-Âlûsî, 25/238) Beyzâvî (Rahimehullâh)ın beyânı vechile; burada Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e nefsini kırma ve amellerini küçük görme vasıflarını kazandırmak için istiğfâr emredilmiştir. Bâzı ulemâya göre ise; burada kendi adına değil de ümmetinin günahları için istiğfârda bulunması emredilmiştir. (el-Beyzâvî; el-Medârik, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 6/596)




YÜZONBİRİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Tebbet
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 5 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
تَبَّتْ يَدَٓا اَب۪ي لَهَبٍ وَتَبَّۜ ﴿١
1﴿ Ebû Leheb’in (Benim peygamberime atmak için taş alan) iki eli helâk olsun; zâten o(nun iki eli bir yana, bütün bedeni de) helâk oldu.
مَٓا اَغْنٰى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَۜ ﴿٢
2﴿ Malı da, kazanmış olduğu (kârı da, çocukları da, fayda umûduyla yaptıkları) da (başına gelecek azapları) ondan savuşturamadı.
سَيَصْلٰى نَارًا ذَاتَ لَهَبٍۚ ﴿٣
3﴿ Muhakkak ki o (Ebû Leheb), çok alevli pek büyük bir ateşe girecektir.
وَامْرَاَتُهُۜ حَمَّالَةَ الْحَطَبِۚ ﴿٤
4﴿ O (Rasûl’ün yoluna geceleyin döşemek için taşıdığı demet demet dikenleri ve) odunları çokça yüklenmekte olan karısı da (cehenneme girecektir).
ف۪ي ج۪يدِهَا حَبْلٌ مِنْ مَسَدٍ ﴿٥
5﴿ Boynunda (ise) sıkıca bükülmüş bir lifden (yapılan) bir ip bulunduğu hâlde! İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göre; en yakın akrabâsını korkutma emri alan Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), Safâ tepesine çıkıp Kureyş boylarını İslâm’a dâvet ettiği zaman, onları önlerindeki şiddetli azaptan korkutunca, Ebû Leheb: “Helâk olasın! Biz de önemli bir şey var diye işimizi gücümüzü bırakıp toplandık, bizi bunun için mi çağırdın?!” dedi. Diğer bir rivâyete göreyse; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e atmak için taş almıştı ki, bu sûre-i celîle ile elleri de, kendisi de lânetlendi. O dâimâ: “Yeğenimin dediği (cehennem) hak ise malımı ve üç oğlumu verir kurtulurum” derdi. Ama Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bedduâsıyla bir oğlunu aslan yedi, kendisi de Bedir vakasından yedi gece sonra bulaşıcı bir hastalığa yakalanarak helâk oldu, bulaşma korkusuyla yakınları ondan uzak durdukları için, üç gün o hâlde kalarak kokmaya başladı. Artık utandıkları için bir çukur kazıp bir sopayla onu içerisine attılar, üzerini de taşlarla örttüler. Ümm-ü Cemîl adındaki karısı ise (geceleyin); Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yoluna döşemek üzere dikenler toplar ve bir iple boynuna bağlayıp taşırdı. O çok soylu bir âileden olmasına rağmen, cimriliğinden dolayı (başka birine yaptırmaz), bir de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e karşı şiddetli nefreti yüzünden bu işi bizzât kendisi yapardı. İşte buna mukābil, boynunda cehennem bukağıları ve sırtında ateş odunları bulunduğu hâlde cehenneme gireceği bu sûre-i celîlede beyân edildi. (el-Beyzâvî; en-Nesefî)