YÜZONİKİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-İhlâs
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 4 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ ﴿١﴾
﴾1﴿
(Habîbim!) De ki: “O (bana vasıflarını sorduğunuz Rabbim), ancak Allâh’tır; (O, hiçbir yönden ikincisi olma ihtimâli bulunmayan ve hiçbir vasfında hiçbir varlıkla ortaklığı olmayan bir) Ehad’dir. Tefsirlerde zikredildiğine göre; Allâh-u Te‘âlâ’nın Zât-ı İlâhîsi hakkında çokluk, parçalara ihtiyaç, maddî olan-olmayan tüm cevherlerden ve unsurlardan birleşme gibi ikilik belirtisi olan şeyler aslâ söz konusu olamaz. Bu îtibarla O’nun Zâtı hakkında da, sıfatları husûsunda da, fiilleri hakkında da başkalarıyla herhangi bir ortak noktası bulunduğu düşünülemez. (et-Teysîr; el-Âlûsî)
اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ ﴿٢﴾
﴾2﴿
Ancak Allâh (her şey Kendisine muhtaç olan, Kendisi ise hiçbir şeye ihtiyaç duymayan bir) Samed’dir. Tefsirlerde zikredildiğine göre; Allâh-u Te‘âlâ yemekten, içmekten, uyumaktan, musîbetlere mâruz kalmaktan, mağlûb edilmekten ve sonradan yaratılma belirtisi olan noksanlık getirecek her türlü ihtiyaçtan son derece uzaktır. Dolayısıyla Allâh-u Te‘âlâ kimsesiz durur ama kimse O’nsuz duramaz! (el-Beyzâvî; et-Teysîr; el-Âlûsî)
لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْۙ ﴿٣﴾
﴾3﴿
O (Allâh-u Te‘âlâ) doğurmamıştır (hiçbir çocuğu yoktur) ve doğurulmamıştır (anne-babası yoktur). Müfessirlerin beyânı vechile; Allâh-u Te‘âlâ’nın hemcinsi yoktur ki, onunla birleşme netîcesi bir doğum söz konusu olabilsin, zâten yardımcıya da, yerine kalacak birine de ihtiyâcı yoktur. Yine böylece Allâh-u Te‘âlâ’nın anne-babası yoktur, zîrâ her doğan sonradandır ve cisimdir. O ise varlığının başlangıcı olmayan bir Kadîm’dir, dolayısıyla varlığı öncesinde hiçbir yokluğun geçmiş olması söz konusu değildir. (el-Beyzâvî; el-Medârik)
وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Hiçbir kimse de O’na (hiçbir yönden benzer, eş, eşit ve) denk olmamıştır.” Hemen hemen bütün tefsirlerde zikredildiğine göre; okunduğunda elde edilecek sevap bakımından, Kur’ân-ı Kerîm’in üçte birine denk olan bu sûre-i celîle, Kureyş müşriklerinin Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e: “Yâ Muhammed! Bizi Kendisine ibâdete dâvet etmekte olduğun Rabbini bize târif et” demeleri üzerine inmiş ve Allâh-u Te‘âlâ’nın öz Zâtını anlamaktan âciz olan kullara O’nu, en önemli bâzı sıfatlarıyla tanıtmıştır. (el-Beyzâvî; et-Teysîr; el-Medârik)
YÜZONÜÇÜNCÜ SÛRE-İ CELİLE
el-Felak
SÛRE-İ CELîLESİ
Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 5 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِۙ ﴿١﴾
﴾1﴿
(Habîbim!) De ki: “Sabahın Rabbine sığınırım.
مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَۙ ﴿٢﴾
﴾2﴿
(İnsanlar ve cinlerden) yaratmış olduğu tüm (şerli) şeylerin şerrinden.
وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَۙ ﴿٣﴾
﴾3﴿
Bir de (karanlığı her şey üzerine çöküp) girdiği zaman, koyu karanlık gecenin şerrinden.
وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِۙ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Yine (büyü yapmak için attıkları) o düğümlerin içerisine tükürükle üfleyen o (büyücü) kadınların şerrinden!
وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ ﴿٥﴾
﴾5﴿
Bir de hased(inin gereğini yapıp onu belli) ettiği zaman, hased eden kişinin şerrinden.” Tefsirlerde zikredildiğine göre; hasedini içinde gizleyenin zararı ancak kendisine dokunacağı için, hased edilen kişinin bundan sığınması gerekmez. Birçok sahâbîden rivâyet edildiğine göre; Yahûdîlerden Lebîd ibnü A‘sam isimli bir adam Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in mübârek başının saçlarından ve tarak dişlerinden bir kısmını ele geçirerek, kızlarıyla birlikte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e sihir yaptı. Bu yüzden Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) birkaç gün hastalandı. Derken Cibrîl (Aleyhisselâm) gelerek ona: “Yahûdîlerden bir adam sana büyü yapmak için bâzı iplere düğümler atıp falan kuyu içerisine bıraktı” dedi. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Alî (Radıyallâhu Anh)ı gönderdi. O gidip kuyunun içindeki bir kayayı kaldırdığında, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in tarağına takılan bâzı saçlarını ve tarak dişlerini onun altında buldu ki, üzerlerine iğne ile on bir düğüm atılmıştı. Sonra onları alıp Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e getirdiği zaman, Cibrîl (Aleyhisselâm) da toplamı on bir âyet-i kerîme olan bu iki sûre-i celîleyi getirdi ve onları Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e okuyup üfledi. Böylece her bir âyeti okuduğunda bir düğüm çözülüyor ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir hafiflik hissediyordu. Sonunda tüm düğümler çözülünce Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bağlardan çözülmüş gibi rahatladı. (el-Beyzâvî; el-Medârik; el-Âlûsî)
YÜZONDÖRDÜNCÜ SÛRE-İ CELİLE
el-Nâs
SÛRE-İ CELîLESİ
Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 6 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِۙ ﴿١﴾
﴾1﴿
(Habîbim!) De ki: “Sığınırım tüm insanların (yaratıcısı ve terbiye edicisi olan) Rabbine.
مَلِكِ النَّاسِۙ ﴿٢﴾
﴾2﴿
Bütün insanların (sâhibi ve yöneticisi olan) Melik’ine!
اِلٰهِ النَّاسِۙ ﴿٣﴾
﴾3﴿
Tüm insanların (ibâdetlerini hak eden) İlâhına!
مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِۙ ﴿٤﴾
﴾4﴿
(Çok vesvese verdiği için) vesvesenin ta kendisi olanın ve (kul Rabbini zikrettiğinde) o çokça geri kaçan (şeytan)ın şerrinden.
اَلَّذ۪ي يُوَسْوِسُ ف۪ي صُدُورِ النَّاسِۙ ﴿٥﴾
﴾5﴿
Öyle (şeytandan sığınırım) ki; (dilleriyle zikirde görünseler de, kalpleriyle zikirden gâfil olan) insanların göğüslerinin içerisinde (bulunan kalplerine hortumunu sokup) sürekli vesvese vermektedir.
مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ ﴿٦﴾
﴾6﴿
(O vesvese veren şeytanlar) cinlerden ve insanlardan (olmak üzere iki sınıftır ki, insanları cinlerden de beterdir).