v02.01.25 Geliştirme Notları
Âl-i İmrân Sûresi
62
Cuz 4
101﴿ Ya siz, Allâh’ın âyetleri sizin üzerinize art arda okunmaktayken, Rasûlü de aranızda bulunuyorken siz nasıl kâfir olabiliyorsunuz?! Her kim de Allâh(ın dînine ve tâatın)a sımsıkı tutunursa /(bütün işlerinde) Allâh’a sığınırsa/ artık muhakkak ki o kişi (dîni husûsunda şüphelere düşmekten kendisini kurtaracak) dosdoğru olan bir yola hidâyet edilmiş (demek)tir. Tefsirlerde zikredildiğine göre; Medîne halkının ekseriyetini teşkil eden Evs ve Hazrec kabîleleri arasında yüz yirmi sene gibi uzun bir süreye varan düşmanlık ve harpler vardı. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hicretiyle İslâm şerefine eren bu kişiler bütün düşmanlıkları bir kenara bırakıp kardeş oldular. Daha sonra bir gün bu iki kabîlenin iki ferdi, kendi kabîlelerine mensup olan değerli bâzı sahâbîlerin üstün vasıflarını sayarak birbirlerine karşı iftihâra kalkıştılar ve böylece laf lafı açtı. Derken Müslümanlara karşı büyük düşmanlık taşıyan yaşlı bir Yahûdî bu fırsatı değerlendirmek üzere yanındaki genç bir çocuğa: “Var onların yanına otur ve onlara eski düşmanlıklarını hatırlatacak şu şiirleri oku” diyerek, o iki kabîlenin câhiliyet devrinde yaptıkları harplerde kazanan taraf adına yazılmış olan şiirleri okumasını emretti. Böylece birbirlerine karşı öfkelenmeye başlayan bu kişiler, kabîlelerini de konudan haberdâr ederek işi daha da büyüttüler ve netîcede iki büyük kabîle silahlanarak karşı karşıya geldiler. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu haberi alır almaz onların yanına vararak aralarını düzeltti. İşte 100-103. âyet-i kerîmeler bu hâdise üzerine nâzil olmuştur. (en-Nesefî, el-Beyzâvî, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 1/552)
102﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! (Emirlerini tutup, yasaklarından kaçınarak) Kendisinden sakınılması gerektiği şekilde Allâh(ın azâbın)dan hakkıyla sakının ve siz (hiçbir din üzere değil) ancak Müslüman kimseler olarak ölün!
103﴿ Ayrıca Allâh’ın ipi (olan kitabına ve dîni)-ne hep birlikte sımsıkı sarılın ve (Ehl-i Kitap gibi ihtilâfa düşerek haktan ve birbirinizden) ayrılmayın.Bir de Allâh’ın sizin üzerinizde bulunan (iyilik ve) nîmetini hatırlayın. Hani siz (câhiliyet döneminde uzun yıllar birbiriyle savaşan) düşmanlar iken O, (sizi İslâm ile şereflendirerek) kalpleriniz arasında bir ülfet (kaynaşma ve birbirine karşı ısınma) meydana getirmişti de, hemen siz O’nun (bu) nîmetiyle (birbirini çok seven) kardeşler oluvermiştiniz /sabaha kardeşler olarak çıkmıştınız/. Yine siz (kâfirliğinizden dolayı) o (cehennem) ateş(in)den bir çukurun kenarında bulunuyorken (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i göndererek) sizi ondan kurtarmıştı. (Ey muhâtap!) İşte sana! Allâh (emir, nehiy, müjde ve tehdit içeren bu) âyetlerini size böylece (belâğatta zirveye ulaşmış bir beyân ile) açıklamaktadır, tâ ki siz (sevap kazandıracak doğru yola) hidâyet bulasınız.
104﴿ İçinizden bir cemâat de bulunsun ki; onlar (dînî ve dünyevî) hayr (ve faydalar)a dâvet edeler, (Kur’ân ve Sünnet’e uygun olup, şerîat ve akıl tarafından da güzel bilinen şeylerden ibâret) her bir mârûf ile emredeler, (Kitap ve Sünnet’e uygun olmayıp, şerîat ve akıl tarafından da reddedilen) her türlü münker (şeyler)den nehyedeler! (Ey Müslümân!) İşte sana! Ancak onlar (umduklarına nâil olup korktuklarından kurtularak) felâha eren kimselerin ta kendileridir.
105﴿ Yine siz o kimseler gibi olmayın ki; onlar (îmân meselelerinde) iyice ayrılığa düştüler ve (dinde birlik sağlayacak) açık deliller kendilerine geldikten sonra (daha çok birleşecek yerde, Allâh-u Te‘âlâ’nın tevhîd ve tenzîhi husûsunda) ihtilâfa düştüler. (Ey Müslümân!) İşte sana! Onlar (var ya), pek büyük bir azap sâdece onlar içindir.
106﴿ (Müslümanlara âit) nice yüzlerin bembeyaz olacağı, (kâfirlere âit) nice suratların da kapkara olacağı günü (unutmayın). Artık yüzleri simsiyah olmuş o kimselere gelince (o gün kendilerine): “(Kālû Belâ mîsâkıyla açıkladığınız) îmânınızdan sonra kâfir mi oldunuz?! Öyleyse sürekli inkârda bulunmuş olmanız sebebiyle tadın (bakalım) bu azâbı” (denilecektir).
107﴿ Ama yüzleri bembeyaz olmuş o kişilere gelince; işte (onlar) Allâh’ın rahmeti(nin mahalli olan cennet) içindedirler. Kendileri orada (ayrılıktan ve ölümden uzak bir şekilde) ebedî kalıcı kimselerdir.
108﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bunlar Allâh’ın (müjde ve tehdit mâhiyetindeki) âyetleridir ki, Biz onları sana (hiçbir şüphe taşımayan bir) hak (ve hakîkat) ile iç içe bulundukları hâlde peş peşe okumaktayız. Zâten Allâh (bir kuluna suçsuz yere cezâ vererek veyâ suçluyu hak ettiğinden fazlasıyla cezâlandırarak ya da bir iyiliğin mükâfâtını eksilterek) âlemler(den herhangi biri) için en ufak bir zulüm (ve haksızlık yapmak) istemez.
سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ
الجزء ٤
٦٢
وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟ ﴿١٠١
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ ﴿١٠٢
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَانًاۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ ﴿١٠٣
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿١٠٤
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ ﴿١٠٥
يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ۠ اَكَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ ﴿١٠٦
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿١٠٧
تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْمًا لِلْعَالَم۪ينَ ﴿١٠٨
Âl-i İmrân Sûresi
62
Cuz 4
وَكَيْفَ تَكْفُرُونَ وَاَنْتُمْ تُتْلٰى عَلَيْكُمْ اٰيَاتُ اللّٰهِ وَف۪يكُمْ رَسُولُهُۜ وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّٰهِ فَقَدْ هُدِيَ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟ ﴿١٠١
101﴿ Ya siz, Allâh’ın âyetleri sizin üzerinize art arda okunmaktayken, Rasûlü de aranızda bulunuyorken siz nasıl kâfir olabiliyorsunuz?! Her kim de Allâh(ın dînine ve tâatın)a sımsıkı tutunursa /(bütün işlerinde) Allâh’a sığınırsa/ artık muhakkak ki o kişi (dîni husûsunda şüphelere düşmekten kendisini kurtaracak) dosdoğru olan bir yola hidâyet edilmiş (demek)tir. Tefsirlerde zikredildiğine göre; Medîne halkının ekseriyetini teşkil eden Evs ve Hazrec kabîleleri arasında yüz yirmi sene gibi uzun bir süreye varan düşmanlık ve harpler vardı. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hicretiyle İslâm şerefine eren bu kişiler bütün düşmanlıkları bir kenara bırakıp kardeş oldular. Daha sonra bir gün bu iki kabîlenin iki ferdi, kendi kabîlelerine mensup olan değerli bâzı sahâbîlerin üstün vasıflarını sayarak birbirlerine karşı iftihâra kalkıştılar ve böylece laf lafı açtı. Derken Müslümanlara karşı büyük düşmanlık taşıyan yaşlı bir Yahûdî bu fırsatı değerlendirmek üzere yanındaki genç bir çocuğa: “Var onların yanına otur ve onlara eski düşmanlıklarını hatırlatacak şu şiirleri oku” diyerek, o iki kabîlenin câhiliyet devrinde yaptıkları harplerde kazanan taraf adına yazılmış olan şiirleri okumasını emretti. Böylece birbirlerine karşı öfkelenmeye başlayan bu kişiler, kabîlelerini de konudan haberdâr ederek işi daha da büyüttüler ve netîcede iki büyük kabîle silahlanarak karşı karşıya geldiler. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu haberi alır almaz onların yanına vararak aralarını düzeltti. İşte 100-103. âyet-i kerîmeler bu hâdise üzerine nâzil olmuştur. (en-Nesefî, el-Beyzâvî, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 1/552)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ ﴿١٠٢
102﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! (Emirlerini tutup, yasaklarından kaçınarak) Kendisinden sakınılması gerektiği şekilde Allâh(ın azâbın)dan hakkıyla sakının ve siz (hiçbir din üzere değil) ancak Müslüman kimseler olarak ölün!
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَانًاۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ ﴿١٠٣
103﴿ Ayrıca Allâh’ın ipi (olan kitabına ve dîni)-ne hep birlikte sımsıkı sarılın ve (Ehl-i Kitap gibi ihtilâfa düşerek haktan ve birbirinizden) ayrılmayın.Bir de Allâh’ın sizin üzerinizde bulunan (iyilik ve) nîmetini hatırlayın. Hani siz (câhiliyet döneminde uzun yıllar birbiriyle savaşan) düşmanlar iken O, (sizi İslâm ile şereflendirerek) kalpleriniz arasında bir ülfet (kaynaşma ve birbirine karşı ısınma) meydana getirmişti de, hemen siz O’nun (bu) nîmetiyle (birbirini çok seven) kardeşler oluvermiştiniz /sabaha kardeşler olarak çıkmıştınız/. Yine siz (kâfirliğinizden dolayı) o (cehennem) ateş(in)den bir çukurun kenarında bulunuyorken (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i göndererek) sizi ondan kurtarmıştı. (Ey muhâtap!) İşte sana! Allâh (emir, nehiy, müjde ve tehdit içeren bu) âyetlerini size böylece (belâğatta zirveye ulaşmış bir beyân ile) açıklamaktadır, tâ ki siz (sevap kazandıracak doğru yola) hidâyet bulasınız.
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿١٠٤
104﴿ İçinizden bir cemâat de bulunsun ki; onlar (dînî ve dünyevî) hayr (ve faydalar)a dâvet edeler, (Kur’ân ve Sünnet’e uygun olup, şerîat ve akıl tarafından da güzel bilinen şeylerden ibâret) her bir mârûf ile emredeler, (Kitap ve Sünnet’e uygun olmayıp, şerîat ve akıl tarafından da reddedilen) her türlü münker (şeyler)den nehyedeler! (Ey Müslümân!) İşte sana! Ancak onlar (umduklarına nâil olup korktuklarından kurtularak) felâha eren kimselerin ta kendileridir.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ ﴿١٠٥
105﴿ Yine siz o kimseler gibi olmayın ki; onlar (îmân meselelerinde) iyice ayrılığa düştüler ve (dinde birlik sağlayacak) açık deliller kendilerine geldikten sonra (daha çok birleşecek yerde, Allâh-u Te‘âlâ’nın tevhîd ve tenzîhi husûsunda) ihtilâfa düştüler. (Ey Müslümân!) İşte sana! Onlar (var ya), pek büyük bir azap sâdece onlar içindir.
يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌۚ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ۠ اَكَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ ﴿١٠٦
106﴿ (Müslümanlara âit) nice yüzlerin bembeyaz olacağı, (kâfirlere âit) nice suratların da kapkara olacağı günü (unutmayın). Artık yüzleri simsiyah olmuş o kimselere gelince (o gün kendilerine): “(Kālû Belâ mîsâkıyla açıkladığınız) îmânınızdan sonra kâfir mi oldunuz?! Öyleyse sürekli inkârda bulunmuş olmanız sebebiyle tadın (bakalım) bu azâbı” (denilecektir).
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَف۪ي رَحْمَةِ اللّٰهِۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿١٠٧
107﴿ Ama yüzleri bembeyaz olmuş o kişilere gelince; işte (onlar) Allâh’ın rahmeti(nin mahalli olan cennet) içindedirler. Kendileri orada (ayrılıktan ve ölümden uzak bir şekilde) ebedî kalıcı kimselerdir.
تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْمًا لِلْعَالَم۪ينَ ﴿١٠٨
108﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bunlar Allâh’ın (müjde ve tehdit mâhiyetindeki) âyetleridir ki, Biz onları sana (hiçbir şüphe taşımayan bir) hak (ve hakîkat) ile iç içe bulundukları hâlde peş peşe okumaktayız. Zâten Allâh (bir kuluna suçsuz yere cezâ vererek veyâ suçluyu hak ettiğinden fazlasıyla cezâlandırarak ya da bir iyiliğin mükâfâtını eksilterek) âlemler(den herhangi biri) için en ufak bir zulüm (ve haksızlık yapmak) istemez.