v02.01.25 Geliştirme Notları
Âl-i İmrân Sûresi
63
Cuz 4
109﴿ Göklerde bulunan şeyler de, yer(yüzün)de olan şeyler de (yaratılma, mülkiyet ve yönetim bakımından) ancak Allâh’a âittir. Zâten bütün (hepsinin) işler(i) ancak Allâh(ın hüküm ve kazâsın)a döndürülecektir. (O da, üstün hikmeti gereği herkese hak ettiği sevap ve azap ile karşılık verecektir.)
110﴿ (Ey Ümmet-i Muhammed! Allâh’ın ezelî ilminde de, Levh-i Mahfûz’da da, geçmiş ümmetlerce de) insanlar(ın menfaatini temin) için (meydana) çıkarılmış olan birçok ümmetin en iyisi siz oldunuz. (Çünkü siz Kur’ân ve Sünnet’e uygun olup, şerîat ve akıl tarafından da güzel bilinen şeylerden ibâret) her bir mârûf ile emredersiniz, (Kitap ve Sünnet’e uygun olmayıp, şerîat ve akıl tarafından da reddedilen) her türlü münker (şeyler)den nehyedersiniz ve Allâh(ın tüm buyrukların)a (gerçekten) îmân (etmeye devâm) edersiniz. Ehl-i Kitap da (sizin gibi âhir zaman peygamberine ve getirdiği dîne) îmân edecek olsaydı elbette bu, kendileri için (inkâr karşılığında elde ettikleri dünyâ riyâsetinden) daha iyi olurdu. (Gerçi) içlerinden (Abdullâh ibnü Selâm ve arkadaşları gibi) mümin kimseler vardır. Onların çoğunluğu ise (hak yoldan çıkmış olan) fâsık kimselerin ta kendileridir. Âyet-i celîlede bahsi geçen hayırlı ümmet olma vasfı, vahyin nüzûlüne şâhit olan müminlere, özellikle de İbnü Mes‘ûd, Ammâr ibnü Yâsir, (Ebû Huzeyfe’nin âzatlısı) Sâlim, Übeyy ibnü Kâ‘b ve Mu‘âz ibnü Cebel (Radıyallâhu Anhüm) hazarâtına mahsus ise de, Ömer (Radıyallâhu Anh)ın: “Ey insanlar! Bu methedilen ümmetten olmak her kimi sevindirecekse, Allâh-u Te‘âlâ’nın burada bahsettiği şartları yerine getirsin” sözü, bu vasfın bütün ümmete âit olduğunu göstermektedir. (et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 5/672)
111﴿ O (Yahûdî ve Hristiyan ola)nlar size (tenkit ve tehdit gibi) basit bir eziyet dışında aslâ zarar veremeyeceklerdir. Üstelik sizinle savaşacak olsalar, (bozguna uğrayarak) size arkaları(nı) çevirecekler, sonra (size karşı hiç kimse tarafından) yardım olunmayacaklardır. Bu âyet-i kerîme, Kâ‘b ibnü Eşref ve İbnü Sûriyâ gibi Yahûdî liderlerinin, aralarından İslâm’ı seçen Abdullâh ibnü Selâm ve arkadaşlarını tehdit etmeleri üzerine nâzil olmuş ve o Müslüman olan zatlara bu sıkıntılarının sözlü tâcize uğramaktan ileri geçmeyeceği temînâtını vermiştir.
112﴿ (Cizye vermeyi kabûl etmeleri hâlinde) Allâh’tan (kendilerine verilen) bir (zimmet ve dokunulmazlık) ip(iy)le (bağlanıp ona tutunmuş olmaları) ve (Allâh’ın zimmetine dayalı olarak) o (Müslüman) insanlar (tarafın)dan bir (güvence) ip(iy)le (kendilerine emân verilmiş) olması dışında; bulundukları her yerde o (Yahûdî ola)nlar üzerine zillet (ve alçaklık damgası) vurulmuştur. (Bu nedenle her gittikleri yerde can ve mal telefine mâruz kalacaklardır.) Böylece onlar Allâh’tan (rahmet beklerken aksine O’ndan gelen) büyük bir gazapla (lânetli kimselere) dönmüştürler ve (zengin olsalar bile) onların üzerine miskinlik (pintilik, fakirlik korkusu ve zenginliği gösterememe hâli bir mühür gibi) vurulmuştur. (Ey muhâtap!) İşte sana! Bu (şekilde alçaklık ve fakirlik damgası yiyip, Allâh’ın gazabına uğramaları), şu sebepledir ki gerçekten onlar Allâh’ın (kendilerine göstermiş olduğu mûcizeleri ve indirmiş olduğu) âyetlerini sürekli inkâr etmekte bulunmuştular ve hak(ka dayalı meşrû bir gerekçesi) olmay(ıp kendilerince de zulüm sayıl)an bir nedenle (bâzı) peygamberleri öldürüyordular. İşte sana! Bu (kâfirlik ve peygamber öldürme suçu) ise, onların (her konuda Allâh’ın emirlerine) isyân etmeleri sebebiyledir. Bir de onların (haramlar işleyerek) sürekli haddi aşmakta olmaları yüzündendir. (İşte isyân alışkanlıkları ve günahlarda sınır tanımazlıkları, onları kâfirliğe ve peygamberleri öldürmeye kadar götürmüştür.)
113﴿ O (Kitap Ehli olan Yahûdî ve Hristiya)nlar(ın hepsi) eşit olmadılar. Ehl-i Kitap’tan (Abdullâh ibnü Selâm ve Necâşî gibi) öyle istikāmetli bir cemâat vardır ki; gecenin (bâzı) saatlerinde (kılmış oldukları yatsı ve teheccüd namazlarında Kur’ân okuyarak) Allâh’ın âyetlerini art arda okumaktadırlar ve onlar secde yapmaktadırlar.
114﴿ O (Ehl-i Kitap’tan Müslüman ola)nlar Allâh’a ve o (dünyâ günlerinden) son(ra gelecek mahşer) gün(ün)e îmân ederler, (Kur’ân ve Sünnet’e uygun olup, şerîat ve akıl tarafından da güzel bilinen şeylerden ibâret) her bir mârûf ile emrederler, (Kitap ve Sünnet’e uygun olmayıp, şerîat ve akıl tarafından da reddedilen) her türlü münker (şeyler)den nehyederler ve (ölüp de fırsatı kaçırmamak için) hayırlarda (yarışırcasına) koşuşurlar. (Habîbim!) İşte sana! O (yüce sıfatlara sâhip ola)nlar (Yahûdîlerin, kendi dinlerinden ayrılıp İslâm’a girdikleri için zemmettiği kötü kimselerden değil, bilakis Allâh indinde çok hayırlı olan) sâlih kimselerdendir.
115﴿ Ayrıca o (Ehl-i Kitap’tan Müslüman ola)nlar hayırdan (ve sâlih ameller cinsinden) her ne şeyi yapacak olurlarsa, artık (sevapları reddedilerek veyâ eksiltilerek) o (yaptıkları)na karşı aslâ nankörlükle karşılanmayacak (ve sevâbından mahrum kılınmayacak)lardır. Zâten Allâh o takvâ sâhibi kimseleri(n yaptıklarını çok iyi bilen ve mükâfatlarını tastamam ödeyecek olan bir) Alîm’dir.
سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ
الجزء ٤
٦٣
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟ ﴿١٠٩
كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ وَلَوْ اٰمَنَ اَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْۜ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَاَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿١١٠
لَنْ يَضُرُّوكُمْ اِلَّٓا اَذًىۜ وَاِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْاَدْبَارَ۠ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ ﴿١١١
ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ اَيْنَ مَا ثُقِفُٓوا اِلَّا بِحَبْلٍ مِنَ اللّٰهِ وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۠ ﴿١١٢
لَيْسُوا سَوَٓاءًۜ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ۠ ﴿١١٣
يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ مِنَ الصَّالِح۪ينَ ﴿١١٤
وَمَا يَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَلَنْ يُكْفَرُوهُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالْمُتَّق۪ينَ ﴿١١٥
Âl-i İmrân Sûresi
63
Cuz 4
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟ ﴿١٠٩
109﴿ Göklerde bulunan şeyler de, yer(yüzün)de olan şeyler de (yaratılma, mülkiyet ve yönetim bakımından) ancak Allâh’a âittir. Zâten bütün (hepsinin) işler(i) ancak Allâh(ın hüküm ve kazâsın)a döndürülecektir. (O da, üstün hikmeti gereği herkese hak ettiği sevap ve azap ile karşılık verecektir.)
كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ وَلَوْ اٰمَنَ اَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْۜ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَاَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ ﴿١١٠
110﴿ (Ey Ümmet-i Muhammed! Allâh’ın ezelî ilminde de, Levh-i Mahfûz’da da, geçmiş ümmetlerce de) insanlar(ın menfaatini temin) için (meydana) çıkarılmış olan birçok ümmetin en iyisi siz oldunuz. (Çünkü siz Kur’ân ve Sünnet’e uygun olup, şerîat ve akıl tarafından da güzel bilinen şeylerden ibâret) her bir mârûf ile emredersiniz, (Kitap ve Sünnet’e uygun olmayıp, şerîat ve akıl tarafından da reddedilen) her türlü münker (şeyler)den nehyedersiniz ve Allâh(ın tüm buyrukların)a (gerçekten) îmân (etmeye devâm) edersiniz. Ehl-i Kitap da (sizin gibi âhir zaman peygamberine ve getirdiği dîne) îmân edecek olsaydı elbette bu, kendileri için (inkâr karşılığında elde ettikleri dünyâ riyâsetinden) daha iyi olurdu. (Gerçi) içlerinden (Abdullâh ibnü Selâm ve arkadaşları gibi) mümin kimseler vardır. Onların çoğunluğu ise (hak yoldan çıkmış olan) fâsık kimselerin ta kendileridir. Âyet-i celîlede bahsi geçen hayırlı ümmet olma vasfı, vahyin nüzûlüne şâhit olan müminlere, özellikle de İbnü Mes‘ûd, Ammâr ibnü Yâsir, (Ebû Huzeyfe’nin âzatlısı) Sâlim, Übeyy ibnü Kâ‘b ve Mu‘âz ibnü Cebel (Radıyallâhu Anhüm) hazarâtına mahsus ise de, Ömer (Radıyallâhu Anh)ın: “Ey insanlar! Bu methedilen ümmetten olmak her kimi sevindirecekse, Allâh-u Te‘âlâ’nın burada bahsettiği şartları yerine getirsin” sözü, bu vasfın bütün ümmete âit olduğunu göstermektedir. (et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 5/672)
لَنْ يَضُرُّوكُمْ اِلَّٓا اَذًىۜ وَاِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْاَدْبَارَ۠ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ ﴿١١١
111﴿ O (Yahûdî ve Hristiyan ola)nlar size (tenkit ve tehdit gibi) basit bir eziyet dışında aslâ zarar veremeyeceklerdir. Üstelik sizinle savaşacak olsalar, (bozguna uğrayarak) size arkaları(nı) çevirecekler, sonra (size karşı hiç kimse tarafından) yardım olunmayacaklardır. Bu âyet-i kerîme, Kâ‘b ibnü Eşref ve İbnü Sûriyâ gibi Yahûdî liderlerinin, aralarından İslâm’ı seçen Abdullâh ibnü Selâm ve arkadaşlarını tehdit etmeleri üzerine nâzil olmuş ve o Müslüman olan zatlara bu sıkıntılarının sözlü tâcize uğramaktan ileri geçmeyeceği temînâtını vermiştir.
ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ اَيْنَ مَا ثُقِفُٓوا اِلَّا بِحَبْلٍ مِنَ اللّٰهِ وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۠ ﴿١١٢
112﴿ (Cizye vermeyi kabûl etmeleri hâlinde) Allâh’tan (kendilerine verilen) bir (zimmet ve dokunulmazlık) ip(iy)le (bağlanıp ona tutunmuş olmaları) ve (Allâh’ın zimmetine dayalı olarak) o (Müslüman) insanlar (tarafın)dan bir (güvence) ip(iy)le (kendilerine emân verilmiş) olması dışında; bulundukları her yerde o (Yahûdî ola)nlar üzerine zillet (ve alçaklık damgası) vurulmuştur. (Bu nedenle her gittikleri yerde can ve mal telefine mâruz kalacaklardır.) Böylece onlar Allâh’tan (rahmet beklerken aksine O’ndan gelen) büyük bir gazapla (lânetli kimselere) dönmüştürler ve (zengin olsalar bile) onların üzerine miskinlik (pintilik, fakirlik korkusu ve zenginliği gösterememe hâli bir mühür gibi) vurulmuştur. (Ey muhâtap!) İşte sana! Bu (şekilde alçaklık ve fakirlik damgası yiyip, Allâh’ın gazabına uğramaları), şu sebepledir ki gerçekten onlar Allâh’ın (kendilerine göstermiş olduğu mûcizeleri ve indirmiş olduğu) âyetlerini sürekli inkâr etmekte bulunmuştular ve hak(ka dayalı meşrû bir gerekçesi) olmay(ıp kendilerince de zulüm sayıl)an bir nedenle (bâzı) peygamberleri öldürüyordular. İşte sana! Bu (kâfirlik ve peygamber öldürme suçu) ise, onların (her konuda Allâh’ın emirlerine) isyân etmeleri sebebiyledir. Bir de onların (haramlar işleyerek) sürekli haddi aşmakta olmaları yüzündendir. (İşte isyân alışkanlıkları ve günahlarda sınır tanımazlıkları, onları kâfirliğe ve peygamberleri öldürmeye kadar götürmüştür.)
لَيْسُوا سَوَٓاءًۜ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اُمَّةٌ قَٓائِمَةٌ يَتْلُونَ اٰيَاتِ اللّٰهِ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ وَهُمْ يَسْجُدُونَ۠ ﴿١١٣
113﴿ O (Kitap Ehli olan Yahûdî ve Hristiya)nlar(ın hepsi) eşit olmadılar. Ehl-i Kitap’tan (Abdullâh ibnü Selâm ve Necâşî gibi) öyle istikāmetli bir cemâat vardır ki; gecenin (bâzı) saatlerinde (kılmış oldukları yatsı ve teheccüd namazlarında Kur’ân okuyarak) Allâh’ın âyetlerini art arda okumaktadırlar ve onlar secde yapmaktadırlar.
يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ مِنَ الصَّالِح۪ينَ ﴿١١٤
114﴿ O (Ehl-i Kitap’tan Müslüman ola)nlar Allâh’a ve o (dünyâ günlerinden) son(ra gelecek mahşer) gün(ün)e îmân ederler, (Kur’ân ve Sünnet’e uygun olup, şerîat ve akıl tarafından da güzel bilinen şeylerden ibâret) her bir mârûf ile emrederler, (Kitap ve Sünnet’e uygun olmayıp, şerîat ve akıl tarafından da reddedilen) her türlü münker (şeyler)den nehyederler ve (ölüp de fırsatı kaçırmamak için) hayırlarda (yarışırcasına) koşuşurlar. (Habîbim!) İşte sana! O (yüce sıfatlara sâhip ola)nlar (Yahûdîlerin, kendi dinlerinden ayrılıp İslâm’a girdikleri için zemmettiği kötü kimselerden değil, bilakis Allâh indinde çok hayırlı olan) sâlih kimselerdendir.
وَمَا يَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَلَنْ يُكْفَرُوهُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِالْمُتَّق۪ينَ ﴿١١٥
115﴿ Ayrıca o (Ehl-i Kitap’tan Müslüman ola)nlar hayırdan (ve sâlih ameller cinsinden) her ne şeyi yapacak olurlarsa, artık (sevapları reddedilerek veyâ eksiltilerek) o (yaptıkları)na karşı aslâ nankörlükle karşılanmayacak (ve sevâbından mahrum kılınmayacak)lardır. Zâten Allâh o takvâ sâhibi kimseleri(n yaptıklarını çok iyi bilen ve mükâfatlarını tastamam ödeyecek olan bir) Alîm’dir.