v02.01.25 Geliştirme Notları
Âl-i İmrân Sûresi
64
Cuz 4
116﴿ O kimseler ki kâfir olmuşturlar; gerçekten malları Allâh’tan (onlara gelecek azaptan) en ufak bir şeyi (dahî) aslâ kendilerinden defedemeyecektir, çocukları da (onlardan azâbı savuşturacak) değildir. (Habîbim!) İşte sana! Onlar, ancak o (cehennem) ateşin(in dâimî) arkadaşlarıdır. Kendileri onun içinde (bir daha çıkmamak üzere) ebedî kalıcı kimselerdir. Bu âyet-i kerîme, mal ve çocuklarıyla iftihâr ederek: “Biz çok mal ve evlat sâhibiyiz, öyleyse aslâ azap olunmayız” diyen Yahûdîler ve müşrik Araplar ile Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e düşmanlık uğrunda çok mal kazanıp harcama gayretine giren diğer kâfirler hakkında nâzil olmuştur.
117﴿ İşte o (İslâm düşma)nların(ın ve riyâkâr Müslümanların kibir, gurur, övülme ve beğenilme kastıyla) şu en alçak (ve âdî dünyâ) hayât(ın)da harcamakta oldukları şeyin şaşılacak hâli; içinde pek şiddetli bir soğuk bulunan kuvvetli bir rüzgârın ilginç durumuna benzer ki o (fırtına), (kâfirlik ve günahlar yüzünden) kendi nefislerine zulmetmiş bulunan bir toplumun (tarlasına ve) ekinine vurmuş ve onu hemen helâk etmiştir. Böylece Allâh (bu harcamayı yapanlara ecir vermeyerek ve bu ekin sâhiplerinin mahsûlünü telef ederek) onlara zulmetmemiştir velâkin onlar (gereken yerlere vermeyip, azâbı hak edecek şekilde masraf ettiklerinden) ancak kendilerine zulmetmektedirler.
118﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Kendi (din kardeşleri)nizden başkasını (özellikle Yahûdî ve Hristiyanları güveninize mazhar konuma yerleştirerek onları) bir sırdaş edinmeyin. (Çünkü) onlar size hiçbir fesat (ve fitnenin ulaşması) cihetinden (en ufak bir şeyi dahî) eksik yapmazlar. Onlar (din ve dünyâ husûsunda dâimâ) sizin sıkıntınızı (ve zarara uğramanızı) istemişlerdir. Gerçekten (size karşı büyük bir kin ve nefret taşıdıkları için, kendilerine hâkim olamamışlar ve) aşırı öfke ağızlarından (dökülen sözlerinde) açığa çıkmıştır. Onların göğüsleri(nde bulunan kalpleri)nin gizlemekte olduğu (düşmanlık) ise (açıkladıkları şeylerden) daha büyüktür. Muhakkak Biz (Allâh ve Rasûlünün düşmanlarıyla dost olmamanızı ifâde eden) bu âyetleri size iyice açıklamışızdır. Eğer siz (dostla düşman arasındaki farkı düşünüp) anlamakta olduysanız (gerekeni yapar ve kâfirleri dost edinmezsiniz)! İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göre; bâzı Müslümanlar câhiliyet devrinde aralarında bulunan komşuluk ve antlaşma yüzünden kimi Yahûdîlerle ilişkilerini sürdürüyorlardı. Bunun üzerine Allâh-u Te‘âlâ onlar hakkında bu âyet-i kerîmeyi indirerek, kendi dinlerinden olmayan kimselerle gizlice dostluk yapmalarını yasakladı. Âyet-i celîlenin Medîne ehli arasında bulunan münâfıklar hakkında nâzil olduğu da rivâyet edilmiştir ki, böylece müminler onlarla dostluk kurmaktan nehyedilmişlerdir. İleride gelecek olan sözleri de bu görüşü desteklemektedir.
119﴿ (Ey akrabâlık ve süt bağı gibi sebeplerden dolayı Yahûdî ve Hristiyanlarla gizli dostluk kuran Müslümanlar!) İşte siz öyle (hatâlı) kimselersiniz ki, (sizin kitabınıza inanmadıkları hâlde) onları seviyorsunuz, ama siz (onların kitabı dâhil) kitapların hepsine îmân ettiğiniz hâlde onlar sizi sevmiyorlar. (Ey Müslümanlar!) Bir de o (Ehl-i Kitap içerisindeki münâfık ola)nlar size kavuştukları zaman (sizi aldatmak için yalan yere): “Biz de (sizin dîninize) îmân ettik” derler. Yalnız kaldıklarında ise (çok istedikleri hâlde size zarar verecek bir şey yapamadıklarına hayıflanarak) size karşı kızgınlık(ların)dan dolayı parmak uçlarını ısırırlar. (Habîbim!) De ki: “(İslâm’ın ve ehlinin kuvvet ve izzetini gördükçe kendi zillet ve hakāretinizi daha çok fark edin de) öfkenizle geberin. Zîrâ şüphesiz ki Allâh göğüslerin sâhip olduğu şeyi (ve kalplerin barındırdığı tüm sırları, niyet ve inançları hakkıyla bilen bir) Alîm’dir. (Ey Ehl-i Kitap’ın münâfıkları! Allâh-u Te‘âlâ sizin Müslümanlar hakkındaki düşüncelerinizi tamâmen bildiği için peygamberi vâsıtasıyla Müslümanlara sizin fikirlerinizi haber vererek onları uyandıracak, dolayısıyla siz onlara hiçbir zarar veremeyeceksiniz.)
120﴿ (Bolluk, ganîmet ve zafer gibi) güzel bir şey size dokunacak olursa bu onları kötü eder (üzer ve kızdırır). Size (darlık ve bozgun gibi) kötü bir şey isâbet edecek olursa da bununla sevinirler. Ama siz (onların eziyetlerine ve İslâm’ın emir ve yasaklarını gözetmenin zorluklarına) sabrederseniz ve (Allâh-u Te‘âlâ’nın haramlarından, özellikle de kâfirlerle dostluk gibi yasaklarından iyice sakınarak) takvâ sâhibi olursanız (bu durumda siz Allâh’ın korumasına gireceğiniz için) onların hîleleri (ne sıkıntı ne de eziyet bakımından) hiçbir şeyle size zarar veremez. Şüphesiz ki Allâh onların yapmakta olduğu (hîle ve tuzak gibi) şeyleri (ilmi ve kudretiyle çepeçevre kuşatıp zararsız hâle getiren bir) Muhît’dır.
121﴿ (Habîbim!) Hani sen müminleri (Uhud) savaş(ı) için (müsâit) birtakım mevzilere yerleştirmek üzere ehlin (ve eşin olan Âişe’nin evin)den sabahleyin çıkmıştın. Allâh (seni savaşa çıkmaya teşvik edenlerin sözlerini çok iyi işiten bir) Semî‘dir, (onların taşıdıkları niyetleri, özellikle şehit olma arzularını çok iyi bilen bir) Alîm’dir.
سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ
الجزء ٤
٦٤
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿١١٦
مَثَلُ مَا يُنْفِقُونَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ ر۪يحٍ ف۪يهَا صِرٌّ اَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَاَهْلَكَتْهُۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿١١٧
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالًاۜ وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۚ وَمَا تُخْف۪ي صُدُورُهُمْ اَكْبَرُۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ ﴿١١٨
هَٓا اَنْتُمْ اُو۬لَٓاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه۪ۚ وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّاۗ وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِۜ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿١١٩
اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْۘ وَاِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ۟ ﴿١٢٠
وَاِذْ غَدَوْتَ مِنْ اَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِن۪ينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ ﴿١٢١
Âl-i İmrân Sûresi
64
Cuz 4
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿١١٦
116﴿ O kimseler ki kâfir olmuşturlar; gerçekten malları Allâh’tan (onlara gelecek azaptan) en ufak bir şeyi (dahî) aslâ kendilerinden defedemeyecektir, çocukları da (onlardan azâbı savuşturacak) değildir. (Habîbim!) İşte sana! Onlar, ancak o (cehennem) ateşin(in dâimî) arkadaşlarıdır. Kendileri onun içinde (bir daha çıkmamak üzere) ebedî kalıcı kimselerdir. Bu âyet-i kerîme, mal ve çocuklarıyla iftihâr ederek: “Biz çok mal ve evlat sâhibiyiz, öyleyse aslâ azap olunmayız” diyen Yahûdîler ve müşrik Araplar ile Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e düşmanlık uğrunda çok mal kazanıp harcama gayretine giren diğer kâfirler hakkında nâzil olmuştur.
مَثَلُ مَا يُنْفِقُونَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَثَلِ ر۪يحٍ ف۪يهَا صِرٌّ اَصَابَتْ حَرْثَ قَوْمٍ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَاَهْلَكَتْهُۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿١١٧
117﴿ İşte o (İslâm düşma)nların(ın ve riyâkâr Müslümanların kibir, gurur, övülme ve beğenilme kastıyla) şu en alçak (ve âdî dünyâ) hayât(ın)da harcamakta oldukları şeyin şaşılacak hâli; içinde pek şiddetli bir soğuk bulunan kuvvetli bir rüzgârın ilginç durumuna benzer ki o (fırtına), (kâfirlik ve günahlar yüzünden) kendi nefislerine zulmetmiş bulunan bir toplumun (tarlasına ve) ekinine vurmuş ve onu hemen helâk etmiştir. Böylece Allâh (bu harcamayı yapanlara ecir vermeyerek ve bu ekin sâhiplerinin mahsûlünü telef ederek) onlara zulmetmemiştir velâkin onlar (gereken yerlere vermeyip, azâbı hak edecek şekilde masraf ettiklerinden) ancak kendilerine zulmetmektedirler.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالًاۜ وَدُّوا مَا عَنِتُّمْۚ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَٓاءُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْۚ وَمَا تُخْف۪ي صُدُورُهُمْ اَكْبَرُۜ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْاٰيَاتِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ ﴿١١٨
118﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Kendi (din kardeşleri)nizden başkasını (özellikle Yahûdî ve Hristiyanları güveninize mazhar konuma yerleştirerek onları) bir sırdaş edinmeyin. (Çünkü) onlar size hiçbir fesat (ve fitnenin ulaşması) cihetinden (en ufak bir şeyi dahî) eksik yapmazlar. Onlar (din ve dünyâ husûsunda dâimâ) sizin sıkıntınızı (ve zarara uğramanızı) istemişlerdir. Gerçekten (size karşı büyük bir kin ve nefret taşıdıkları için, kendilerine hâkim olamamışlar ve) aşırı öfke ağızlarından (dökülen sözlerinde) açığa çıkmıştır. Onların göğüsleri(nde bulunan kalpleri)nin gizlemekte olduğu (düşmanlık) ise (açıkladıkları şeylerden) daha büyüktür. Muhakkak Biz (Allâh ve Rasûlünün düşmanlarıyla dost olmamanızı ifâde eden) bu âyetleri size iyice açıklamışızdır. Eğer siz (dostla düşman arasındaki farkı düşünüp) anlamakta olduysanız (gerekeni yapar ve kâfirleri dost edinmezsiniz)! İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göre; bâzı Müslümanlar câhiliyet devrinde aralarında bulunan komşuluk ve antlaşma yüzünden kimi Yahûdîlerle ilişkilerini sürdürüyorlardı. Bunun üzerine Allâh-u Te‘âlâ onlar hakkında bu âyet-i kerîmeyi indirerek, kendi dinlerinden olmayan kimselerle gizlice dostluk yapmalarını yasakladı. Âyet-i celîlenin Medîne ehli arasında bulunan münâfıklar hakkında nâzil olduğu da rivâyet edilmiştir ki, böylece müminler onlarla dostluk kurmaktan nehyedilmişlerdir. İleride gelecek olan sözleri de bu görüşü desteklemektedir.
هَٓا اَنْتُمْ اُو۬لَٓاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّه۪ۚ وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّاۗ وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِۜ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿١١٩
119﴿ (Ey akrabâlık ve süt bağı gibi sebeplerden dolayı Yahûdî ve Hristiyanlarla gizli dostluk kuran Müslümanlar!) İşte siz öyle (hatâlı) kimselersiniz ki, (sizin kitabınıza inanmadıkları hâlde) onları seviyorsunuz, ama siz (onların kitabı dâhil) kitapların hepsine îmân ettiğiniz hâlde onlar sizi sevmiyorlar. (Ey Müslümanlar!) Bir de o (Ehl-i Kitap içerisindeki münâfık ola)nlar size kavuştukları zaman (sizi aldatmak için yalan yere): “Biz de (sizin dîninize) îmân ettik” derler. Yalnız kaldıklarında ise (çok istedikleri hâlde size zarar verecek bir şey yapamadıklarına hayıflanarak) size karşı kızgınlık(ların)dan dolayı parmak uçlarını ısırırlar. (Habîbim!) De ki: “(İslâm’ın ve ehlinin kuvvet ve izzetini gördükçe kendi zillet ve hakāretinizi daha çok fark edin de) öfkenizle geberin. Zîrâ şüphesiz ki Allâh göğüslerin sâhip olduğu şeyi (ve kalplerin barındırdığı tüm sırları, niyet ve inançları hakkıyla bilen bir) Alîm’dir. (Ey Ehl-i Kitap’ın münâfıkları! Allâh-u Te‘âlâ sizin Müslümanlar hakkındaki düşüncelerinizi tamâmen bildiği için peygamberi vâsıtasıyla Müslümanlara sizin fikirlerinizi haber vererek onları uyandıracak, dolayısıyla siz onlara hiçbir zarar veremeyeceksiniz.)
اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْۘ وَاِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ۟ ﴿١٢٠
120﴿ (Bolluk, ganîmet ve zafer gibi) güzel bir şey size dokunacak olursa bu onları kötü eder (üzer ve kızdırır). Size (darlık ve bozgun gibi) kötü bir şey isâbet edecek olursa da bununla sevinirler. Ama siz (onların eziyetlerine ve İslâm’ın emir ve yasaklarını gözetmenin zorluklarına) sabrederseniz ve (Allâh-u Te‘âlâ’nın haramlarından, özellikle de kâfirlerle dostluk gibi yasaklarından iyice sakınarak) takvâ sâhibi olursanız (bu durumda siz Allâh’ın korumasına gireceğiniz için) onların hîleleri (ne sıkıntı ne de eziyet bakımından) hiçbir şeyle size zarar veremez. Şüphesiz ki Allâh onların yapmakta olduğu (hîle ve tuzak gibi) şeyleri (ilmi ve kudretiyle çepeçevre kuşatıp zararsız hâle getiren bir) Muhît’dır.
وَاِذْ غَدَوْتَ مِنْ اَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِن۪ينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ ﴿١٢١
121﴿ (Habîbim!) Hani sen müminleri (Uhud) savaş(ı) için (müsâit) birtakım mevzilere yerleştirmek üzere ehlin (ve eşin olan Âişe’nin evin)den sabahleyin çıkmıştın. Allâh (seni savaşa çıkmaya teşvik edenlerin sözlerini çok iyi işiten bir) Semî‘dir, (onların taşıdıkları niyetleri, özellikle şehit olma arzularını çok iyi bilen bir) Alîm’dir.