v02.01.25 Geliştirme Notları
Âl-i İmrân Sûresi
65
Cuz 4
122﴿ (Ey Ensâr! Hatırlayın) bir zamânı ki, (Hazrec’den Benî Seleme, Evs’den de Benî Hârise olmak üzere) içinizden iki tâife (münâfıkların reisi olan İbnü Übeyy’in üç yüz kişiyle birlikte Uhud Harbi’nden kaçtığını görünce) korkup geri durmayı düşünmüştü. Hâlbuki ancak Allâh onların Velî’si (koruyucusu ve yardımcısı) idi. Müminler ancak Allâh’a tevekkül etsin (ve tüm işlerinde ancak O’na güvenip dayansınlar, zîrâ O, Kendisine güvenenleri mahcup etmez).
123﴿ (Nitekim) andolsun ki; elbette siz (sayı ve kuvvet bakımından) zelîl (ve güçsüz) kimselerken Allâh Bedir’de de kesinlikle size yardım etmişti. Öyleyse Allâh’tan hakkıyla sakının (ve peygamberiyle birlikte er meydanında sebât edin), tâ ki siz (mazhar olduğunuz bu yardım nîmetine) şükredebilesiniz.
124﴿ Vaktâ ki sen (Bedir’de) müminlere: “(Semâdaki) melekler (içerisin)den (seçilip) indirilmiş oldukları hâlde üç bin (melek) ile Rabbinizin size yardım etmesi size kesinlikle yeterli olmaz mı?” diyordun.
125﴿ Evet! (Tabî ki bu yeterli olur. Ama savaşın zorluklarına Allâh için) sabrederseniz ve (peygamberinizin emrine karşı gelmekten) hakkıyla sakınırsanız, o (müşrik ola)nlar da siz(in üzeriniz)e (hiç beklemeden) işte şu anlarında (ansızın) gelecek olurlarsa, Rabbiniz (kendilerini sarıklarla, atlarının perçem ve kuyruklarını da beyaz yünlerle) nişanlayan meleklerden beş bin ile size yardım edecektir.
126﴿ Allâh ise (melekleriyle yaptığı) bu (yardım husûsu)nu ancak sizin için bir müjde olsun ve kalpleriniz onun sebebiyle (korkularından kurtularak sükûnete erip) iyice yatışsın diye yapmıştır. Zâten yardım (ne savaşçılardan, ne de meleklerden değil) sâdece Azîz ve Hakîm olan Allâh katındandır(ki O hiç yenilmeyen yegâne gâliptir ve gâlip ederken de, mağlup ederken de hikmeti gözetendir).
127﴿ (Allâh) kâfir olmuş kimselerden önemli bir tarafı(n ve lider konumundaki bir fırkanın kafasını) kessin yâhut onları rezîl(-ü rüsvay) etsin de /yüzüstü yıksın da/ ciğerine işletecek şekilde üzsün de/, nihâyet onlar (bozguna uğrayarak) ümitleri boşa çıkan kimseler olarak (harp alanından) dönsünler diye (Bedir’de size bu yardımı yapmıştır).
128﴿ (Habîbim! Kulların cezâlandırılması veyâ mükâfatlandırılması gibi) işler(in)den hiçbir şey sana âit olmadı; (Allâh) ya onların tevbelerini kabûl eder veyâ (kâfirlikte ısrarcı olurlarsa) kendilerine azap eder, zîrâ (bu durumda) gerçekten onlar (azâbı hak etmiş olan) zâlim kimselerdir. Bu âyetin daha iyi anlaşılması için birçok kaynakta rivâyet edilen iniş sebeplerini zikredelim: Uhud günü müşrikler tarafından Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sağ alt yan dişi isâbet almış ve mübârek yüzü yarılmıştı. Kendisi kanlarını silerken: “Peygamberlerine böyle yapan bir kavim nasıl felah bulsun?!” buyuruyordu ki, işte bu âyetin nüzûlü ile, onların felah bulup bulmayacağı konusunun kendisine kalmadığı, bilakis tüm kulların işlerinin Allâh-u Te‘âlâ’ya âit olduğu bildirildi. İbnü Ömer (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Uhud günü müşriklerin safında olan bâzı kişilere lânet edince bu âyet-i celîle inerek, kendisinden bedduâya son vermesi istendi ve bilâhare onların hepsine îmân nasip oldu. Yine böylece Uhud günü Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), kâfirler tarafından ashâbının ve amcası Hamza (Radıyallâhu Anh)ın mübârek cesetlerine yapılan kötü muâmeleyi gördüğünde: “Yemîn olsun ki; Allâh bizi bunlara bir daha gâlip edecek olursa, elbette Araplardan hiçbirinin yapmadığı işkenceleri onlara tattıracağız” deyince bu âyet-i celîle kendisini engelledi. İbnü Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre; o gün ashâbından bozguna uğrayıp kaçanlara bedduâ etmek istediğinde bu âyet-i celîle ile nehyedildi ve onların tevbesinin kabûl edildiği kendisine bildirildi. (el-Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 1/584)
129﴿ (Habîbim!) Göklerde olan şeyler de yer(yüzün)de bulunan şeyler de (yaratılmak, mülkiyet ve yönetim bakımından sana âit olmayıp) ancak Allâh’a âittir. O (Rabbin) dilediği kimse için (fazl-u rahmetiyle günahlarını) mağfirette bulunur, istediği kimseye ise (adâleti ve hikmeti gereği) azap eder. Zâten Allâh (kullarının günahlarını çokça örten bir) Ğafûr’dur, (çok acıdığı için, hak etseler de cezâlarını âcil vermeyen bir) Rahîm’dir. (Öyleyse onlara bedduâ husûsunda aceleci olma.)
130﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! (Câhiliyet devrinde yapıldığı gibi) birçok katlarla katlan(mış şekilde artırıl)mış olarak fâiz yemeyin ve (yasaklarına düşmeme husûsunda) Allâh’tan hakkıyla sakının, tâ ki siz (âhiret sevâbına kavuşarak) felâha eresiniz.
131﴿ (Ey fâiz yiyenler! Hadd-i zâtında) kâfirler için hazırlanmış bulunan o (cehennem) ateş(in)den iyice sakın(mak istiyorsanız, fâizi bırak)ın (ki, kâfirler gibi amel ettiğiniz için siz de aynı azâba uğratılmayasınız).
132﴿ Bir de Allâh(ın bütün emirlerini tutup, fâiz gibi tüm yasaklarından kaçarak O’n)a ve (son peygamber olarak gönderdiği) o Rasûl’e itâat edin, tâ ki siz (Allâh tarafından) rahmet olunasınız.
سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ
الجزء ٤
٦٥
اِذْ هَمَّتْ طَٓائِفَتَانِ مِنْكُمْ اَنْ تَفْشَلَاۙ وَاللّٰهُ وَلِيُّهُمَاۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ ﴿١٢٢
وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ بِبَدْرٍ وَاَنْتُمْ اَذِلَّةٌۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿١٢٣
اِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ اَلَنْ يَكْفِيَكُمْ اَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ بِثَلٰثَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُنْزَل۪ينَۜ ﴿١٢٤
بَلٰٓىۙ اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ينَ ﴿١٢٥
وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِه۪ۜ وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِۙ ﴿١٢٦
لِيَقْطَعَ طَرَفًا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنْقَلِبُوا خَٓائِب۪ينَ ﴿١٢٧
لَيْسَ لَكَ مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ اَوْ يُعَذِّبَهُمْ فَاِنَّهُمْ ظَالِمُونَ ﴿١٢٨
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿١٢٩
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافًا مُضَاعَفَةًۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ ﴿١٣٠
وَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ٓي اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَۚ ﴿١٣١
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۚ ﴿١٣٢
Âl-i İmrân Sûresi
65
Cuz 4
اِذْ هَمَّتْ طَٓائِفَتَانِ مِنْكُمْ اَنْ تَفْشَلَاۙ وَاللّٰهُ وَلِيُّهُمَاۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ ﴿١٢٢
122﴿ (Ey Ensâr! Hatırlayın) bir zamânı ki, (Hazrec’den Benî Seleme, Evs’den de Benî Hârise olmak üzere) içinizden iki tâife (münâfıkların reisi olan İbnü Übeyy’in üç yüz kişiyle birlikte Uhud Harbi’nden kaçtığını görünce) korkup geri durmayı düşünmüştü. Hâlbuki ancak Allâh onların Velî’si (koruyucusu ve yardımcısı) idi. Müminler ancak Allâh’a tevekkül etsin (ve tüm işlerinde ancak O’na güvenip dayansınlar, zîrâ O, Kendisine güvenenleri mahcup etmez).
وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ بِبَدْرٍ وَاَنْتُمْ اَذِلَّةٌۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿١٢٣
123﴿ (Nitekim) andolsun ki; elbette siz (sayı ve kuvvet bakımından) zelîl (ve güçsüz) kimselerken Allâh Bedir’de de kesinlikle size yardım etmişti. Öyleyse Allâh’tan hakkıyla sakının (ve peygamberiyle birlikte er meydanında sebât edin), tâ ki siz (mazhar olduğunuz bu yardım nîmetine) şükredebilesiniz.
اِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ اَلَنْ يَكْفِيَكُمْ اَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ بِثَلٰثَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُنْزَل۪ينَۜ ﴿١٢٤
124﴿ Vaktâ ki sen (Bedir’de) müminlere: “(Semâdaki) melekler (içerisin)den (seçilip) indirilmiş oldukları hâlde üç bin (melek) ile Rabbinizin size yardım etmesi size kesinlikle yeterli olmaz mı?” diyordun.
بَلٰٓىۙ اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ينَ ﴿١٢٥
125﴿ Evet! (Tabî ki bu yeterli olur. Ama savaşın zorluklarına Allâh için) sabrederseniz ve (peygamberinizin emrine karşı gelmekten) hakkıyla sakınırsanız, o (müşrik ola)nlar da siz(in üzeriniz)e (hiç beklemeden) işte şu anlarında (ansızın) gelecek olurlarsa, Rabbiniz (kendilerini sarıklarla, atlarının perçem ve kuyruklarını da beyaz yünlerle) nişanlayan meleklerden beş bin ile size yardım edecektir.
وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِه۪ۜ وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِۙ ﴿١٢٦
126﴿ Allâh ise (melekleriyle yaptığı) bu (yardım husûsu)nu ancak sizin için bir müjde olsun ve kalpleriniz onun sebebiyle (korkularından kurtularak sükûnete erip) iyice yatışsın diye yapmıştır. Zâten yardım (ne savaşçılardan, ne de meleklerden değil) sâdece Azîz ve Hakîm olan Allâh katındandır(ki O hiç yenilmeyen yegâne gâliptir ve gâlip ederken de, mağlup ederken de hikmeti gözetendir).
لِيَقْطَعَ طَرَفًا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنْقَلِبُوا خَٓائِب۪ينَ ﴿١٢٧
127﴿ (Allâh) kâfir olmuş kimselerden önemli bir tarafı(n ve lider konumundaki bir fırkanın kafasını) kessin yâhut onları rezîl(-ü rüsvay) etsin de /yüzüstü yıksın da/ ciğerine işletecek şekilde üzsün de/, nihâyet onlar (bozguna uğrayarak) ümitleri boşa çıkan kimseler olarak (harp alanından) dönsünler diye (Bedir’de size bu yardımı yapmıştır).
لَيْسَ لَكَ مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ اَوْ يُعَذِّبَهُمْ فَاِنَّهُمْ ظَالِمُونَ ﴿١٢٨
128﴿ (Habîbim! Kulların cezâlandırılması veyâ mükâfatlandırılması gibi) işler(in)den hiçbir şey sana âit olmadı; (Allâh) ya onların tevbelerini kabûl eder veyâ (kâfirlikte ısrarcı olurlarsa) kendilerine azap eder, zîrâ (bu durumda) gerçekten onlar (azâbı hak etmiş olan) zâlim kimselerdir. Bu âyetin daha iyi anlaşılması için birçok kaynakta rivâyet edilen iniş sebeplerini zikredelim: Uhud günü müşrikler tarafından Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sağ alt yan dişi isâbet almış ve mübârek yüzü yarılmıştı. Kendisi kanlarını silerken: “Peygamberlerine böyle yapan bir kavim nasıl felah bulsun?!” buyuruyordu ki, işte bu âyetin nüzûlü ile, onların felah bulup bulmayacağı konusunun kendisine kalmadığı, bilakis tüm kulların işlerinin Allâh-u Te‘âlâ’ya âit olduğu bildirildi. İbnü Ömer (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Uhud günü müşriklerin safında olan bâzı kişilere lânet edince bu âyet-i celîle inerek, kendisinden bedduâya son vermesi istendi ve bilâhare onların hepsine îmân nasip oldu. Yine böylece Uhud günü Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), kâfirler tarafından ashâbının ve amcası Hamza (Radıyallâhu Anh)ın mübârek cesetlerine yapılan kötü muâmeleyi gördüğünde: “Yemîn olsun ki; Allâh bizi bunlara bir daha gâlip edecek olursa, elbette Araplardan hiçbirinin yapmadığı işkenceleri onlara tattıracağız” deyince bu âyet-i celîle kendisini engelledi. İbnü Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre; o gün ashâbından bozguna uğrayıp kaçanlara bedduâ etmek istediğinde bu âyet-i celîle ile nehyedildi ve onların tevbesinin kabûl edildiği kendisine bildirildi. (el-Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 1/584)
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿١٢٩
129﴿ (Habîbim!) Göklerde olan şeyler de yer(yüzün)de bulunan şeyler de (yaratılmak, mülkiyet ve yönetim bakımından sana âit olmayıp) ancak Allâh’a âittir. O (Rabbin) dilediği kimse için (fazl-u rahmetiyle günahlarını) mağfirette bulunur, istediği kimseye ise (adâleti ve hikmeti gereği) azap eder. Zâten Allâh (kullarının günahlarını çokça örten bir) Ğafûr’dur, (çok acıdığı için, hak etseler de cezâlarını âcil vermeyen bir) Rahîm’dir. (Öyleyse onlara bedduâ husûsunda aceleci olma.)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافًا مُضَاعَفَةًۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ ﴿١٣٠
130﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! (Câhiliyet devrinde yapıldığı gibi) birçok katlarla katlan(mış şekilde artırıl)mış olarak fâiz yemeyin ve (yasaklarına düşmeme husûsunda) Allâh’tan hakkıyla sakının, tâ ki siz (âhiret sevâbına kavuşarak) felâha eresiniz.
وَاتَّقُوا النَّارَ الَّت۪ٓي اُعِدَّتْ لِلْكَافِر۪ينَۚ ﴿١٣١
131﴿ (Ey fâiz yiyenler! Hadd-i zâtında) kâfirler için hazırlanmış bulunan o (cehennem) ateş(in)den iyice sakın(mak istiyorsanız, fâizi bırak)ın (ki, kâfirler gibi amel ettiğiniz için siz de aynı azâba uğratılmayasınız).
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۚ ﴿١٣٢
132﴿ Bir de Allâh(ın bütün emirlerini tutup, fâiz gibi tüm yasaklarından kaçarak O’n)a ve (son peygamber olarak gönderdiği) o Rasûl’e itâat edin, tâ ki siz (Allâh tarafından) rahmet olunasınız.