v02.01.25 Geliştirme Notları
Âl-i İmrân Sûresi
66
Cuz 4
133﴿ Ayrıca siz, Rabbinizden büyük bir mağfiret (kazandıracak İslâm, ihlâs ve tevbey)e, bir de (Müslümanlardan herhangi birine verilecek makāmın) eni (bile), göklerle yer(ler kadar geniş) olan büyük bir cennete (kavuşmak için birbirinizle yarışırcasına) koşuşun ki o (cennet), (haramlardan sakınan) takvâ sâhipleri için hazırlanmıştır.
134﴿ (Cennet) o (takvâ sâhibi) kimseler (için hazırlanmıştır) ki, bollukta da darlıkta da (emrolunan yerlere) infakta bulunurlar, bir de (cezâlandırma gücüne sâhipken, intikam almayıp içlerinde biriken) öfkeyi tutanlar ve insanlardan (kusurlarını) afv edenler (işte sonsuz cennetler ve bitmez tükenmez nîmetler onları beklemektedir). Zâten Allâh güzel davranışta bulunan o kişileri sever.
135﴿ Yine (takvâ sâhipleri) o kimseler(dir) ki; (büyük günah işleyerek) çok çirkin bir iş yaptıkları vakit yâhut (küçük bir günah işleyerek) kendilerine zulmettikleri zaman Allâh(ın tehdit ihtivâ eden hükümlerini ve yüce şânın)ı hatırlarlar da, hemen (pişman olup tevbe ederek) günahları için mağfiret (ve bağışlanma) isterler. –Zâten Allâh’tan başka günahları kim bağışlayabilir?!– Bir de onlar (işledikleri günahın çirkinliğini) bilmekte bulunuyorlarken, yapmış oldukları (kötü) şeyler üzerine ısrarcı olmazlar. (Bilakis tevbe ve istiğfâra sarılarak günahlara ısrarcı olma vasfından kurtulurlar.)
136﴿ (Habîbim!) İşte sana! Onlar (öyle bahtiyâr kimselerdir) ki, kendilerinin mükâfâtı; Rablerinden büyük bir mağfiret (ve bağışlanma) ve içlerinde ebedî kalıcı kimseler oldukları pek değerli cennetlerdir ki (köşkleriyle ağaçlarının) altlarından nehirler akmaktadır. Zâten (bu şekilde güzel) amel eden o kişilerin mükâfâtı ne güzel olmuştur!
137﴿ Gerçekten (Allâh-u Te‘âlâ’nın) sizden önce (geçen inkârcı ümmetler hakkında cezâ olarak uyguladığı) nice kurallar (ve değişmez kānunlar gelip) geçmiştir. Artık siz (kâfir milletlerin helâk kalıntılarına rastlayıp ibret almanız için) yer(yüzün)de gezin de (bir) bakın ki o (peygamberlerini) yalanlayıcı kimselerin (kötü) âkıbeti nice olmuş?!
138﴿ İşte bu(nca önemli konuyu îzâh eden Kur’ân-ı Kerîm), insanlar için tam bir beyân (ve açıklama)dır, (şirkten hakkıyla sakınan) takvâ sâhipleri için de (yol gösteren) yüce bir hidâyettir ve (hem teşvikler hem de tehditlerle dolu) büyük bir öğüttür.
139﴿ (Ey Müslümanlar! Uhud’da karşılaştığınız hezîmetten dolayı cihattan) gevşemeyin ve (kaçırdığınız ganîmetlere de, kaybettiğiniz canlara da) üzülmeyin. Oysa ancak siz en üstün kimselersiniz (ve bundan sonra katılacağınız her muhârebede mutlaka gâlip geleceksiniz). Eğer (gerçekten) mümin kimseler oldu iseniz (Allah yolunda cihattan hiçbir sûrette geri kalmayın. Çünkü gerçek îmân, Allâh’a güvenmeyi ve düşmanlara aldırmamayı îcâb eder). Bu âyet-i kerîmede zikredilen üstünlük, maddî veyâ mânevî olmak üzere iki türlü tefsîr edilmiştir:
a) Bu “Üstünlük”; “Müminlerin hak üzere oluşu, cihatlarının Allâh yolunda olması ve ölülerinin mutlaka cennetlik oluşu” şeklinde tefsîr edilmiştir ki bu durumda “Üstünlük” mânevîdir. Zîrâ müşriklerin bâtıl üzere bulundukları, savaşlarının şeytan uğrunda olduğu ve ölülerinin cehennemi boylayacağı îzâha muhtaç değildir.
b) Kurtubî (Rahimehullâh)tan nakledilen: “Bu âyet-i celîleden sonra sahâbe-i kirâm, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in döneminde hangi muhârebeye çıktılarsa mutlaka zafer elde etmişlerdir. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in vefâtından sonra da, tek bir sahâbînin bile bulunduğu hiçbir ordu yenilmemiştir” şeklindeki beyân ise, zâhirî üstünlük ifâdesidir. (Ebu’l-Leys es-Semerkandî, Bahru’l-ulûm, 1/301; el-Kurtubî, el-Câmi‘u li-ahkâmi’l-Kur’ân, 5/334; el-Âlûsî, 5/9)
140﴿ Eğer size (Uhud’da) bir yara dokunduysa, ona benzer bir yara da (Bedir günü) gerçekten o (kâfir) kavme dokunmuştu. (Böyle olduğu hâlde onların kalpleri zayıflamayıp tekrar Uhud’da size karşı çıkarlarken, şimdi siz Uhud’da aldığınız yaradan dolayı niye gevşiyorsunuz?!) (Habîbim!) İşte sana! Bugünler (öyle günlerdir) ki, Biz onları insanlar arasında sürekli döndürmekteyiz (ve böylece Biz bâzen zaferi Müslümanların lehine, bâzen de aleyhlerine çevirmekteyiz ki Biz bunu İslâm’ın hak olduğunun açıkça meydana çıkmasıyla gayba îmân imtihânının ortadan kalkmaması gibi nice hikmetlere mebnî olarak yapmaktayız)! Bir de Allâh o müminleri (münâfıklardan) ayırt etsin ve sizden şehitler /(kıyâmet günü diğer ümmetlere) şâhit olacak kimseler/ edinsin diye (sizi her zaman gâlip etmemiştir). Zâten Allâh o (şirk koşan) zâlimleri sevmez. (Dolayısıyla bâzen kâfirleri gâlip etse de bu onlar için bir ikram olmayıp, istidraçtan öte geçmez.) İbnü Abbâs ve Muhammed ibnü İshâk (Radıyallâhu Anhüm)-den rivâyet edildiğine göre; bu âyet-i kerîmede geçen “İlim” fiili; “Temyîz (seçme ve ayırma)” mânâsına gelmektedir. (et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân, 7/243; İbnü Ebî Hâtim, et-Tefsîr, 3/773; el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 1/515) Dolayısıyla bu gibi âyetlere yanlış mânâ vererek “Allâh-u Te‘âlâ -hâşâ- ezelde her şeyi bilmediğinden bâzı şeyleri öğrenmek için kullarını imtihan eder” diyenler Allâh-u Te‘âlâ’nın ilim sıfatını inkâr ettikleri için ulemânın icmâ‘ı ile kâfir sayılmışlardır. (İbnü Hacer el-Heytemî, el-Fethu’l-mübîn, sh:163)
سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ
الجزء ٤
٦٦
وَسَارِعُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُۙ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّق۪ينَۙ ﴿١٣٣
اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ ﴿١٣٤
وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿١٣٥
اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ ﴿١٣٦
قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ سُنَنٌۙ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ ﴿١٣٧
هٰذَا بَيَانٌ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِلْمُتَّق۪ينَ ﴿١٣٨
وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿١٣٩
اِنْ يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِثْلُهُۜ وَتِلْكَ الْاَيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِۚ وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَٓاءَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَۙ ﴿١٤٠
Âl-i İmrân Sûresi
66
Cuz 4
وَسَارِعُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُۙ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّق۪ينَۙ ﴿١٣٣
133﴿ Ayrıca siz, Rabbinizden büyük bir mağfiret (kazandıracak İslâm, ihlâs ve tevbey)e, bir de (Müslümanlardan herhangi birine verilecek makāmın) eni (bile), göklerle yer(ler kadar geniş) olan büyük bir cennete (kavuşmak için birbirinizle yarışırcasına) koşuşun ki o (cennet), (haramlardan sakınan) takvâ sâhipleri için hazırlanmıştır.
اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَۚ ﴿١٣٤
134﴿ (Cennet) o (takvâ sâhibi) kimseler (için hazırlanmıştır) ki, bollukta da darlıkta da (emrolunan yerlere) infakta bulunurlar, bir de (cezâlandırma gücüne sâhipken, intikam almayıp içlerinde biriken) öfkeyi tutanlar ve insanlardan (kusurlarını) afv edenler (işte sonsuz cennetler ve bitmez tükenmez nîmetler onları beklemektedir). Zâten Allâh güzel davranışta bulunan o kişileri sever.
وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْۖ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُۖ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿١٣٥
135﴿ Yine (takvâ sâhipleri) o kimseler(dir) ki; (büyük günah işleyerek) çok çirkin bir iş yaptıkları vakit yâhut (küçük bir günah işleyerek) kendilerine zulmettikleri zaman Allâh(ın tehdit ihtivâ eden hükümlerini ve yüce şânın)ı hatırlarlar da, hemen (pişman olup tevbe ederek) günahları için mağfiret (ve bağışlanma) isterler. –Zâten Allâh’tan başka günahları kim bağışlayabilir?!– Bir de onlar (işledikleri günahın çirkinliğini) bilmekte bulunuyorlarken, yapmış oldukları (kötü) şeyler üzerine ısrarcı olmazlar. (Bilakis tevbe ve istiğfâra sarılarak günahlara ısrarcı olma vasfından kurtulurlar.)
اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۜ ﴿١٣٦
136﴿ (Habîbim!) İşte sana! Onlar (öyle bahtiyâr kimselerdir) ki, kendilerinin mükâfâtı; Rablerinden büyük bir mağfiret (ve bağışlanma) ve içlerinde ebedî kalıcı kimseler oldukları pek değerli cennetlerdir ki (köşkleriyle ağaçlarının) altlarından nehirler akmaktadır. Zâten (bu şekilde güzel) amel eden o kişilerin mükâfâtı ne güzel olmuştur!
قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ سُنَنٌۙ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ ﴿١٣٧
137﴿ Gerçekten (Allâh-u Te‘âlâ’nın) sizden önce (geçen inkârcı ümmetler hakkında cezâ olarak uyguladığı) nice kurallar (ve değişmez kānunlar gelip) geçmiştir. Artık siz (kâfir milletlerin helâk kalıntılarına rastlayıp ibret almanız için) yer(yüzün)de gezin de (bir) bakın ki o (peygamberlerini) yalanlayıcı kimselerin (kötü) âkıbeti nice olmuş?!
هٰذَا بَيَانٌ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِلْمُتَّق۪ينَ ﴿١٣٨
138﴿ İşte bu(nca önemli konuyu îzâh eden Kur’ân-ı Kerîm), insanlar için tam bir beyân (ve açıklama)dır, (şirkten hakkıyla sakınan) takvâ sâhipleri için de (yol gösteren) yüce bir hidâyettir ve (hem teşvikler hem de tehditlerle dolu) büyük bir öğüttür.
وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿١٣٩
139﴿ (Ey Müslümanlar! Uhud’da karşılaştığınız hezîmetten dolayı cihattan) gevşemeyin ve (kaçırdığınız ganîmetlere de, kaybettiğiniz canlara da) üzülmeyin. Oysa ancak siz en üstün kimselersiniz (ve bundan sonra katılacağınız her muhârebede mutlaka gâlip geleceksiniz). Eğer (gerçekten) mümin kimseler oldu iseniz (Allah yolunda cihattan hiçbir sûrette geri kalmayın. Çünkü gerçek îmân, Allâh’a güvenmeyi ve düşmanlara aldırmamayı îcâb eder). Bu âyet-i kerîmede zikredilen üstünlük, maddî veyâ mânevî olmak üzere iki türlü tefsîr edilmiştir:
a) Bu “Üstünlük”; “Müminlerin hak üzere oluşu, cihatlarının Allâh yolunda olması ve ölülerinin mutlaka cennetlik oluşu” şeklinde tefsîr edilmiştir ki bu durumda “Üstünlük” mânevîdir. Zîrâ müşriklerin bâtıl üzere bulundukları, savaşlarının şeytan uğrunda olduğu ve ölülerinin cehennemi boylayacağı îzâha muhtaç değildir.
b) Kurtubî (Rahimehullâh)tan nakledilen: “Bu âyet-i celîleden sonra sahâbe-i kirâm, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in döneminde hangi muhârebeye çıktılarsa mutlaka zafer elde etmişlerdir. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in vefâtından sonra da, tek bir sahâbînin bile bulunduğu hiçbir ordu yenilmemiştir” şeklindeki beyân ise, zâhirî üstünlük ifâdesidir. (Ebu’l-Leys es-Semerkandî, Bahru’l-ulûm, 1/301; el-Kurtubî, el-Câmi‘u li-ahkâmi’l-Kur’ân, 5/334; el-Âlûsî, 5/9)

اِنْ يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِثْلُهُۜ وَتِلْكَ الْاَيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِۚ وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَٓاءَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَۙ ﴿١٤٠
140﴿ Eğer size (Uhud’da) bir yara dokunduysa, ona benzer bir yara da (Bedir günü) gerçekten o (kâfir) kavme dokunmuştu. (Böyle olduğu hâlde onların kalpleri zayıflamayıp tekrar Uhud’da size karşı çıkarlarken, şimdi siz Uhud’da aldığınız yaradan dolayı niye gevşiyorsunuz?!) (Habîbim!) İşte sana! Bugünler (öyle günlerdir) ki, Biz onları insanlar arasında sürekli döndürmekteyiz (ve böylece Biz bâzen zaferi Müslümanların lehine, bâzen de aleyhlerine çevirmekteyiz ki Biz bunu İslâm’ın hak olduğunun açıkça meydana çıkmasıyla gayba îmân imtihânının ortadan kalkmaması gibi nice hikmetlere mebnî olarak yapmaktayız)! Bir de Allâh o müminleri (münâfıklardan) ayırt etsin ve sizden şehitler /(kıyâmet günü diğer ümmetlere) şâhit olacak kimseler/ edinsin diye (sizi her zaman gâlip etmemiştir). Zâten Allâh o (şirk koşan) zâlimleri sevmez. (Dolayısıyla bâzen kâfirleri gâlip etse de bu onlar için bir ikram olmayıp, istidraçtan öte geçmez.) İbnü Abbâs ve Muhammed ibnü İshâk (Radıyallâhu Anhüm)-den rivâyet edildiğine göre; bu âyet-i kerîmede geçen “İlim” fiili; “Temyîz (seçme ve ayırma)” mânâsına gelmektedir. (et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân, 7/243; İbnü Ebî Hâtim, et-Tefsîr, 3/773; el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 1/515) Dolayısıyla bu gibi âyetlere yanlış mânâ vererek “Allâh-u Te‘âlâ -hâşâ- ezelde her şeyi bilmediğinden bâzı şeyleri öğrenmek için kullarını imtihan eder” diyenler Allâh-u Te‘âlâ’nın ilim sıfatını inkâr ettikleri için ulemânın icmâ‘ı ile kâfir sayılmışlardır. (İbnü Hacer el-Heytemî, el-Fethu’l-mübîn, sh:163)