v02.01.25 Geliştirme Notları
Âl-i İmrân Sûresi
67
Cuz 4
141﴿ Yine böylece Allâh îmân etmiş olan o kimseleri (mağlup etmesi netîcesinde çekecekleri üzüntüyle günahlarından) tamâmen arındırsın, o kâfirleri (yenik duruma düşürmesi hâlinde) ise (onları) azar azar helâk etsin diye (bu zafer günlerini insanlar arasında döndürmektedir).
142﴿ Yoksa siz (imtihana tâbi tutulmadan) cennete girebileceğinizi mi sandınız; oysa henüz Allâh içinizden cihâd etmiş olanları (er meydanından kaçanlardan) ayırt etmemiş, sabredenleri de (îtirâz edenlerden) ayırt etmemiştir?! Mevlâ Te‘âlâ bu âyet-i celîlesiyle: “Siz Allâh yolunda öldürülen, mallarını ve canlarını seve seve fedâ eden, aldıkları birçok yara ve darbelerin acısına katlanan ve düşmanlarının eziyetlerine karşı sabreden kimselerin yolunu izlemedikçe cennete gireceğinizi mi zannettiniz?!” buyurmuş ve böylece Uhud günü hezîmete uğrayıp kaçanlara sitemde bulunmuştur. İbnü Abbâs ve Muhammed ibnü İshâk (Radıyallâhu Anhüm)-den rivâyet edildiğine göre; bu âyet-i kerîmede geçen “İlim” fiili; “Temyîz (seçme ve ayırma)” mânâsına gelmektedir. (et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân, 7/243; İbnü Ebî Hâtim, et-Tefsîr, 3/773; el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 1/515) Dolayısıyla bu gibi âyetlere yanlış mânâ vererek “Allâh-u Te‘âlâ -hâşâ- ezelde her şeyi bilmediğinden bâzı şeyleri öğrenmek için kullarını imtihan eder” diyenler Allâh-u Te‘âlâ’nın ilim sıfatını inkâr ettikleri için ulemânın icmâı ile kâfir sayılmışlardır. (el-Heytemî, el-Fethu’l-mübîn, sh:163)
143﴿ Andolsun ki; gerçekten siz (Bedir’de kaçırdığınız şehitlik mertebesine ulaşmak için Uhud günü muhârebeye çıkıp şehit olarak) ölmeyi, daha on(un zorluğun)a kavuşmanızdan önce kesinlikle arzulamıştınız. Şimdi ise hakîkaten onu(n zorluğunu ve ölümün bütün sebeplerini) gördünüz ve hâlbuki siz (gözünüzün önünde kardeşlerinizin şehit edildiğine) bakmaktasınız. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Bedir’e ansızın çıktığı için, orada harp olacağını zannetmediklerinden o muhârebede bulunma şerefini kaçırdıktan sonra Bedir ashâbı hakkındaki fazîletleri duyduklarında çok pişmanlık yaşayan kimseler, kâfir ordularının Medîne üzerine geldiği haberini alınca, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, Medîne’de kalıp müdâfaa yapma teklifine rağmen Uhud’a çıkarak şehit olmayı istemiştiler. Fakat okçuların Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in emrine uymayıp mevzilerini terk etmeleri nedeniyle yaşanan bozgun üzerine ekseriyet sebât gösteremedi. Ancak Enes ibnü Nadr (Radıyallâhu Anh) gibi: “Ey Allâh! Bunların yaptıklarından sana sığınıyorum” diyerek harbe girişen ve cennetin kokusunu hissettiğini söyleyerek şehit oluncaya kadar çarpışan sâdık kimseler de vardı. İşte bu âyet-i celîle evvelce harbi arzulayarak ölümü temennî ettikleri hâlde, onun sebeplerini açıkça gördüklerinde kaçmaya yeltenen kimselere bir sitem mâhiyetinde nâzil olmuştur.
144﴿ (Peygamberimin ölüm haberini almanız savaştan kaçmanızı meşrûlaştırmaz. Çünkü) Muhammed de ancak bir Rasûl’dür ki; gerçekten kendisinden önce birçok rasüller (gelip) geçmiş (ve bunca peygamber vefât etmiş)tir. Şimdi o ölecek yâhut öldürülecek olursa, ökçeleriniz üzerinde (gerisin geri dinden) dönecek misiniz?! Her kim (irtidât edip) iki ökçesi üzerinde (eski kâfirliğine) dönecek olursa, o kişi (ziyan ve noksanlıktan) hiçbir şeyle Allâh’a aslâ zarar veremez. Zâten pek yakında Allâh (geri kaçmayıp sebât ederek İslâm nîmetine) şükreden o kimseleri mükâfatlandıracaktır.
145﴿ Hiçbir nefis için (kendi isteğiyle) ölmesi (söz konusu) olamaz, ancak (belli bir zamâna) tecil edilmiş bir yazıyla (kaydedilmiş olan eceli gelince herkes) Allâh’ın izniyle (ve ölümü yaratmasıyla ölebilir)! Her kim de (ganîmet derdine düşerek) dünyâ karşılığını isterse, ona ondan (bir şey) veririz. Ama her kim (âhirette derece isteyerek Allâh’ın dâvâsını yüceltmeyi ve) âhiret sevâbını arzularsa, ona da ondan (hak ettiği kadar) veririz. Zâten Biz (bu niyetleri taşıyarak) şükreden o kimseleri çok yakında mükâfatlandıracağız.
146﴿ Berâberinde (Allâh-u Te‘âlâ’ya bağlı) birçok Rabbânî (âlim ve velî) kimsenin savaşmış olduğu nice peygamber de (vardı) ki, onlar (peygamberleri şehit edildiğinde ve yenilgiye uğradıklarında) Allâh’ın yolunda kendilerine isâbet etmiş olan şeyden dolayı gevşememiştiler, (peygamberlerinin ardından cihatta) zaaf göstermemiştiler ve (düşmanlarına) boyun eğmemiştiler. Allâh ise (kâfirlerle cihatta) sabreden o kimseleri sever (ve onları yardımına mazhar kılar).
147﴿ (Başlarına gelen bu musîbetlere karşı) onların sözü ise: “Ey Rabbimiz! Bizim için günahlarımızı ve (kulluk) işimizdeki isrâfımızı (ve haddi aşmamızı) bağışla, (er meydanında) ayaklarımızı iyice sâbit kıl ve o kâfirler toplumuna karşı bize yardım et” demelerinden başka bir şey olmamıştı. (Böylece onlar suçsuz olmalarına rağmen nefislerini kırmak için kendilerine günah ve hatâ isnâdında bulunmuşlardı.)
148﴿ Bunun üzerine Allâh onlara hem (yardım, zafer ve ganîmet gibi) dünyânın mükâfâtını, hem de âhiretin sevâbının güzelliğini (Kendi rızâsını, mağfiret ve cennetini) vermişti. Zâten Allâh güzel amel işleyen bu kişileri sever (ve kendilerini mükâfatlandırır).
سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ
الجزء ٤
٦٧
وَلِيُمَحِّصَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَمْحَقَ الْكَافِر۪ينَ ﴿١٤١
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِر۪ينَ ﴿١٤٢
وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُۖ فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟ ﴿١٤٣
وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ اَفَا۬ئِنْ مَاتَ اَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْۜ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلٰى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّٰهَ شَيْـًٔاۜ وَسَيَجْزِي اللّٰهُ الشَّاكِر۪ينَ ﴿١٤٤
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ كِتَابًا مُؤَجَّلًاۜ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَاۚ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ ﴿١٤٥
وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِيٍّ قَاتَلَۙ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَث۪يرٌۚ فَمَا وَهَنُوا لِمَٓا اَصَابَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ ﴿١٤٦
وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا ف۪ٓي اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ ﴿١٤٧
فَاٰتٰيهُمُ اللّٰهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الْاٰخِرَةِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟ ﴿١٤٨
Âl-i İmrân Sûresi
67
Cuz 4
وَلِيُمَحِّصَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَيَمْحَقَ الْكَافِر۪ينَ ﴿١٤١
141﴿ Yine böylece Allâh îmân etmiş olan o kimseleri (mağlup etmesi netîcesinde çekecekleri üzüntüyle günahlarından) tamâmen arındırsın, o kâfirleri (yenik duruma düşürmesi hâlinde) ise (onları) azar azar helâk etsin diye (bu zafer günlerini insanlar arasında döndürmektedir).
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِر۪ينَ ﴿١٤٢
142﴿ Yoksa siz (imtihana tâbi tutulmadan) cennete girebileceğinizi mi sandınız; oysa henüz Allâh içinizden cihâd etmiş olanları (er meydanından kaçanlardan) ayırt etmemiş, sabredenleri de (îtirâz edenlerden) ayırt etmemiştir?! Mevlâ Te‘âlâ bu âyet-i celîlesiyle: “Siz Allâh yolunda öldürülen, mallarını ve canlarını seve seve fedâ eden, aldıkları birçok yara ve darbelerin acısına katlanan ve düşmanlarının eziyetlerine karşı sabreden kimselerin yolunu izlemedikçe cennete gireceğinizi mi zannettiniz?!” buyurmuş ve böylece Uhud günü hezîmete uğrayıp kaçanlara sitemde bulunmuştur. İbnü Abbâs ve Muhammed ibnü İshâk (Radıyallâhu Anhüm)-den rivâyet edildiğine göre; bu âyet-i kerîmede geçen “İlim” fiili; “Temyîz (seçme ve ayırma)” mânâsına gelmektedir. (et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân, 7/243; İbnü Ebî Hâtim, et-Tefsîr, 3/773; el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 1/515) Dolayısıyla bu gibi âyetlere yanlış mânâ vererek “Allâh-u Te‘âlâ -hâşâ- ezelde her şeyi bilmediğinden bâzı şeyleri öğrenmek için kullarını imtihan eder” diyenler Allâh-u Te‘âlâ’nın ilim sıfatını inkâr ettikleri için ulemânın icmâı ile kâfir sayılmışlardır. (el-Heytemî, el-Fethu’l-mübîn, sh:163)
وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُۖ فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟ ﴿١٤٣
143﴿ Andolsun ki; gerçekten siz (Bedir’de kaçırdığınız şehitlik mertebesine ulaşmak için Uhud günü muhârebeye çıkıp şehit olarak) ölmeyi, daha on(un zorluğun)a kavuşmanızdan önce kesinlikle arzulamıştınız. Şimdi ise hakîkaten onu(n zorluğunu ve ölümün bütün sebeplerini) gördünüz ve hâlbuki siz (gözünüzün önünde kardeşlerinizin şehit edildiğine) bakmaktasınız. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Bedir’e ansızın çıktığı için, orada harp olacağını zannetmediklerinden o muhârebede bulunma şerefini kaçırdıktan sonra Bedir ashâbı hakkındaki fazîletleri duyduklarında çok pişmanlık yaşayan kimseler, kâfir ordularının Medîne üzerine geldiği haberini alınca, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, Medîne’de kalıp müdâfaa yapma teklifine rağmen Uhud’a çıkarak şehit olmayı istemiştiler. Fakat okçuların Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in emrine uymayıp mevzilerini terk etmeleri nedeniyle yaşanan bozgun üzerine ekseriyet sebât gösteremedi. Ancak Enes ibnü Nadr (Radıyallâhu Anh) gibi: “Ey Allâh! Bunların yaptıklarından sana sığınıyorum” diyerek harbe girişen ve cennetin kokusunu hissettiğini söyleyerek şehit oluncaya kadar çarpışan sâdık kimseler de vardı. İşte bu âyet-i celîle evvelce harbi arzulayarak ölümü temennî ettikleri hâlde, onun sebeplerini açıkça gördüklerinde kaçmaya yeltenen kimselere bir sitem mâhiyetinde nâzil olmuştur.
وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ اَفَا۬ئِنْ مَاتَ اَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْۜ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلٰى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّٰهَ شَيْـًٔاۜ وَسَيَجْزِي اللّٰهُ الشَّاكِر۪ينَ ﴿١٤٤
144﴿ (Peygamberimin ölüm haberini almanız savaştan kaçmanızı meşrûlaştırmaz. Çünkü) Muhammed de ancak bir Rasûl’dür ki; gerçekten kendisinden önce birçok rasüller (gelip) geçmiş (ve bunca peygamber vefât etmiş)tir. Şimdi o ölecek yâhut öldürülecek olursa, ökçeleriniz üzerinde (gerisin geri dinden) dönecek misiniz?! Her kim (irtidât edip) iki ökçesi üzerinde (eski kâfirliğine) dönecek olursa, o kişi (ziyan ve noksanlıktan) hiçbir şeyle Allâh’a aslâ zarar veremez. Zâten pek yakında Allâh (geri kaçmayıp sebât ederek İslâm nîmetine) şükreden o kimseleri mükâfatlandıracaktır.
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ كِتَابًا مُؤَجَّلًاۜ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَاۚ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِه۪ مِنْهَاۜ وَسَنَجْزِي الشَّاكِر۪ينَ ﴿١٤٥
145﴿ Hiçbir nefis için (kendi isteğiyle) ölmesi (söz konusu) olamaz, ancak (belli bir zamâna) tecil edilmiş bir yazıyla (kaydedilmiş olan eceli gelince herkes) Allâh’ın izniyle (ve ölümü yaratmasıyla ölebilir)! Her kim de (ganîmet derdine düşerek) dünyâ karşılığını isterse, ona ondan (bir şey) veririz. Ama her kim (âhirette derece isteyerek Allâh’ın dâvâsını yüceltmeyi ve) âhiret sevâbını arzularsa, ona da ondan (hak ettiği kadar) veririz. Zâten Biz (bu niyetleri taşıyarak) şükreden o kimseleri çok yakında mükâfatlandıracağız.
وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِيٍّ قَاتَلَۙ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَث۪يرٌۚ فَمَا وَهَنُوا لِمَٓا اَصَابَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الصَّابِر۪ينَ ﴿١٤٦
146﴿ Berâberinde (Allâh-u Te‘âlâ’ya bağlı) birçok Rabbânî (âlim ve velî) kimsenin savaşmış olduğu nice peygamber de (vardı) ki, onlar (peygamberleri şehit edildiğinde ve yenilgiye uğradıklarında) Allâh’ın yolunda kendilerine isâbet etmiş olan şeyden dolayı gevşememiştiler, (peygamberlerinin ardından cihatta) zaaf göstermemiştiler ve (düşmanlarına) boyun eğmemiştiler. Allâh ise (kâfirlerle cihatta) sabreden o kimseleri sever (ve onları yardımına mazhar kılar).
وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا ف۪ٓي اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ ﴿١٤٧
147﴿ (Başlarına gelen bu musîbetlere karşı) onların sözü ise: “Ey Rabbimiz! Bizim için günahlarımızı ve (kulluk) işimizdeki isrâfımızı (ve haddi aşmamızı) bağışla, (er meydanında) ayaklarımızı iyice sâbit kıl ve o kâfirler toplumuna karşı bize yardım et” demelerinden başka bir şey olmamıştı. (Böylece onlar suçsuz olmalarına rağmen nefislerini kırmak için kendilerine günah ve hatâ isnâdında bulunmuşlardı.)
فَاٰتٰيهُمُ اللّٰهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الْاٰخِرَةِۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟ ﴿١٤٨
148﴿ Bunun üzerine Allâh onlara hem (yardım, zafer ve ganîmet gibi) dünyânın mükâfâtını, hem de âhiretin sevâbının güzelliğini (Kendi rızâsını, mağfiret ve cennetini) vermişti. Zâten Allâh güzel amel işleyen bu kişileri sever (ve kendilerini mükâfatlandırır).