v02.01.25 Geliştirme Notları
Âl-i İmrân Sûresi
69
Cuz 4
154﴿ Sonra O (Allâh-u Te‘âlâ), o kederin ardından üzerinize öyle bir güven, (onun netîcesi olarak da) öyle hafif bir uyku indirmişti ki o (uyku) sizden bir tâifeyi kaplıyordu (ve böylece onlar harp safındayken kılıçlarını tekrar tekrar ellerinden düşürüp alıyorlardı). Nefisleri kendilerini gerçekten derde düşürmüş olan bir zümre ise câhiliyet (ehlinin düşünce ve) zannı olan gerçek dışı bir şey ile Allâh hakkında zanda bulunarak: “(Allâh’ın vaad ettiği yardım ve zaferle ilgili) bu işten bizim için herhangi bir şey (az da olsa bir nasip ve hisse) var mı (acabâ)?” diyorlardı. –(Habîbim!) De ki: “Muhakkak o (yardım ve gâlibiyet)(i) tamâmıyla Allâh’a âittir. (Dolayısıyla Allâh-u Te‘âlâ, Habîbine ve ashâbına yardım ederek düşmanlarını kahredecektir. Bu hususta şüphelenmek müminlerin şânından olamaz. Bu ancak Allâh’ın gücünü bilmeyen şirk ehline yakışır.)”– Onlar(ın içerisindeki münâfıklar senin bu sözünü duydukları zaman gizlice kendi aralarında): “(Muhammed’in iddiâ ettiği gibi bütün işler Allâh’ın ve dostlarının elinde bulunsaydı ve yardımla alâkalı) o işten bizim için herhangi bir şey olsaydı, işte burada öldürülmezdik” diyorlardı da, böylece sana açıklayamadıkları şeyleri kendi nefislerinde (ve içlerinde) gizliyorlardı. (Rasûlüm!) De ki: “Siz (Allâh’ın bu savaşta öleceğini bildiği kişilerle birlikte harp meydanına çıkmayıp da) evlerinizde de bulunsaydınız, (Allâh-u Te‘âlâ’nın ezelî ilminde takdir edilerek Levh-i Mahfûz’da) üzerlerine öldürülme (hükmü) yazılmış olanlar, (ölüp) yatacakları yerlere (başka bir nedenle de olsa) elbette (yine) çıkacaktı (ve aynı saatte orada ölüp kalacaktı. Çünkü Allâh-u Te‘âlâ’nın kazâsı ve hükmü reddedilemez).” (Evet, Allâh-u Te‘âlâ önce cihâdı size farz kılıp sonra Uhud’da sizi yardımsız bırakmıştır ama bunu peygamberine ve dostlarına vermiş olduğu yardım sözünü bozmuş olduğu için ya da onlara karşı özel ilgisini kesmiş olduğu için değil, aksine birçok hikmetler açığa çıksın diye) bir de Allâh göğüslerinizde (ve kalplerinizde saklı) bulunan (niyet ve kasıtları, ihlâs ve nifâk gibi) şeyleri (ezelde gaybî olarak bilmişken ayrıca) imtihan (netîcesinde ortaya çıkarıp herkese belli) etsin için ve kalplerinizde olan (şeytânî vesvese ve kuruntulardan ibâret) şeyleri(n içinizde bıraktığı kötü izleri) tamâmen arındırsın diye (yapmıştır). Zâten Allâh göğüslerin sâhip olduğu şeyi (ve kalplerin barındırdığı tüm sırları, niyet ve inançları hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.
155﴿ (Ey Müslümanlar!) Muhakkak içinizden o kimseler ki, (kâfir ve mümin olan) o iki topluluk (Uhud’da) karşılaştığı gün geri dönmüştürler; şeytan onları ancak (evvelce) kazanmış oldukları bâzı (kötü) şeyler sebebiyle kaydırmak istemiştir. Andolsun ki; yine de şüphesiz Allâh (özür dileyip tevbe ettikleri için) onlardan (kusurlarını) gerçekten afv etmiştir. Muhakkak ki Allâh (günahları çokça bağışlayan) bir Ğafûr’dur, (tevbe fırsatı vermek için peşînen azap etmeyen) bir Halîm’dir. Bu âyet-i kerîmeden anlaşıldığı üzere; Uhud’da Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in merkezi terk etmeme husûsundaki emrine karşı gelip ganîmet peşine düşenlerin bu hatâya düşmeleri, evvelce de bâzı konularda şeytana itâat etmelerinden kaynaklanmıştır ki böylece şeytan, burada da onlara söz geçirebileceği ümîdine kapılmış ve nihâyet düşündüğünü gerçekleştirmiştir. Nitekim bir ibâdet başka bir ibâdete sevk ettiği gibi, bir günah da başka bir günaha sebebiyet verir. Ayrıca şeytan onlardan bâzısına, evvelce işlemiş oldukları birtakım günahları hatırlatmış, bu yüzden onlar günahkâr vaziyette Allâh-u Te‘âlâ’ya kavuşmak istememiş, cihâdı tehir edip hâllerini düzeltecek kadar geri kalmayı, daha sonra makbul bir hâl üzere tekrar cihâd ederek şehit olmayı düşünmüşlerdir. (el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 5/78)
156﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! O kişiler gibi olmayın ki; kendileri kâfir olmuşlardır ve (kötü yoldaki) kardeşleri hakkında, onlar yer(yüzün)de (ticâret gibi bir nedenle) dolaştıkları (ve kendiliklerinden öldükleri) vakit veyâ savaşa giden kimseler oldukları (bir anda, düşmanlarınca öldürüldükleri) zaman: “Onlar bizim yanımızda bulunsalardı, ne ölürler, ne de öldürülürlerdi” demişlerdir. (Habîbim!) İşte sana! Netîcede Allâh bunu onların kalplerinde büyük bir hasret (ve bir pişmanlık vesîlesi) yapacak (ama sizi bu gibi inançlardan ve sözlerden koruyacak)tır. Hâlbuki Allâh (istediğini) yaşatır ve (dilediğini) öldürür. (Yoksa ne evde kalmak insanı yaşatır, ne de sefere çıkmak adamı öldürür. Nitekim bâzen Allâh-u Te‘âlâ sefere ve cihâda çıkanı yaşatır da, harbe gitmeyip evinde ikāmet edeni öldürür.) Allâh ise yapmakta olduğunuz şeyleri (hakkıyla görüp karşılığını verecek olan bir) Basîr’dir.
157﴿ Yemîn olsun ki; (düşmanlarınız tarafından) Allâh yolunda öldürülürseniz de yâhut (kendiliğinizden) ölürseniz de, elbette (günahlarınız için) Allâh’tan (gelecek) en ufak bir mağfiret (ve bağışlama) ve (hakkınızdaki) çok az bir rahmet (ve acıma bile), o (kâfir ola)nların (hayatları boyunca) sürekli toplamakta oldukları (o alçak dünyâ malllarıyla alâkalı) şeylerden çok hayırlıdır.
سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ
الجزء ٤
٦٩
ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاسًا يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿١٥٤
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۙ اِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُواۚ وَلَقَدْ عَفَا اللّٰهُ عَنْهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ حَل۪يمٌ۟ ﴿١٥٥
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَقَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ اَوْ كَانُوا غُزًّى لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُواۚ لِيَجْعَلَ اللّٰهُ ذٰلِكَ حَسْرَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ يُحْي۪ وَيُم۪يتُۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿١٥٦
وَلَئِنْ قُتِلْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ ﴿١٥٧
Âl-i İmrân Sûresi
69
Cuz 4
ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاسًا يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِۜ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِۜ يُخْفُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَۜ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاۜ قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿١٥٤
154﴿ Sonra O (Allâh-u Te‘âlâ), o kederin ardından üzerinize öyle bir güven, (onun netîcesi olarak da) öyle hafif bir uyku indirmişti ki o (uyku) sizden bir tâifeyi kaplıyordu (ve böylece onlar harp safındayken kılıçlarını tekrar tekrar ellerinden düşürüp alıyorlardı). Nefisleri kendilerini gerçekten derde düşürmüş olan bir zümre ise câhiliyet (ehlinin düşünce ve) zannı olan gerçek dışı bir şey ile Allâh hakkında zanda bulunarak: “(Allâh’ın vaad ettiği yardım ve zaferle ilgili) bu işten bizim için herhangi bir şey (az da olsa bir nasip ve hisse) var mı (acabâ)?” diyorlardı. –(Habîbim!) De ki: “Muhakkak o (yardım ve gâlibiyet)(i) tamâmıyla Allâh’a âittir. (Dolayısıyla Allâh-u Te‘âlâ, Habîbine ve ashâbına yardım ederek düşmanlarını kahredecektir. Bu hususta şüphelenmek müminlerin şânından olamaz. Bu ancak Allâh’ın gücünü bilmeyen şirk ehline yakışır.)”– Onlar(ın içerisindeki münâfıklar senin bu sözünü duydukları zaman gizlice kendi aralarında): “(Muhammed’in iddiâ ettiği gibi bütün işler Allâh’ın ve dostlarının elinde bulunsaydı ve yardımla alâkalı) o işten bizim için herhangi bir şey olsaydı, işte burada öldürülmezdik” diyorlardı da, böylece sana açıklayamadıkları şeyleri kendi nefislerinde (ve içlerinde) gizliyorlardı. (Rasûlüm!) De ki: “Siz (Allâh’ın bu savaşta öleceğini bildiği kişilerle birlikte harp meydanına çıkmayıp da) evlerinizde de bulunsaydınız, (Allâh-u Te‘âlâ’nın ezelî ilminde takdir edilerek Levh-i Mahfûz’da) üzerlerine öldürülme (hükmü) yazılmış olanlar, (ölüp) yatacakları yerlere (başka bir nedenle de olsa) elbette (yine) çıkacaktı (ve aynı saatte orada ölüp kalacaktı. Çünkü Allâh-u Te‘âlâ’nın kazâsı ve hükmü reddedilemez).” (Evet, Allâh-u Te‘âlâ önce cihâdı size farz kılıp sonra Uhud’da sizi yardımsız bırakmıştır ama bunu peygamberine ve dostlarına vermiş olduğu yardım sözünü bozmuş olduğu için ya da onlara karşı özel ilgisini kesmiş olduğu için değil, aksine birçok hikmetler açığa çıksın diye) bir de Allâh göğüslerinizde (ve kalplerinizde saklı) bulunan (niyet ve kasıtları, ihlâs ve nifâk gibi) şeyleri (ezelde gaybî olarak bilmişken ayrıca) imtihan (netîcesinde ortaya çıkarıp herkese belli) etsin için ve kalplerinizde olan (şeytânî vesvese ve kuruntulardan ibâret) şeyleri(n içinizde bıraktığı kötü izleri) tamâmen arındırsın diye (yapmıştır). Zâten Allâh göğüslerin sâhip olduğu şeyi (ve kalplerin barındırdığı tüm sırları, niyet ve inançları hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۙ اِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُواۚ وَلَقَدْ عَفَا اللّٰهُ عَنْهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ حَل۪يمٌ۟ ﴿١٥٥
155﴿ (Ey Müslümanlar!) Muhakkak içinizden o kimseler ki, (kâfir ve mümin olan) o iki topluluk (Uhud’da) karşılaştığı gün geri dönmüştürler; şeytan onları ancak (evvelce) kazanmış oldukları bâzı (kötü) şeyler sebebiyle kaydırmak istemiştir. Andolsun ki; yine de şüphesiz Allâh (özür dileyip tevbe ettikleri için) onlardan (kusurlarını) gerçekten afv etmiştir. Muhakkak ki Allâh (günahları çokça bağışlayan) bir Ğafûr’dur, (tevbe fırsatı vermek için peşînen azap etmeyen) bir Halîm’dir. Bu âyet-i kerîmeden anlaşıldığı üzere; Uhud’da Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in merkezi terk etmeme husûsundaki emrine karşı gelip ganîmet peşine düşenlerin bu hatâya düşmeleri, evvelce de bâzı konularda şeytana itâat etmelerinden kaynaklanmıştır ki böylece şeytan, burada da onlara söz geçirebileceği ümîdine kapılmış ve nihâyet düşündüğünü gerçekleştirmiştir. Nitekim bir ibâdet başka bir ibâdete sevk ettiği gibi, bir günah da başka bir günaha sebebiyet verir. Ayrıca şeytan onlardan bâzısına, evvelce işlemiş oldukları birtakım günahları hatırlatmış, bu yüzden onlar günahkâr vaziyette Allâh-u Te‘âlâ’ya kavuşmak istememiş, cihâdı tehir edip hâllerini düzeltecek kadar geri kalmayı, daha sonra makbul bir hâl üzere tekrar cihâd ederek şehit olmayı düşünmüşlerdir. (el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 5/78)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَقَالُوا لِاِخْوَانِهِمْ اِذَا ضَرَبُوا فِي الْاَرْضِ اَوْ كَانُوا غُزًّى لَوْ كَانُوا عِنْدَنَا مَا مَاتُوا وَمَا قُتِلُواۚ لِيَجْعَلَ اللّٰهُ ذٰلِكَ حَسْرَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ يُحْي۪ وَيُم۪يتُۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿١٥٦
156﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! O kişiler gibi olmayın ki; kendileri kâfir olmuşlardır ve (kötü yoldaki) kardeşleri hakkında, onlar yer(yüzün)de (ticâret gibi bir nedenle) dolaştıkları (ve kendiliklerinden öldükleri) vakit veyâ savaşa giden kimseler oldukları (bir anda, düşmanlarınca öldürüldükleri) zaman: “Onlar bizim yanımızda bulunsalardı, ne ölürler, ne de öldürülürlerdi” demişlerdir. (Habîbim!) İşte sana! Netîcede Allâh bunu onların kalplerinde büyük bir hasret (ve bir pişmanlık vesîlesi) yapacak (ama sizi bu gibi inançlardan ve sözlerden koruyacak)tır. Hâlbuki Allâh (istediğini) yaşatır ve (dilediğini) öldürür. (Yoksa ne evde kalmak insanı yaşatır, ne de sefere çıkmak adamı öldürür. Nitekim bâzen Allâh-u Te‘âlâ sefere ve cihâda çıkanı yaşatır da, harbe gitmeyip evinde ikāmet edeni öldürür.) Allâh ise yapmakta olduğunuz şeyleri (hakkıyla görüp karşılığını verecek olan bir) Basîr’dir.
وَلَئِنْ قُتِلْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوْ مُتُّمْ لَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَحْمَةٌ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ ﴿١٥٧
157﴿ Yemîn olsun ki; (düşmanlarınız tarafından) Allâh yolunda öldürülürseniz de yâhut (kendiliğinizden) ölürseniz de, elbette (günahlarınız için) Allâh’tan (gelecek) en ufak bir mağfiret (ve bağışlama) ve (hakkınızdaki) çok az bir rahmet (ve acıma bile), o (kâfir ola)nların (hayatları boyunca) sürekli toplamakta oldukları (o alçak dünyâ malllarıyla alâkalı) şeylerden çok hayırlıdır.