v02.01.25 Geliştirme Notları
Âl-i İmrân Sûresi
72
Cuz 4
174﴿ Nihâyet onlar (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in emrini tutarak düşmanlara karşı çıkmış ve müşrikler de korkup gelemeyince) Allâh (tarafın)dan (bahşedilen, îmânda sebât ve düşmandan selâmet gibi târif edilemeyecek) büyük bir nîmet ve (Bedr-i suğrâ panayırında ticâret olarak kazandıkları) çokça bir fazlalık ile (üstelik öldürülme ve eziyet gibi) hiçbir kötülük (de) kendilerine dokunmayarak (Bedir’den) geri dönmüştüler ve böylece (bu cesâretli çıkışlarıyla iki cihan saâdetinin menba‘ı olan) Allâh’ın rızâsına (vesîle olan amellere ve emirlere) hakkıyla tâbi olmuştular. Zâten Allâh büyük ve yüce bir fazl(-u kerem) sâhibi (olduğundan, bu kullarını kuvvetli îmân, cihatta sebât ve düşmana karşı cesâretli olmak gibi fazîletlere muvaffak etmiş)dir.
175﴿ (Ey müminler!) İşte size! Bu (vesvese vererek kalplere korku salıp cihattan geri bırakmak için kâfirlerin toplandığı haberini getirten), şeytandı ki o ancak (münâfık) dostlarını korkutmaktaydı /o şeytan, (sizi müşrik) dostların(ın yapacağı zarar)dan korkutmaktaydı/.Artık onlardan korkmayın, (cihâd emrime muhâlefet husûsunda) Benden korkun. Eğer (gerçekten) mümin kimseler olduysanız (Benim dışımda hiçbir kuvvetten korkmamanız gerekir. Çünkü hakîkî îmân, Allâh korkusunu diğer korkulara tercih ettirir).
176﴿ (Habîbim!) Kâfirlik içinde koşuşmakta olan o kişiler(in sana karşı birleşme tehdîdi) seni üzmesin. Çünkü gerçekten onlar Allâh(ın dostların)a (tehlike ve tehditten) hiçbir şeyle aslâ zarar veremezler. (Onlar öyle azgın kimselerdir ki, en büyük merhamete sâhip olan) Allâh(-u Te‘âlâ’yı o kadar gazaplandırdılar ki artık O), kendileri için âhirette (sevaptan) en ufak bir haz (ve hisse) ayırmamayı murâd ediyor. (Sevaptan mahrum olmaktan öte) onlar için çok şiddetli pek büyük bir azap da vardır.
177﴿ O (mürted ve münâfık) kimseler ki; îmâna karşılık kâfirliği satın almıştırlar, şüphesiz onlar (kâfirliğe dönmekle) Allâh’a (noksanlık ve ziyandan) hiçbir şeyle aslâ zarar veremezler. (Onlar ancak kendilerine zarar vermektedirler, zîrâ îmân ederek ebedî mükâfatlara nâil olabilecekken, inkârı seçmeleri yüzünden) onlar için çok acı verici pek büyük bir azap da vardır.
178﴿ Bir de sakın ha o kâfir olmuş kimseler; onlara mühlet vermemizin (ve fırsat tanımamızın), gerçekten kendi nefisleri için hayırlı bir şey olduğunu zannetmesin! Biz ancak günah bakımından artış kaydetsinler diye onlara (uzun ömür ve) mühlet veriyoruz. Hâlbuki çok alçaltıcı pek büyük bir azap sâdece onlar içindir (ki, böylece o azap içerisinde sürekli aşağılanacaklardır).
179﴿ (Ey asr-ı saâdette yaşayan Müslümanlar ve münâfıklar!) Allâh müminleri, (din olarak) üzerinde bulunduğunuz (İslâm hükümlerinden eşit bir şekilde istifâde etmenizi sürekli kılacak) o şey üzere (ve herkese yarayan karışık bir hâlde) aslâ bırakacak değildir. Netîcede O, (ancak samîmî Müslümanların dayanabileceği imtihanlarla) pisi temizden ayıracaktır. Ama Allâh sizi (kalplerde bulunan kâfirlik ve îmânla alâkalı) gayba aslâ muttalî kılacak (ve sizi onlardan haberdâr edecek) değildir. Velâkin Allâh, (müstakil mânâda) rasüllerinden başlayarak (onlara tâbi olma hasebiyle de velî kullarından) dilediğini seçer (ve onlara dilediği bâzı gaybî meseleleri bildirir). O hâlde siz Allâh’a ve O’nun peygamberlerine (samîmiyetle) îmân edin. Eğer (gerçekten) îmân ederseniz ve (münâfıklıktan iyice sakınarak) takvâ sâhibi olursanız, (kadri takdir edilemeyecek derecede) çok kıymetli pek büyük bir ecir (ve mükâfat) sâdece size âittir. (Parantez içi mânâlar için bakınız: el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 5/163) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ümmetinden kendisine îmân edeceklerin ve inkâr edeceklerin sûretlerinin kendisine gösterildiğini açıklayınca, münâfıklar: “Muhammed henüz yaratılmamış olan mümin ve kâfirlerin bile kendisine gösterildiğini söylüyor, hâlbuki biz yanında duruyoruz da bizi bile tanımıyor” diye alay ettiler. Bunu duyan Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) minbere çıkıp hamd-ü senâda bulunduktan sonra: “Birtakımlarının durumu nicedir ki; benim ilmim hakkında ileri geri konuşmuşlar?! Şüphesiz sizinle kıyâmet arasında olacaklardan bana ne sorarsanız mutlaka onu size bildiririm” buyurdu. Bunun üzerine Allâh-u Te‘âlâ bu âyeti indirerek, kullarını belirsizlik içinde bırakmayacağını, bir zaman için münâfıkları rezil etmese de sonunda Uhud vakası gibi imtihanlarla herkesi ortaya çıkaracağını açıklamış oldu. (es-Sa‘lebî, el-Keşfü ve’l-beyân, rakam:179, 9/482; el-Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, sh:136; el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 2/140-141) Kıyâmete kadar olacak şeyler hakkında Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in beyanda bulunduğu husûsundaki hadîs-i şerîfler için bkz: (el-Buhârî, ed-De‘avât:34, rakam:6001, 5/2340, et-Tefsîr:119, rakam:4345, 4/1689; Müslim, el-Fezâil:37, rakam:2359, 4/1832; et-Tirmizî, et-Tefsîr:6, rakam:3056, 5/256) Ümmetinin amellerinin Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e arz edildiği husûsundaki hadîs-i şerîfler için bkz: (İbnü Ebî Şeybe, el-Musannef, rakam:26876, 13/430; İbnü Mâce, es-Sünen, rakam:3683, 2/1214)
180﴿ Allâh’ın, fazl(-u ihsân)ından kendilerine vermiş olduğu (mal ve servet gibi) şey(ler)le cimrilik yapa(rak zekât vermeyen ve hayra mâni ola)n kimseler, sakın ha o (cimrilik huyu)nu, kendileri için ancak onu hayırlı bir şey sanmasın. Bilakis o (cimrilik, kendilerine azâbı celbedeceğinden) onlar için büyük bir şerdir. Yakında kendisiyle cimrilik ettikleri o (altın-gümüş gibi) şey(ler) kıyâmet gününde (yılan şekline sokularak) onlar(ın boyunların)a takı olarak takılacaktır. (Onlar cimrilik etseler de Allâh-u Te‘âlâ’nın onların yardımına ihtiyâcı yoktur. Zîrâ) göklerin ve yerin mîrâsı (ve mal-mülk olarak devredilegelen tüm varlıkları) da (hem yaratma cihetinden hem mülkiyet bakımından) ancak Allâh’a âittir. (Nitekim kıyâmetin kopmasıyla kâinat helâk olduğunda, o zamâna kadar herkesin sâhip olduğu tüm değerler Allâh-u Te‘âlâ’ya kalacaktır.) Zâten Allâh (cömertlik ve cimrilik dâhil) yapmakta olduğunuz şeyleri(n görünen ve görünmeyen tüm yönlerini çok iyi bilen ve karşılığını verecek olan bir) Habîr’dir.
سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ
الجزء ٤
٧٢
فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ ذُو فَضْلٍ عَظ۪يمٍ ﴿١٧٤
اِنَّمَا ذٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ اَوْلِيَٓاءَهُۖ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿١٧٥
وَلَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ اِنَّهُمْ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـًٔاۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ اَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ﴿١٧٦
اِنَّ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـًٔاۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿١٧٧
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ خَيْرٌ لِاَنْفُسِهِمْۜ اِنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ لِيَزْدَادُٓوا اِثْمًاۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ ﴿١٧٨
مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ ﴿١٧٩
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ هُوَ خَيْرًا لَهُمْۜ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَهُمْۜ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُوا بِه۪ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَلِلّٰهِ م۪يرَاثُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ۟ ﴿١٨٠
Âl-i İmrân Sûresi
72
Cuz 4
فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّٰهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُٓوءٌۙ وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ ذُو فَضْلٍ عَظ۪يمٍ ﴿١٧٤
174﴿ Nihâyet onlar (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in emrini tutarak düşmanlara karşı çıkmış ve müşrikler de korkup gelemeyince) Allâh (tarafın)dan (bahşedilen, îmânda sebât ve düşmandan selâmet gibi târif edilemeyecek) büyük bir nîmet ve (Bedr-i suğrâ panayırında ticâret olarak kazandıkları) çokça bir fazlalık ile (üstelik öldürülme ve eziyet gibi) hiçbir kötülük (de) kendilerine dokunmayarak (Bedir’den) geri dönmüştüler ve böylece (bu cesâretli çıkışlarıyla iki cihan saâdetinin menba‘ı olan) Allâh’ın rızâsına (vesîle olan amellere ve emirlere) hakkıyla tâbi olmuştular. Zâten Allâh büyük ve yüce bir fazl(-u kerem) sâhibi (olduğundan, bu kullarını kuvvetli îmân, cihatta sebât ve düşmana karşı cesâretli olmak gibi fazîletlere muvaffak etmiş)dir.
اِنَّمَا ذٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ اَوْلِيَٓاءَهُۖ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿١٧٥
175﴿ (Ey müminler!) İşte size! Bu (vesvese vererek kalplere korku salıp cihattan geri bırakmak için kâfirlerin toplandığı haberini getirten), şeytandı ki o ancak (münâfık) dostlarını korkutmaktaydı /o şeytan, (sizi müşrik) dostların(ın yapacağı zarar)dan korkutmaktaydı/.Artık onlardan korkmayın, (cihâd emrime muhâlefet husûsunda) Benden korkun. Eğer (gerçekten) mümin kimseler olduysanız (Benim dışımda hiçbir kuvvetten korkmamanız gerekir. Çünkü hakîkî îmân, Allâh korkusunu diğer korkulara tercih ettirir).
وَلَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِۚ اِنَّهُمْ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـًٔاۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ اَلَّا يَجْعَلَ لَهُمْ حَظًّا فِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ﴿١٧٦
176﴿ (Habîbim!) Kâfirlik içinde koşuşmakta olan o kişiler(in sana karşı birleşme tehdîdi) seni üzmesin. Çünkü gerçekten onlar Allâh(ın dostların)a (tehlike ve tehditten) hiçbir şeyle aslâ zarar veremezler. (Onlar öyle azgın kimselerdir ki, en büyük merhamete sâhip olan) Allâh(-u Te‘âlâ’yı o kadar gazaplandırdılar ki artık O), kendileri için âhirette (sevaptan) en ufak bir haz (ve hisse) ayırmamayı murâd ediyor. (Sevaptan mahrum olmaktan öte) onlar için çok şiddetli pek büyük bir azap da vardır.
اِنَّ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ لَنْ يَضُرُّوا اللّٰهَ شَيْـًٔاۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿١٧٧
177﴿ O (mürted ve münâfık) kimseler ki; îmâna karşılık kâfirliği satın almıştırlar, şüphesiz onlar (kâfirliğe dönmekle) Allâh’a (noksanlık ve ziyandan) hiçbir şeyle aslâ zarar veremezler. (Onlar ancak kendilerine zarar vermektedirler, zîrâ îmân ederek ebedî mükâfatlara nâil olabilecekken, inkârı seçmeleri yüzünden) onlar için çok acı verici pek büyük bir azap da vardır.
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ خَيْرٌ لِاَنْفُسِهِمْۜ اِنَّمَا نُمْل۪ي لَهُمْ لِيَزْدَادُٓوا اِثْمًاۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ ﴿١٧٨
178﴿ Bir de sakın ha o kâfir olmuş kimseler; onlara mühlet vermemizin (ve fırsat tanımamızın), gerçekten kendi nefisleri için hayırlı bir şey olduğunu zannetmesin! Biz ancak günah bakımından artış kaydetsinler diye onlara (uzun ömür ve) mühlet veriyoruz. Hâlbuki çok alçaltıcı pek büyük bir azap sâdece onlar içindir (ki, böylece o azap içerisinde sürekli aşağılanacaklardır).
مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ ﴿١٧٩
179﴿ (Ey asr-ı saâdette yaşayan Müslümanlar ve münâfıklar!) Allâh müminleri, (din olarak) üzerinde bulunduğunuz (İslâm hükümlerinden eşit bir şekilde istifâde etmenizi sürekli kılacak) o şey üzere (ve herkese yarayan karışık bir hâlde) aslâ bırakacak değildir. Netîcede O, (ancak samîmî Müslümanların dayanabileceği imtihanlarla) pisi temizden ayıracaktır. Ama Allâh sizi (kalplerde bulunan kâfirlik ve îmânla alâkalı) gayba aslâ muttalî kılacak (ve sizi onlardan haberdâr edecek) değildir. Velâkin Allâh, (müstakil mânâda) rasüllerinden başlayarak (onlara tâbi olma hasebiyle de velî kullarından) dilediğini seçer (ve onlara dilediği bâzı gaybî meseleleri bildirir). O hâlde siz Allâh’a ve O’nun peygamberlerine (samîmiyetle) îmân edin. Eğer (gerçekten) îmân ederseniz ve (münâfıklıktan iyice sakınarak) takvâ sâhibi olursanız, (kadri takdir edilemeyecek derecede) çok kıymetli pek büyük bir ecir (ve mükâfat) sâdece size âittir. (Parantez içi mânâlar için bakınız: el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 5/163) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ümmetinden kendisine îmân edeceklerin ve inkâr edeceklerin sûretlerinin kendisine gösterildiğini açıklayınca, münâfıklar: “Muhammed henüz yaratılmamış olan mümin ve kâfirlerin bile kendisine gösterildiğini söylüyor, hâlbuki biz yanında duruyoruz da bizi bile tanımıyor” diye alay ettiler. Bunu duyan Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) minbere çıkıp hamd-ü senâda bulunduktan sonra: “Birtakımlarının durumu nicedir ki; benim ilmim hakkında ileri geri konuşmuşlar?! Şüphesiz sizinle kıyâmet arasında olacaklardan bana ne sorarsanız mutlaka onu size bildiririm” buyurdu. Bunun üzerine Allâh-u Te‘âlâ bu âyeti indirerek, kullarını belirsizlik içinde bırakmayacağını, bir zaman için münâfıkları rezil etmese de sonunda Uhud vakası gibi imtihanlarla herkesi ortaya çıkaracağını açıklamış oldu. (es-Sa‘lebî, el-Keşfü ve’l-beyân, rakam:179, 9/482; el-Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, sh:136; el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 2/140-141) Kıyâmete kadar olacak şeyler hakkında Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in beyanda bulunduğu husûsundaki hadîs-i şerîfler için bkz: (el-Buhârî, ed-De‘avât:34, rakam:6001, 5/2340, et-Tefsîr:119, rakam:4345, 4/1689; Müslim, el-Fezâil:37, rakam:2359, 4/1832; et-Tirmizî, et-Tefsîr:6, rakam:3056, 5/256) Ümmetinin amellerinin Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e arz edildiği husûsundaki hadîs-i şerîfler için bkz: (İbnü Ebî Şeybe, el-Musannef, rakam:26876, 13/430; İbnü Mâce, es-Sünen, rakam:3683, 2/1214)
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ بِمَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ هُوَ خَيْرًا لَهُمْۜ بَلْ هُوَ شَرٌّ لَهُمْۜ سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُوا بِه۪ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَلِلّٰهِ م۪يرَاثُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ۟ ﴿١٨٠
180﴿ Allâh’ın, fazl(-u ihsân)ından kendilerine vermiş olduğu (mal ve servet gibi) şey(ler)le cimrilik yapa(rak zekât vermeyen ve hayra mâni ola)n kimseler, sakın ha o (cimrilik huyu)nu, kendileri için ancak onu hayırlı bir şey sanmasın. Bilakis o (cimrilik, kendilerine azâbı celbedeceğinden) onlar için büyük bir şerdir. Yakında kendisiyle cimrilik ettikleri o (altın-gümüş gibi) şey(ler) kıyâmet gününde (yılan şekline sokularak) onlar(ın boyunların)a takı olarak takılacaktır. (Onlar cimrilik etseler de Allâh-u Te‘âlâ’nın onların yardımına ihtiyâcı yoktur. Zîrâ) göklerin ve yerin mîrâsı (ve mal-mülk olarak devredilegelen tüm varlıkları) da (hem yaratma cihetinden hem mülkiyet bakımından) ancak Allâh’a âittir. (Nitekim kıyâmetin kopmasıyla kâinat helâk olduğunda, o zamâna kadar herkesin sâhip olduğu tüm değerler Allâh-u Te‘âlâ’ya kalacaktır.) Zâten Allâh (cömertlik ve cimrilik dâhil) yapmakta olduğunuz şeyleri(n görünen ve görünmeyen tüm yönlerini çok iyi bilen ve karşılığını verecek olan bir) Habîr’dir.