v02.01.25 Geliştirme Notları
Âl-i İmrân Sûresi
75
Cuz 4
195﴿ Bunun üzerine Rableri (bu arzularını yerine getireceğine dâir vaadde bulunmak üzere) onlar(ın duâların)a hakkıyla icâbet etmiştir ki: “Şüphesiz Ben; erkek veyâ kadın, içinizden (sâlih) amel işleyen hiçbir amel edicinin amelini (karşılıksız bırakarak) zâyi etmeyeceğim. (Zâten) bir kısmınız diğer bir kısımdan (doğmakta)dır. (Ayrıca İslâm kardeşliği yönünden de aranızda tam bir irtibat vardır, bu yüzden sevap bakımından sizi ayırmayacağım.)” İşte o kimseler ki, (din için vatanlarından ve yakınlarından) hicret etmiştirler, (doğup büyüdükleri) yurtlarından da çıkartılmıştırlar, (sövülüp dövülerek ve malları yağma edilerek) Benim yolumda eziyete de uğratılmıştırlar, (kâfirlerle) savaşmıştırlar ve (cihâd yolunda şehit olarak) öldürülmüştürler, yemîn olsun ki; (büyük günahlardan sakınmaları hâlinde) muhakkak onlardan kötü işlerini (küçük günahlarını) örteceğim (kalplerinden izlerini dahî sileceğim, yerine de sevaplar yerleştireceğim). Bir de andolsun ki; Allâh nezdinden büyük bir mükâfât olarak kesinlikle onları öyle değerli cennetlere girdireceğim ki, (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından sürekli nehirler akmaktadır. Zâten Allâh, güzelliğin ta kendisi olan sevap sâdece Kendi katında bulunandır.
196﴿ (Ey Ümmet-i Muhammed’den olma şerefine ermiş kişi!) O kâfir olmuş kimselerin (sâhip oldukları geniş imkânlarla, güvenlik ve zenginlik içinde) şehirlerde dönüp dolaşması sakın seni aldatmasın. (Ey Ümmet-i Muhammed! O kâfirlerin ticâret ve seyahat gibi maksatlarla diyar diyar dolaşmaları sizi gaflete düşürmesin, zîrâ bunların kısa bir zaman sonra elden çıkacağı, âhirette ise başlarına büyük belâlar açacağı göz önüne alınınca bunların hiç de imrenilecek bir şey olmadıkları pek güzel anlaşılır.)
197﴿ (Onların bu imkânları, âhirette kaçıracak olduklarına nispetle ve müminler için orada hazırlananlara nazaran) çok değersiz pek az bir metâ (ve kıymetsiz bir yaşantı)dır. Sonra sığın(ıp ebedî kal)acakları yer ise ancak cehennemdir ki, o döşek de ne kötü olmuştur! Vâhidî (Rahimehullâh)ın rivâyetine göre; âyet-i kerîmede bahsi geçen kâfirlerden maksad; Mekke ehlinin müşrikleridir. Ferrâ (Rahimehullâh) gibi bâzı ulemâya göreyse; Yahûdîlerdir. Rivâyete göre; maddî sıkıntılarla boğuşan bâzı müminler, kâfirlerin bolluk içinde yüzdüğünü, ticâret için uzun yolculuklara çıkıp çok mal kazandıklarını görünce: “Allâh-u Te‘âlâ’nın düşmanları gördüğümüz bunca nîmetler içerisindeyken, biz açlıktan ve zorluktan helâk olmuş durumdayız” demişlerdi ki, bu âyet-i celîle inerek onları tesellî buyurdu. (el-Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, rakam:286, sh:143)
198﴿ Lâkin o kimseler ki; (şirkten ve günahlardan uzak durmak için) Rablerinden hakkıyla sakınmıştırlar, onlar için Allâh tarafından ilk ziyâfet olmak üzere, içinde ebedî kalıcı kimseler olarak (kendisine dâhil ve nâil olacakları) pek değerli cennetler vardır ki; (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından sürekli nehirler akmaktadır. Zâten Allâh katında bulunan (sonsuz mükâfat)lar (îmân edip amel-i sâlih işleyen) iyi kimseler için (kötülerin sâhip olduğu az ve fânî imkânlardan) daha iyidir.
199﴿ Şüphesiz Ehl-i Kitap’tan öylesi vardır ki; (sizden korkarak değil de) Allâh’a karşı (derin saygı duyan) huşû sâhibi kimseler olarak Allâh’a da, size indirilmiş olan (Kur’ân)a da, kendilerine indirilmiş bulunan (İncîl ve Tevrât)a da elbette îmân etmektedir. Onlar Allâh’ın âyetlerin(i gizlemey)e karşı az bir paha satın almaz (ve diğerleri gibi rüşvet ve menfaat karşılığı Allâh’ın kitabını değiştirmeye kalkışmaz)lar. (Habîbim!) İşte sana! Onlar ki, (özellikle vaad olundukları iki kat) ecirleri Rableri nezdinde ancak onlara âittir. Muhakkak ki Allâh, hesâbı çok çabuk görendir. (Zîrâ O, herkesin ne yaptığını ve ne tür bir karşılık hak ettiğini bütün teferruatıyla bildiği için, bu hususta düşünüp taşınmaya ve vakit harcamaya ihtiyaç duymaz.) Câbir (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; İslâm’ı kabûl etmiş olan Habeşistan kralı Necâşî vefât edince, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) sahâbe-i kirâmı toplayıp onun gıyâbi cenâze namazını kıldırmıştır. Bunun üzerine münâfıklar: “Şu adama bakın ki; hayâtında hiç görmediği dinsiz bir Hristiyanın cenâze namazını kıldırıyor” deyince Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i celîleyi indirerek, Ehl-i Kitap’ın hepsinin eşit olmadığını, içlerinden İslâm’ı seçen, kıymetli vasıflara sâhip kimseler bulunduğunu beyân etmiş, bu arada da kâfir türleri içinde en çirkin olan münâfıklara târizde bulunmuştur. (et-Taberî, et-Tefsîr, 6/327; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 4/192-194)
200﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! (İbâdetlerin meşakkatlerine ve başınıza gelen zorluklara) sabredin, (Allâh düşmanlarıyla cihâd ederken) sabır yarışında (onlara) gâlip gelin, (cihâda hazır bir şekilde) atlarınızı bağlı tutarak sınırlarda nöbet bekleyin ve Allâh(-u Te‘âlâ’nın emirlerine karşı çıkmak)tan hakkıyla sakının. Tâ ki siz (korktuklarınızdan kurtulup, tüm arzularınıza kavuşarak) felâha erebilesiniz.
سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ
الجزء ٤
٧٥
فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ اَنّ۪ي لَٓا اُض۪يعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰىۚ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ فَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا وَاُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاُو۫ذُوا ف۪ي سَب۪يل۪ي وَقَاتَلُوا وَقُتِلُوا لَاُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ ثَوَابًا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ ﴿١٩٥
لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فِي الْبِلَادِۜ ﴿١٩٦
مَتَاعٌ قَل۪يلٌ ثُمَّ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ ﴿١٩٧
لٰكِنِ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا نُزُلًا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ لِلْاَبْرَارِ ﴿١٩٨
وَاِنَّ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ خَاشِع۪ينَ لِلّٰهِۙ لَا يَشْتَرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ ﴿١٩٩
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿٢٠٠
Âl-i İmrân Sûresi
75
Cuz 4
فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ اَنّ۪ي لَٓا اُض۪يعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰىۚ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍۚ فَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا وَاُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاُو۫ذُوا ف۪ي سَب۪يل۪ي وَقَاتَلُوا وَقُتِلُوا لَاُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ ثَوَابًا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ ﴿١٩٥
195﴿ Bunun üzerine Rableri (bu arzularını yerine getireceğine dâir vaadde bulunmak üzere) onlar(ın duâların)a hakkıyla icâbet etmiştir ki: “Şüphesiz Ben; erkek veyâ kadın, içinizden (sâlih) amel işleyen hiçbir amel edicinin amelini (karşılıksız bırakarak) zâyi etmeyeceğim. (Zâten) bir kısmınız diğer bir kısımdan (doğmakta)dır. (Ayrıca İslâm kardeşliği yönünden de aranızda tam bir irtibat vardır, bu yüzden sevap bakımından sizi ayırmayacağım.)” İşte o kimseler ki, (din için vatanlarından ve yakınlarından) hicret etmiştirler, (doğup büyüdükleri) yurtlarından da çıkartılmıştırlar, (sövülüp dövülerek ve malları yağma edilerek) Benim yolumda eziyete de uğratılmıştırlar, (kâfirlerle) savaşmıştırlar ve (cihâd yolunda şehit olarak) öldürülmüştürler, yemîn olsun ki; (büyük günahlardan sakınmaları hâlinde) muhakkak onlardan kötü işlerini (küçük günahlarını) örteceğim (kalplerinden izlerini dahî sileceğim, yerine de sevaplar yerleştireceğim). Bir de andolsun ki; Allâh nezdinden büyük bir mükâfât olarak kesinlikle onları öyle değerli cennetlere girdireceğim ki, (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından sürekli nehirler akmaktadır. Zâten Allâh, güzelliğin ta kendisi olan sevap sâdece Kendi katında bulunandır.
لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فِي الْبِلَادِۜ ﴿١٩٦
196﴿ (Ey Ümmet-i Muhammed’den olma şerefine ermiş kişi!) O kâfir olmuş kimselerin (sâhip oldukları geniş imkânlarla, güvenlik ve zenginlik içinde) şehirlerde dönüp dolaşması sakın seni aldatmasın. (Ey Ümmet-i Muhammed! O kâfirlerin ticâret ve seyahat gibi maksatlarla diyar diyar dolaşmaları sizi gaflete düşürmesin, zîrâ bunların kısa bir zaman sonra elden çıkacağı, âhirette ise başlarına büyük belâlar açacağı göz önüne alınınca bunların hiç de imrenilecek bir şey olmadıkları pek güzel anlaşılır.)
مَتَاعٌ قَل۪يلٌ ثُمَّ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ ﴿١٩٧
197﴿ (Onların bu imkânları, âhirette kaçıracak olduklarına nispetle ve müminler için orada hazırlananlara nazaran) çok değersiz pek az bir metâ (ve kıymetsiz bir yaşantı)dır. Sonra sığın(ıp ebedî kal)acakları yer ise ancak cehennemdir ki, o döşek de ne kötü olmuştur! Vâhidî (Rahimehullâh)ın rivâyetine göre; âyet-i kerîmede bahsi geçen kâfirlerden maksad; Mekke ehlinin müşrikleridir. Ferrâ (Rahimehullâh) gibi bâzı ulemâya göreyse; Yahûdîlerdir. Rivâyete göre; maddî sıkıntılarla boğuşan bâzı müminler, kâfirlerin bolluk içinde yüzdüğünü, ticâret için uzun yolculuklara çıkıp çok mal kazandıklarını görünce: “Allâh-u Te‘âlâ’nın düşmanları gördüğümüz bunca nîmetler içerisindeyken, biz açlıktan ve zorluktan helâk olmuş durumdayız” demişlerdi ki, bu âyet-i celîle inerek onları tesellî buyurdu. (el-Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, rakam:286, sh:143)
لٰكِنِ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا نُزُلًا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ لِلْاَبْرَارِ ﴿١٩٨
198﴿ Lâkin o kimseler ki; (şirkten ve günahlardan uzak durmak için) Rablerinden hakkıyla sakınmıştırlar, onlar için Allâh tarafından ilk ziyâfet olmak üzere, içinde ebedî kalıcı kimseler olarak (kendisine dâhil ve nâil olacakları) pek değerli cennetler vardır ki; (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından sürekli nehirler akmaktadır. Zâten Allâh katında bulunan (sonsuz mükâfat)lar (îmân edip amel-i sâlih işleyen) iyi kimseler için (kötülerin sâhip olduğu az ve fânî imkânlardan) daha iyidir.
وَاِنَّ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ خَاشِع۪ينَ لِلّٰهِۙ لَا يَشْتَرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ ﴿١٩٩
199﴿ Şüphesiz Ehl-i Kitap’tan öylesi vardır ki; (sizden korkarak değil de) Allâh’a karşı (derin saygı duyan) huşû sâhibi kimseler olarak Allâh’a da, size indirilmiş olan (Kur’ân)a da, kendilerine indirilmiş bulunan (İncîl ve Tevrât)a da elbette îmân etmektedir. Onlar Allâh’ın âyetlerin(i gizlemey)e karşı az bir paha satın almaz (ve diğerleri gibi rüşvet ve menfaat karşılığı Allâh’ın kitabını değiştirmeye kalkışmaz)lar. (Habîbim!) İşte sana! Onlar ki, (özellikle vaad olundukları iki kat) ecirleri Rableri nezdinde ancak onlara âittir. Muhakkak ki Allâh, hesâbı çok çabuk görendir. (Zîrâ O, herkesin ne yaptığını ve ne tür bir karşılık hak ettiğini bütün teferruatıyla bildiği için, bu hususta düşünüp taşınmaya ve vakit harcamaya ihtiyaç duymaz.) Câbir (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; İslâm’ı kabûl etmiş olan Habeşistan kralı Necâşî vefât edince, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) sahâbe-i kirâmı toplayıp onun gıyâbi cenâze namazını kıldırmıştır. Bunun üzerine münâfıklar: “Şu adama bakın ki; hayâtında hiç görmediği dinsiz bir Hristiyanın cenâze namazını kıldırıyor” deyince Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i celîleyi indirerek, Ehl-i Kitap’ın hepsinin eşit olmadığını, içlerinden İslâm’ı seçen, kıymetli vasıflara sâhip kimseler bulunduğunu beyân etmiş, bu arada da kâfir türleri içinde en çirkin olan münâfıklara târizde bulunmuştur. (et-Taberî, et-Tefsîr, 6/327; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 4/192-194)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿٢٠٠
200﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! (İbâdetlerin meşakkatlerine ve başınıza gelen zorluklara) sabredin, (Allâh düşmanlarıyla cihâd ederken) sabır yarışında (onlara) gâlip gelin, (cihâda hazır bir şekilde) atlarınızı bağlı tutarak sınırlarda nöbet bekleyin ve Allâh(-u Te‘âlâ’nın emirlerine karşı çıkmak)tan hakkıyla sakının. Tâ ki siz (korktuklarınızdan kurtulup, tüm arzularınıza kavuşarak) felâha erebilesiniz.