DÖRDÜNCÜ SÛRE-İ CELİLE
el-Nisâ
SÛRE-İ CELîLESİ
Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 176 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَث۪يرًا وَنِسَٓاءًۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ي تَسَٓاءَلُونَ بِه۪ وَالْاَرْحَامَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَق۪يبًا ﴿١﴾
﴾1﴿
Ey insanlar! O Rabbiniz(e karşı gelmek)den hakkıyla sakının ki sizi tek bir nefis (olan Âdem)den yaratmıştır. Onun bir parçası (olan sol kaburgasının en altı)ndan da (Havvâ ismindeki) eşini yaratmış ve her ikisinden birçok erkeklerle pek çok kadınları türetip (cihana) yaymıştır. (“Allâh için bana yardım et” gibi sözler sarfederek) Kendisi(nin adı) ile birbirinizden dilekte bulunmakta olduğunuz Allâh(a isyan)dan da, rahimler(in tesis ettiği akrabâlık bağlarını zâyi etmek)den de hakkıyla sakının. Şüphesiz ki Allâh sizin üzerinize dâimâ (murâkıb ve tüm yaptıklarınıza hakkıyla vâkıf olan) bir Rakîb olmuştur. Havvâ Vâlidemiz’in Âdem (Aleyhisselâm)ın sol kaburga kemiğinden yaratıldığına dâir sahîh hadîs-i şerîfler için bakınız: el-Buhârî, el-Enbiyâ:1, rakam:3331, 4/133; Müslim, rakam:1468, 2/1091
وَاٰتُوا الْيَتَامٰٓى اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَب۪يثَ بِالطَّيِّبِۖ وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَهُمْ اِلٰٓى اَمْوَالِكُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حُوبًا كَب۪يرًا ﴿٢﴾
﴾2﴿
(Bülûğa erdikleri vakit) yetimlere de mallarını verin. O (size haram ve) pis olan (yetim malın)ı o temiz (ve helâl) olan (kendi mallarınız)la değişmeyin. Ayrıca onların mallarını kendi mallarınızla birlikte (helâl-haram karıştırıp) yemeyin. Şüphesiz ki bu (şekilde yemeniz) pek büyük bir günah olmuştur.
وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ ﴿٣﴾
﴾3﴿
(Ey yetimlere bakanlar!) Yetimler(le evlenmeniz durumunda mallarınızın onların mallarına karışması) hakkında adâlet yapamayacağınızdan korkarsanız, artık sizin için helâl olan /sizce beğenilen/ (ve mallarınızın birbirine karışmasından çekinmediğiniz diğer) kadınlardan; ikişer, üçer ve dörder (kadın) nikâhlayın. Ama (birden fazla hanım arasında) adâlet yapamayacağınızdan korkarsanız o zaman tek bir tâneyi yâhut (câriyelerden) sağ ellerinizin mâlik bulunduğu şeyi (seçin). (Ey mümin!) İşte sana! Bu (hükümlerle amel etmek), (adâletten) sapmamanıza /âilenizin çoğalmamasına (ve geçim derdine düşüp harama bulaşmamanıza)/ daha yakındır. Öteden beri tenkitlere hedef hâline gelen İslâm hükümlerinden biri de “Te‘addüd-ü zevcât” diye bilinen “Birden fazla kadınla evlilik müsâadesi”dir ki ekseriyetle bu, bir emirmiş gibi gösterilerek daha ziyâde îtirâza konu olmuştur. Görüldüğü üzere bu hüküm, emir olmak bir yana, teşvik edilen bir şey bile olmayıp sâdece bir izin ve ruhsattan öte geçmemiştir. Fakat hayat şartları içinde ele alınınca, Kur’ân’ın bu hükmünün ne kadar yerinde olduğu anlaşılacaktır. Şöyle ki İslâm’a göre zinâ hiçbir sûretle serbest kılınmadığından, ona sebebiyet verecek tüm şartların tamâmen ortadan kaldırılması gerekmektedir. Erkeğin kuvvetli ve sağlıklı, kadınınsa zayıf yâhut hasta veyâ isteksiz olması ya da kısır bulunması hâlinde, ayrıca savaş gibi nedenlerle erkeklerin azalması durumunda bir erkeğin birkaç kadınla evlenmesi zarûrî bir hâl alabilir. Yine de bu, dînî bir emir değildir, ikinci ve üçüncü eş olacak kadınlar da buna mecbur değillerdir. Üstelik bu müsâade kayıtsız olmayıp, adâlet şartına bağlıdır ki, konuyu araştıranların mâlumu olduğu vechile; bu şartın muhtevâsı herkes tarafından kolayca yerine getirilebilecek şeyler cinsinden değildir. Zâten buna riâyet edemeyeceği endişesi taşıyanlara bir kadınla kalmaları emredilmiştir. Artık birçok kadınla nikâhsız ilişkileri normal görenlerin, İslâm’ın hayâtî önem taşıyan bu ruhsatına îtirazları, içlerinde bulunan kâfirlik ve münâfıklıktan kaynaklanmış bir tür mânevî hastalıktan başka bir şey olamaz. Bu konudaki şartlar, hükümler ve hikmetler hakkında genişçe bilgi sâhibi olmak, îmânı tehlikeye sokacak yanlış görüşlere sapmamak ve elfâz-ı küfürden sakınmak için mutlaka bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 4/548-559
وَاٰتُوا النِّسَٓاءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةًۜ فَاِنْ طِبْنَ لَكُمْ عَنْ شَيْءٍ مِنْهُ نَفْسًا فَكُلُوهُ هَن۪ٓيـًٔا مَر۪ٓيـًٔا ﴿٤﴾
﴾4﴿
O (evlendiğiniz) kadınlara mehirlerini de (Allâh tarafından kendilerine ayrılmış) bir farz /bir hediye/ dînî bir sorumluluk/ olarak (gönül hoşluğuyla ve karşılık beklemeksizin) verin. Ama onlar (hiçbir kimse tarafından mecbur bırakılmaksızın) o (mehir olarak alacakları) şeyin bir kısmından sizin için (bağışlama husûsunda) nefis yönünden (ve vicdânen) hoşnut olurlarsa artık (onların mallarını yemekten çekinmeyin, bilakis) helâl bir şekilde, boğaz(ınız)dan kolay geçici olduğu hâlde onu (içinize sine sine âfiyetle) yiyin.
وَلَا تُؤْتُوا السُّفَهَٓاءَ اَمْوَالَكُمُ الَّت۪ي جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ قِيَامًا وَارْزُقُوهُمْ ف۪يهَا وَاكْسُوهُمْ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا ﴿٥﴾
﴾5﴿
(Ey yetimlere bakanlar! Aslında yetimlere âit olup sizin tasarrufunuz altında bulunan ve) Allâh’ın sizin için bir kalkınma (vesîlesi) kıldığı mallarınızı (kendini bilmez ve aklı kıt) sefihlere de vermeyin. Ama (anaparaya dokunmayarak) onlar(ın malların)dan (ticâret yapıp) kendilerini (onun kârından) rızıklandırın, onları giydirin ve onlara (aklen ve dînen) iyi olduğu bilinen bir söz söyleyin. (Nitekim sizin onlara: “Mallarınızı yönetebileceğiniz zaman onları size teslim edeceğiz” gibi sözler söylemeniz gönüllerini hoş edecektir.)
وَابْتَلُوا الْيَتَامٰى حَتّٰٓى اِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَۚ فَاِنْ اٰنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْدًا فَادْفَعُٓوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْۚ وَلَا تَأْكُلُوهَٓا اِسْرَافًا وَبِدَارًا اَنْ يَكْبَرُواۜ وَمَنْ كَانَ غَنِيًّا فَلْيَسْتَعْفِفْۚ وَمَنْ كَانَ فَق۪يرًا فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِۜ فَاِذَا دَفَعْتُمْ اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ فَاَشْهِدُوا عَلَيْهِمْۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يبًا ﴿٦﴾
﴾6﴿
Ayrıca siz nikâh(a elverişli olabilecekleri bülûğ çağın)a ulaşacakları zamâna kadar yetimleri(n akıllarını ve mal kullanımıyla ilgili bilgilerini sınamak üzere onları) imtihan edin. Artık eğer (mallarını yönetebileceklerine dâir) onlardan bir rüşt (ve doğruya isâbet kābiliyeti) sezerseniz, (geciktirmeksizin) hemen mallarını kendilerine teslim edin. Büyüyecekler (de mallarını yönetmeye başlayacaklar) diye acele davranarak da (‘Onlar yemeden bir an evvel biz yiyelim’ düşüncesiyle, nereye harcandığına bakmadan çarçur ederek) onu israfla yemeyin. Bir de (velîlerden) her kim zengin olduysa iffetli olmaya gayret etsin (de yetim malına tenezzül etmesin). Ama her kim fakir oldu ise (haddini aşan bir sûretle değil de) örfe uygun olan bir şey ile (ve gösterdiği çaba mukābilinde ihtiyâcıyla sınırlı kalarak onların mallarından) yesin. Artık kendilerine mallarını teslim ettiğiniz zaman (buna dâir) onlar üzerine şâhit bulundurun. Zâten (yaptıklarınızı görüp bilen ve sizi ona göre muhâsebe edecek olan) bir Hasîb olarak Allâh (dâimâ) yeterli olmuştur. (O hâlde dürüstlükten ayrılmayın ve bu konuda belirlenen sınırlardan uzak durun.)