v02.01.25 Geliştirme Notları
Nisâ Sûresi
78
Cuz 4
12﴿ (Ey erkekler!) Kendileri için (sizden veyâ başkasından olma erkek veyâ dişi) bir çocuk (veyâ torun) bulunmuyorsa, kendisini vasiyette bulunacakları bir vasiyet(in yerine getirilmesi) yâhut bir borç (bırakmışlarsa onun edâsın)dan sonra, eşlerinizin (ölüp de) bırakmış olduğu şeylerin yarısı (mîras olarak) size âittir. Ama eğer o (kadı)nlar(ınız) için bir çocuk (ve daha fazlası) mevcutsa o zaman bırakmış oldukları şeylerden dörtte biri sizindir. Fakat size âit bir çocuk bulunmuyorsa, kendisini vasiyette bulunacağınız bir vasiyet(in yerine getirilmesi) yâhut bir borç (bırakmışsanız onun edâsın)dan sonra, bırakmış olduğunuz şeylerden dörtte biri o (nikâhınızdaki kadı)nlara âittir. Ama sizin için bir çocuk (ve daha fazlası) mevcutsa, o zaman bırakmış olduğunuz şeylerden sekizde biri o (kadı)nlarındır. Eğer (geriye baba ve evlât bırakmayarak ölen) bir adama veyâ bir kadına (babası ve çocukları olmadığı için asâleten değil de, kardeşleri veyâ amcaları vâsıtasıyla) bir kelâle olarak vâris olunuyorsa, o (ölen) kişi için (anneden) bir erkek veyâ bir kız kardeş de varsa, o ikisinden her biri için (mîrastan) altıda bir (pay) vardır. (Ey muhâtap!) İşte sana! Eğer o (kardeş ola)nlar bu (bahse konu olan bir sayısı)ndan daha çok iseler, işte onlar üçte bir (hisse)de ortaktırlar. (Ama bu taksîmât, vasiyet edenin, kendi hakkı olan üçte birden fazlasını vasiyet etme veyâ hakkı belli olan bir vârise fazladan vasiyette bulunma yâhut borç yokken borç çıkartma veyâ olan borcu fazla gösterme gibi haksızlıklar yaparak vârislere) zarar verici olmaksızın kendisi (tarafından) vasiyet edilecek olan bir vasiyet(in yerine getirilmesi) yâhut bir borç (bırakılmışsa onun edâsın)dan sonra (yapılacak)dır. Allâh (tarafın)dan çok önemli bir vasiyet olarak (bu hükümler size emredilmiştir)! Allâh ise (vasiyetinde âdil davrananı da, zulüm yapanı da çok iyi bilen ve herkese hak ettiği karşılığı verecek olan) bir Alîm’dir, (zâlimin cezâsını peşin vermeyecek derecede acele etmeyen) bir Halîm’dir. (Dolayısıyla vasiyetlerde zarar kastında bulunanlar ve bu hükümlere uymayanlar kendilerine verilen mühlet ve fırsata aldanmasınlar, zîrâ bir gün mutlaka azâba çarptırılacaklardır.
13﴿ (Ey Müslüman!) İşte sana! Bunlar Allâh’ın (yetimlerle ayrıca vasiyet ve mîrasla ilgili olarak açıklamış olduğu hükümleri ve belirlemiş olduğu) sınırlarıdır. Her kim de (Allâh-u Te‘âlâ’nın hüküm ve taksîmine râzı gelir ve her konuda) Allâh’a ve Rasûlüne itâat ederse, O onu pek değerli cennetlere girdirecektir ki (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından nehirler akmaktadır. Onların içerisinde ebedî kalıcı kimseler(den biri) olarak. Yine işte sana! Ancak bu (cennetlere girdirilmek), pek büyük kurtuluştur.
14﴿ Kim de (haramları helâl sayarak) Allâh’a ve Rasûlüne isyân eder (onların emir ve nehiylerini tanımaz) ve O (Allâh-u Sübhânehû)nun (îmân dâhil tüm) sınırlarını (çiğneyip) geçerse, onu da içinde ebedî kalacağı korkunç bir ateşe sokacaktır. Çok alçaltıcı pek büyük bir azap da ona mahsustur. Bu âyet-i celîlelerde vârislerin kısımları en güzel bir şekilde tertip edilmiştir. Şöyle ki; vârisin ölüyle vâsıtasız ya da vâsıtalı ilişkisi göz önünde bulundurulmuş, vâsıtasız olan irtibatlar soy veyâ evlilik olarak değerlendirilmiş, vâsıtayla olan alâka ise “Kelâle” diye adlandırılmıştır. Doğrudan doğruya nesep cihetinden meydana gelen birleşme, doğum yakınlığından ibârettir ki, çocuklar ve ana-baba buna dâhildir. İnsanın ana-babasıyla ve çocuklarıyla olan irtibâtı, şeref bakımından en üst düzeyde olduğundan, ilk olarak 11. âyet-i kerîmede onlarla ilgili mîras hükümleri açıklanmış, daha sonra 12. âyet-i kerîmede evvelâ karı-koca hakları bildirilmiştir. Kişinin birâder, hemşire vesâir akrabâ ile ülfet ve ünsiyeti geride zikredilenlere nispetle daha zayıf olduğundan, kelâle konusu ilk iki kısımdan sonraya bırakılmıştır. Soy bakımından vâris olanlardan erkek çocuğun hissesi, kızın iki misli olduğu gibi, nikâh sebebiyle vâris olanlar hakkında ise kocanın hissesi kadının iki misli kılınmıştır. Bu durumda kadının çocuğu yoksa bıraktığının yarısı, varsa dörtte biri kocanın, erkeğin çocuğu yoksa bıraktığının dörtte biri, varsa sekizde biri hanımına kalacaktır. İslâm dışı bâzı düzenlerde, ölenin çocukları kalması durumunda ana-babası vâris olamamakta iken, İslâm hukûku, hisselerin taksîminde adâlet esâsını gözetmiş, vârisleri belirlerken de sâdece akrabâlık derecesini değil, onunla birlikte istifâdeyi de göz önünde bulundurarak, ölüye faydası dokunmuş olan uzak akrabâyı da mîrastan mahrum bırakmamıştır. Ölecek kişinin, bırakacağı malın üçte birinden fazlasını vasiyet etmesi câiz olmadığından böyle bir vasiyetin, kalan malın üçte birinden fazlası hakkında geçerliliği yoktur. Hadîs-i şerîfte: “Üçte bir de çoktur” (el-Buhârî, rakam:5668, 7/120) buyrulduğundan, evlâ olan, üçte birden azını vasiyet etmektir. Ama malı az olup vârisleri de fakir olan kimseler için efdal olan şey genel mânâda hayr-u hasenâta bile hiç vasiyette bulunmamaktır. Ardında hiç vârisi bulunmayanın ise tüm malını istediği yere vasiyet etmesi câizdir. Ayrıca üçte birden fazla vasiyet etmek yâhut tüm malı ya da bir kısmını yabancıya vasiyet etmek, vârisleri mahrum etmek için kendisini borçlu göstermek veyâ kıymetli malı ucuza satmak ya da değersiz bir şeyi pahalıya almak gibi sûretlerle vârisleri zarara sokmak, kebâir günahlardan sayılmış ve hadîs-i şerîfte: “Yetmiş sene hayır ehlinin ameli üzere bulunduğu hâlde vasiyetinde yapacağı bir zulüm nedeniyle son nefesinde kendisine en kötü ameli nasip edilip cehenneme girecek olan bir kişiyle, buna mukābil yetmiş sene şer ehlinin amelini yaptığı hâlde vasiyetinde adâleti gözetmesi nedeniyle sonunda kendisine en hayırlı ameli nasip edilerek cennete giren bir kişi” konu edilmiştir. (İbnü Mâce, el-Vesâyâ:3, rakam:2704, 2/902)
سُورَةُ النِّسَاءِ
الجزء ٤
٧٨
وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ينَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَاَةٌ وَلَهُٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُۚ فَاِنْ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَهُمْ شُرَكَٓاءُ فِي الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصٰى بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۙ غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ وَصِيَّةً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَل۪يمٌۜ ﴿١٢
تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿١٣
وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا ف۪يهَاۖ وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟ ﴿١٤
Nisâ Sûresi
78
Cuz 4
وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ينَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَاَةٌ وَلَهُٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُۚ فَاِنْ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَهُمْ شُرَكَٓاءُ فِي الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصٰى بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۙ غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ وَصِيَّةً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَل۪يمٌۜ ﴿١٢
12﴿ (Ey erkekler!) Kendileri için (sizden veyâ başkasından olma erkek veyâ dişi) bir çocuk (veyâ torun) bulunmuyorsa, kendisini vasiyette bulunacakları bir vasiyet(in yerine getirilmesi) yâhut bir borç (bırakmışlarsa onun edâsın)dan sonra, eşlerinizin (ölüp de) bırakmış olduğu şeylerin yarısı (mîras olarak) size âittir. Ama eğer o (kadı)nlar(ınız) için bir çocuk (ve daha fazlası) mevcutsa o zaman bırakmış oldukları şeylerden dörtte biri sizindir. Fakat size âit bir çocuk bulunmuyorsa, kendisini vasiyette bulunacağınız bir vasiyet(in yerine getirilmesi) yâhut bir borç (bırakmışsanız onun edâsın)dan sonra, bırakmış olduğunuz şeylerden dörtte biri o (nikâhınızdaki kadı)nlara âittir. Ama sizin için bir çocuk (ve daha fazlası) mevcutsa, o zaman bırakmış olduğunuz şeylerden sekizde biri o (kadı)nlarındır. Eğer (geriye baba ve evlât bırakmayarak ölen) bir adama veyâ bir kadına (babası ve çocukları olmadığı için asâleten değil de, kardeşleri veyâ amcaları vâsıtasıyla) bir kelâle olarak vâris olunuyorsa, o (ölen) kişi için (anneden) bir erkek veyâ bir kız kardeş de varsa, o ikisinden her biri için (mîrastan) altıda bir (pay) vardır. (Ey muhâtap!) İşte sana! Eğer o (kardeş ola)nlar bu (bahse konu olan bir sayısı)ndan daha çok iseler, işte onlar üçte bir (hisse)de ortaktırlar. (Ama bu taksîmât, vasiyet edenin, kendi hakkı olan üçte birden fazlasını vasiyet etme veyâ hakkı belli olan bir vârise fazladan vasiyette bulunma yâhut borç yokken borç çıkartma veyâ olan borcu fazla gösterme gibi haksızlıklar yaparak vârislere) zarar verici olmaksızın kendisi (tarafından) vasiyet edilecek olan bir vasiyet(in yerine getirilmesi) yâhut bir borç (bırakılmışsa onun edâsın)dan sonra (yapılacak)dır. Allâh (tarafın)dan çok önemli bir vasiyet olarak (bu hükümler size emredilmiştir)! Allâh ise (vasiyetinde âdil davrananı da, zulüm yapanı da çok iyi bilen ve herkese hak ettiği karşılığı verecek olan) bir Alîm’dir, (zâlimin cezâsını peşin vermeyecek derecede acele etmeyen) bir Halîm’dir. (Dolayısıyla vasiyetlerde zarar kastında bulunanlar ve bu hükümlere uymayanlar kendilerine verilen mühlet ve fırsata aldanmasınlar, zîrâ bir gün mutlaka azâba çarptırılacaklardır.
تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿١٣
13﴿ (Ey Müslüman!) İşte sana! Bunlar Allâh’ın (yetimlerle ayrıca vasiyet ve mîrasla ilgili olarak açıklamış olduğu hükümleri ve belirlemiş olduğu) sınırlarıdır. Her kim de (Allâh-u Te‘âlâ’nın hüküm ve taksîmine râzı gelir ve her konuda) Allâh’a ve Rasûlüne itâat ederse, O onu pek değerli cennetlere girdirecektir ki (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından nehirler akmaktadır. Onların içerisinde ebedî kalıcı kimseler(den biri) olarak. Yine işte sana! Ancak bu (cennetlere girdirilmek), pek büyük kurtuluştur.
وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا ف۪يهَاۖ وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟ ﴿١٤
14﴿ Kim de (haramları helâl sayarak) Allâh’a ve Rasûlüne isyân eder (onların emir ve nehiylerini tanımaz) ve O (Allâh-u Sübhânehû)nun (îmân dâhil tüm) sınırlarını (çiğneyip) geçerse, onu da içinde ebedî kalacağı korkunç bir ateşe sokacaktır. Çok alçaltıcı pek büyük bir azap da ona mahsustur. Bu âyet-i celîlelerde vârislerin kısımları en güzel bir şekilde tertip edilmiştir. Şöyle ki; vârisin ölüyle vâsıtasız ya da vâsıtalı ilişkisi göz önünde bulundurulmuş, vâsıtasız olan irtibatlar soy veyâ evlilik olarak değerlendirilmiş, vâsıtayla olan alâka ise “Kelâle” diye adlandırılmıştır. Doğrudan doğruya nesep cihetinden meydana gelen birleşme, doğum yakınlığından ibârettir ki, çocuklar ve ana-baba buna dâhildir. İnsanın ana-babasıyla ve çocuklarıyla olan irtibâtı, şeref bakımından en üst düzeyde olduğundan, ilk olarak 11. âyet-i kerîmede onlarla ilgili mîras hükümleri açıklanmış, daha sonra 12. âyet-i kerîmede evvelâ karı-koca hakları bildirilmiştir. Kişinin birâder, hemşire vesâir akrabâ ile ülfet ve ünsiyeti geride zikredilenlere nispetle daha zayıf olduğundan, kelâle konusu ilk iki kısımdan sonraya bırakılmıştır. Soy bakımından vâris olanlardan erkek çocuğun hissesi, kızın iki misli olduğu gibi, nikâh sebebiyle vâris olanlar hakkında ise kocanın hissesi kadının iki misli kılınmıştır. Bu durumda kadının çocuğu yoksa bıraktığının yarısı, varsa dörtte biri kocanın, erkeğin çocuğu yoksa bıraktığının dörtte biri, varsa sekizde biri hanımına kalacaktır. İslâm dışı bâzı düzenlerde, ölenin çocukları kalması durumunda ana-babası vâris olamamakta iken, İslâm hukûku, hisselerin taksîminde adâlet esâsını gözetmiş, vârisleri belirlerken de sâdece akrabâlık derecesini değil, onunla birlikte istifâdeyi de göz önünde bulundurarak, ölüye faydası dokunmuş olan uzak akrabâyı da mîrastan mahrum bırakmamıştır. Ölecek kişinin, bırakacağı malın üçte birinden fazlasını vasiyet etmesi câiz olmadığından böyle bir vasiyetin, kalan malın üçte birinden fazlası hakkında geçerliliği yoktur. Hadîs-i şerîfte: “Üçte bir de çoktur” (el-Buhârî, rakam:5668, 7/120) buyrulduğundan, evlâ olan, üçte birden azını vasiyet etmektir. Ama malı az olup vârisleri de fakir olan kimseler için efdal olan şey genel mânâda hayr-u hasenâta bile hiç vasiyette bulunmamaktır. Ardında hiç vârisi bulunmayanın ise tüm malını istediği yere vasiyet etmesi câizdir. Ayrıca üçte birden fazla vasiyet etmek yâhut tüm malı ya da bir kısmını yabancıya vasiyet etmek, vârisleri mahrum etmek için kendisini borçlu göstermek veyâ kıymetli malı ucuza satmak ya da değersiz bir şeyi pahalıya almak gibi sûretlerle vârisleri zarara sokmak, kebâir günahlardan sayılmış ve hadîs-i şerîfte: “Yetmiş sene hayır ehlinin ameli üzere bulunduğu hâlde vasiyetinde yapacağı bir zulüm nedeniyle son nefesinde kendisine en kötü ameli nasip edilip cehenneme girecek olan bir kişiyle, buna mukābil yetmiş sene şer ehlinin amelini yaptığı hâlde vasiyetinde adâleti gözetmesi nedeniyle sonunda kendisine en hayırlı ameli nasip edilerek cennete giren bir kişi” konu edilmiştir. (İbnü Mâce, el-Vesâyâ:3, rakam:2704, 2/902)