v02.01.25 Geliştirme Notları
Nisâ Sûresi
85
Cuz 5
45﴿ Allâh sizin düşmanlarınızı (sizden) iyi bilen bir Zat’tır. Zâten (işlerinizi tâkip edecek) bir Velî olarak Allâh kâfî gelmiştir. (Düşmanlarınıza karşı size yardım edecek) bir Nasîr olarak da Allâh yeterli olmuştur.
46﴿ Yahûdî olmuş kimselerden öyleleri vardır ki; onlar kelimeleri (Allâh’ın koyduğu) yerlerinden değiştirirler ve dilleriyle bir eğip bükme yapmak ve (alay etme sûretiyle) din hakkında saldırıda bulunmak için: “(Sözünü) işittik” (derken), (kalplerinden:)(Emrine) karşı geldik” (derler), ayrıca “(Kendisine hiç hayır) işittirilmeyen biri olarak (hep şer) işit” (derler, hâlbuki sahâbe bu sözü: “Kendisine kötü haber işittirilmeyen biri olarak hep iyi haber işit” mânâsında söylüyordu), üstelik (sizce: “Bizi gözet” şeklinde anlaşılıp, kendilerince sövme ve hakāret içeren) “Râ‘inâ” (sözünü kötü anlamda sarfe)derler. Ama gerçekten eğer onlar (dilleriyle “İşittik” derken, kalpleriyle isyân edecek yerde, hem dilden hem kalpten): “İşittik ve itâat ettik” (deseler), (“Dinle! Ey duymaz olasıca” gibi iki mânâya ihtimalli söz yerine sâdece:) “Dinle” (sözünü tercih etseler) ve (kötü mânâya ihtimalli olan “Râ‘inâ” sözünü söyleyeceklerine, sâdece “Bizi gözet” anlamına gelen:) “Unzurnâ” (sözünü) deselerdi, elbette bu kendileri için (Allâh katında) çok hayırlı ve pek doğru bir şey olurdu. Velâkin kâfirlik (yönünde kullandıkları tercih)-leri sebebiyle Allâh onlara lânet (ederek kendilerini rahmetinden ve cennetinden mahrum) etmiştir. Bu sebeple (bâzı peygamberlere ve âyetlere inanmakla sınırlı kalan) pek az (ve îmân sayılmayacak ve dilden öte geçmeyecek) bir îmân dışında (tüm gerçeklere) inanamazlar /bu yüzden (Abdullâh ibnü Selâm ve arkadaşları gibi) pek azı müstesnâ onlar îmân edemezler/.
47﴿ Ey kendilerine kitap verilmiş olan o kimseler! Bizim (sizin içinizdeki) birtakım yüzleri(n hatlarını) silip onları arkalarına (yüzlerini enselerine) çevirmemizden yâhut cumartesi (günündeki balık avlama yasağını ihlâl edenleri maymun ve domuza çevirerek, o günün) adamlarına lânet ettiğimiz gibi onlara da lânet etmemizden önce, sizinle birlikte bulunan (İlâhî kitap)ları tasdik edici olarak indirmiş bulunduğumuz (Kur’ân-ı Kerîm’den ibâret) o (değerli) şeye îmân edin. Zâten (siz inanın-inanmayın) Allâh’ın (herhangi bir şey hakkındaki hüküm ve) emri (ezelde takdir edilmesi hasebiyle mutlaka gerçekleşeceği için şimdiden) yapılmış (bitmiş olarak değerlendirmeniz gereken) bir iş olmuştur.
48﴿ Şüphesiz ki Allâh Kendisine ortak koşulmasını(n cezâsını ebedî azap olarak kesin hükme bağladığı için şirki) bağışlamaz. (Habîbim!) İşte sana! (İstediği hükmü veren) O (Rabbin), bunun dışındakini ise (ne kadar büyük günah olsa da, tevbe şartı koşmaksızın) dilediği kimse için bağışlar. Ama her kim Allâh’a (herhangi bir şeyi) ortak koşarsa, muhakkak ki o (kişi kendisine nispetle bütün günahların hafif kalacağı) pek büyük bir günah uydurmuş olur.
49﴿ (Ey Müslüman!) Bakmadın mı o (Yahûdî ve Hristiyan olan) kimselere ki (“Biz Allâh’ın oğulları ve dostlarıyız” gibi laflar ederek günahsızlık iddiâsıyla) kendilerini temize çıkarmaktadırlar?! Öyle (dedikleri gibi onlar günahsız) değil! (Onların kendilerini temize çıkarmaları bir şey ifâde etmez, ancak) Allâh dilediğini (İslâm’a kavuşturarak bütün çirkinliklerden) tertemiz kılar. (Kendilerini temize çıkaran bu kişilere hak ettikleri cezâ verilecektir) ama onlar en ufak ve en küçük bir zulümle /bir (hurma) çekirdeğin(in boşluğundaki incecik) ipi kadar/ bir çekirdek zarı kadar/ bile haksızlığa uğratılmayacaklardır.
50﴿ (Habîbim!) Bak (gör) ki; Allâh’a karşı nasıl da o (günahsızlık) yalanı(nı) uyduruyorlar. Hâlbuki (hiçbir günahları olmasaydı bile) apaçık bir günah olarak o (şirk koşmaları günah olarak onlara) yeterli olmuştur.
51﴿ Kendilerine o (Tevrât) kitab(ın)dan bir nasip verilen o kişilere bakmadın mı ki; onlar o putlara ve şeytanlara îmân ediyorlar, üstelik (kendileri Ehl-i Kitap oldukları için Müslümanları müşriklerden üstün tutmaları gerekirken) o kâfir olmuş (kitapsız) kimseler için: “O îmân etmiş olan kimselerden(se) işte şunlar yol bakımından daha doğrudur” diyorlar.
سُورَةُ النِّسَاءِ
الجزء ٥
٨٥
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَعْدَٓائِكُمْۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَلِيًّاۗ وَكَفٰى بِاللّٰهِ نَص۪يرًا ﴿٤٥
مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَيًّا بِاَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْنًا فِي الدّ۪ينِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ قَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ وَاَقْوَمَۙ وَلٰكِنْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلًا ﴿٤٦
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اٰمِنُوا بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَطْمِسَ وُجُوهًا فَنَرُدَّهَا عَلٰٓى اَدْبَارِهَٓا اَوْ نَلْعَنَهُمْ كَمَا لَعَنَّٓا اَصْحَابَ السَّبْتِۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولًا ﴿٤٧
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْمًا عَظ۪يمًا ﴿٤٨
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُزَكُّونَ اَنْفُسَهُمْۜ بَلِ اللّٰهُ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلًا ﴿٤٩
اُنْظُرْ كَيْفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَكَفٰى بِه۪ٓ اِثْمًا مُب۪ينًا۟ ﴿٥٠
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلًا ﴿٥١
Nisâ Sûresi
85
Cuz 5
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِاَعْدَٓائِكُمْۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَلِيًّاۗ وَكَفٰى بِاللّٰهِ نَص۪يرًا ﴿٤٥
45﴿ Allâh sizin düşmanlarınızı (sizden) iyi bilen bir Zat’tır. Zâten (işlerinizi tâkip edecek) bir Velî olarak Allâh kâfî gelmiştir. (Düşmanlarınıza karşı size yardım edecek) bir Nasîr olarak da Allâh yeterli olmuştur.
مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَيًّا بِاَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْنًا فِي الدّ۪ينِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ قَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ وَاَقْوَمَۙ وَلٰكِنْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلًا ﴿٤٦
46﴿ Yahûdî olmuş kimselerden öyleleri vardır ki; onlar kelimeleri (Allâh’ın koyduğu) yerlerinden değiştirirler ve dilleriyle bir eğip bükme yapmak ve (alay etme sûretiyle) din hakkında saldırıda bulunmak için: “(Sözünü) işittik” (derken), (kalplerinden:)(Emrine) karşı geldik” (derler), ayrıca “(Kendisine hiç hayır) işittirilmeyen biri olarak (hep şer) işit” (derler, hâlbuki sahâbe bu sözü: “Kendisine kötü haber işittirilmeyen biri olarak hep iyi haber işit” mânâsında söylüyordu), üstelik (sizce: “Bizi gözet” şeklinde anlaşılıp, kendilerince sövme ve hakāret içeren) “Râ‘inâ” (sözünü kötü anlamda sarfe)derler. Ama gerçekten eğer onlar (dilleriyle “İşittik” derken, kalpleriyle isyân edecek yerde, hem dilden hem kalpten): “İşittik ve itâat ettik” (deseler), (“Dinle! Ey duymaz olasıca” gibi iki mânâya ihtimalli söz yerine sâdece:) “Dinle” (sözünü tercih etseler) ve (kötü mânâya ihtimalli olan “Râ‘inâ” sözünü söyleyeceklerine, sâdece “Bizi gözet” anlamına gelen:) “Unzurnâ” (sözünü) deselerdi, elbette bu kendileri için (Allâh katında) çok hayırlı ve pek doğru bir şey olurdu. Velâkin kâfirlik (yönünde kullandıkları tercih)-leri sebebiyle Allâh onlara lânet (ederek kendilerini rahmetinden ve cennetinden mahrum) etmiştir. Bu sebeple (bâzı peygamberlere ve âyetlere inanmakla sınırlı kalan) pek az (ve îmân sayılmayacak ve dilden öte geçmeyecek) bir îmân dışında (tüm gerçeklere) inanamazlar /bu yüzden (Abdullâh ibnü Selâm ve arkadaşları gibi) pek azı müstesnâ onlar îmân edemezler/.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اٰمِنُوا بِمَا نَزَّلْنَا مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَطْمِسَ وُجُوهًا فَنَرُدَّهَا عَلٰٓى اَدْبَارِهَٓا اَوْ نَلْعَنَهُمْ كَمَا لَعَنَّٓا اَصْحَابَ السَّبْتِۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولًا ﴿٤٧
47﴿ Ey kendilerine kitap verilmiş olan o kimseler! Bizim (sizin içinizdeki) birtakım yüzleri(n hatlarını) silip onları arkalarına (yüzlerini enselerine) çevirmemizden yâhut cumartesi (günündeki balık avlama yasağını ihlâl edenleri maymun ve domuza çevirerek, o günün) adamlarına lânet ettiğimiz gibi onlara da lânet etmemizden önce, sizinle birlikte bulunan (İlâhî kitap)ları tasdik edici olarak indirmiş bulunduğumuz (Kur’ân-ı Kerîm’den ibâret) o (değerli) şeye îmân edin. Zâten (siz inanın-inanmayın) Allâh’ın (herhangi bir şey hakkındaki hüküm ve) emri (ezelde takdir edilmesi hasebiyle mutlaka gerçekleşeceği için şimdiden) yapılmış (bitmiş olarak değerlendirmeniz gereken) bir iş olmuştur.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْمًا عَظ۪يمًا ﴿٤٨
48﴿ Şüphesiz ki Allâh Kendisine ortak koşulmasını(n cezâsını ebedî azap olarak kesin hükme bağladığı için şirki) bağışlamaz. (Habîbim!) İşte sana! (İstediği hükmü veren) O (Rabbin), bunun dışındakini ise (ne kadar büyük günah olsa da, tevbe şartı koşmaksızın) dilediği kimse için bağışlar. Ama her kim Allâh’a (herhangi bir şeyi) ortak koşarsa, muhakkak ki o (kişi kendisine nispetle bütün günahların hafif kalacağı) pek büyük bir günah uydurmuş olur.
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يُزَكُّونَ اَنْفُسَهُمْۜ بَلِ اللّٰهُ يُزَكّ۪ي مَنْ يَشَٓاءُ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلًا ﴿٤٩
49﴿ (Ey Müslüman!) Bakmadın mı o (Yahûdî ve Hristiyan olan) kimselere ki (“Biz Allâh’ın oğulları ve dostlarıyız” gibi laflar ederek günahsızlık iddiâsıyla) kendilerini temize çıkarmaktadırlar?! Öyle (dedikleri gibi onlar günahsız) değil! (Onların kendilerini temize çıkarmaları bir şey ifâde etmez, ancak) Allâh dilediğini (İslâm’a kavuşturarak bütün çirkinliklerden) tertemiz kılar. (Kendilerini temize çıkaran bu kişilere hak ettikleri cezâ verilecektir) ama onlar en ufak ve en küçük bir zulümle /bir (hurma) çekirdeğin(in boşluğundaki incecik) ipi kadar/ bir çekirdek zarı kadar/ bile haksızlığa uğratılmayacaklardır.
اُنْظُرْ كَيْفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَكَفٰى بِه۪ٓ اِثْمًا مُب۪ينًا۟ ﴿٥٠
50﴿ (Habîbim!) Bak (gör) ki; Allâh’a karşı nasıl da o (günahsızlık) yalanı(nı) uyduruyorlar. Hâlbuki (hiçbir günahları olmasaydı bile) apaçık bir günah olarak o (şirk koşmaları günah olarak onlara) yeterli olmuştur.
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلًا ﴿٥١
51﴿ Kendilerine o (Tevrât) kitab(ın)dan bir nasip verilen o kişilere bakmadın mı ki; onlar o putlara ve şeytanlara îmân ediyorlar, üstelik (kendileri Ehl-i Kitap oldukları için Müslümanları müşriklerden üstün tutmaları gerekirken) o kâfir olmuş (kitapsız) kimseler için: “O îmân etmiş olan kimselerden(se) işte şunlar yol bakımından daha doğrudur” diyorlar.