v02.01.25 Geliştirme Notları
Nisâ Sûresi
86
Cuz 5
52﴿ (Habîbim!) İşte sana! Onlar ancak o kimselerdir ki; Allâh kendilerine lânet etmiş (ve onları rahmetinden uzak etmiş)tir. Zâten Allâh kime lânet ederse, artık sen aslâ onun için (herhangi bir sûretle kendisini azaptan kurtaracak) hiçbir yardımcı bulamazsın.
53﴿ Yoksa o (Yahûdî ola)nlar(dan dünyâ hâkimiyetini ele geçireceklerine kesinkes inananlar, kendileri) için (saltanat ve) mülkten bir nasip mi var (sanıyorlar)?! Zâten o takdirde (aşırı cimriliklerinden dolayı hurma) çekirdeğin(in) sırtındaki oyuğ(a denk değerde bir pul)u bile insanlara vermezlerdi. (Zengin olmaları durumunda böyle olacak kimselerden fakirken ne hayır beklenir?!)
54﴿ Yoksa o (Yahûdî ola)nlar Allâh’ın, (onlar hak ettiği için değil sırf) fazl(-ı ihsân)ından kendilerine vermiş olduğu (peygamberlik, kitap vesâir fazîletli) şeylere karşı o (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i ve onunla birlikte olan) insanlara mı hased ediyorlar?! (Bizim dilediğimiz kullara böyle şeyler vermemiz nasıl yadırganabilir?!) Nitekim muhakkak Biz (daha önce) o (Tevrât, İncîl ve Zebûr) kitapları(nı) ve (peygamberlik, fıkıh gibi) hikmet (ler)i İbrâhîm’in âilesine vermiştik. Üstelik onlar(dan Yûsuf, Dâvûd ve Süleymân (Aleyhimüsselâm))a pek büyük bir (saltanat ve) mülk de vermiştik. (Artık Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve ashâbına da buna benzer lütuflarda bulunmuş olmamıza kim îtirâz edebilir?!)
55﴿ O (Yahûdî ola)nlardan, o (İbrâhîm (Aleyhisselâm) âilesinin kitap ve nübüvvete mazhar olduğu)na îmân etmiş olan kimse de vardır, yine içlerinden (İbrâhîm (Aleyhisselâm)a inanmayıp) ondan yüz çevirmiş olan kimse de vardır. Ama (onu inkâr edenler, dâvâsına bir zâfiyet getiremedikleri gibi, seni inkâr edenler de senin gücüne bir halel getiremezler. Eğer dünyâda peşînen cezâları verilmezse) çok alevlendirilmiş pek korkunç bir ateş olarak cehennem (onlara) yeterli olmuştur.
56﴿ Şüphesiz o kimseler ki Bizim âyetlerimizi inkâr etmişlerdir; yakında onları görülmemiş büyük bir ateşe girdireceğiz. Her ne zaman derileri (o ateşte) iyice pişip dağılacak olsa, onların yerine kendilerine başka birtakım deriler veririz ki (yanma izleri taşımayan o yepyeni derilerinin yanmasıyla) azâbı (devamlı olarak) tatsınlar. Şüphesiz ki Allâh dâimâ Azîz ve Hakîm olmuştur. (Bu nedenle suçlular hakkında dilediğini yapmasına engel çıkarılamaz, zâten O, suçsuz yere azap etmek gibi hikmetsiz bir iş de yapmaz.)
57﴿ Ama o kimseler ki; (inanılması gereken her şeye) îmân etmiştirler ve (bununla yetinmeyip, namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; muhakkak Biz onları sonsuza kadar içlerinde ebedî kalıcı kimseler olmak üzere pek kıymetli cennetlere girdireceğiz ki; (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından sürekli nehirler akmaktadır. Ayrıca kendileri için orada (hayız, nifas gibi hâllerden vesâir ayıplardan ve kusurlardan, maddî ve mânevî tüm pisliklerden) tertemiz kılınmış zevceler (hanımlar) vardır. Üstelik Biz onları (sıcak ve soğuğun tesir etmeyeceği, uzun mesâfeli ve) tam gölgeli (olan) dâimî (ve koyu) bir gölgeye sokacağız.
58﴿ Şüphesiz ki Allâh emânetleri ehline ulaştırmanızı ve insanlar arasında (herhangi bir konuda karar ve) hüküm verdiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi size emretmektedir. Gerçekten Allâh(ın öğütleri var ya); O’nun size kendisiyle vaaz etmekte bulunmuş olduğu o şey ne güzel olmuştur. Muhakkak ki Allâh (emânetler dâhil tüm konulardaki beyanlarınızı) dâimâ (çok iyi duyan bir) Semî‘ ve (tüm muâmelelerinizi hakkıyla gören bir) Basîr olmuştur.
59﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! Allâh’a itâat edin, o Rasûl’e ve siz(in gibi müminler)den olan (âlimler, kadılar ve idâreciler konumundaki) ülü’l-emre de itâat edin. (Ama bu hüküm onların size Allâh ve Rasûlünün itâatini emretmeleriyle kayıtlıdır.) Artık siz (ve yöneticileriniz, dinde yeri olan bir mesele ile alâkalı) herhangi bir şey hakkında (bir karar veremeyip aranızda) çekişirseniz hemen o (meselenin doğru yorumu)nu Allâh(ın kitabın)a ve (kendisi mevcutsa bizzât) o Rasûl’e (buna da imkân bulamazsanız onun sünnetine) çeviri(p havâle edi)n. Eğer siz Allâh’a ve o (dünyâ günlerinden) son(ra gelecek mahşer) gün(ün)e îmân etmekte olduysanız (size emredileni aynen yerine getirin)! (Ey Müslüman!) İşte sana! Bu (türlü fikir ayrılıklarında Kur’ân ve Sünnet’e başvurmanız elbette) çok hayırlıdır, (âhirette güzel sonuç vereceği için) netîce îtibârıyla da en güzel olandır. Âyet-i celîlede geçen “Ülü’l-emr”den kimlerin kastedildiği hakkında birkaç görüş vardır: Birincisi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) zamânında olan ve ondan sonra bulunan Müslümanların emirleridir ki; halîfeler, sultanlar, kadılar, ordu komutanları ve harbe gönderilen müfreze emirleri buna dâhildirler. İkincisi dîni iyi bilen fıkıh âlimleridir ki, bu görüş İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) başta olmak üzere birçok sahâbe ve tâbi‘în tarafından tercih edilmiştir. Zîrâ diğer emirlerin, İslâm’ın hükümlerini iyi bilen ulemâya başvurmadan hareket etmesi imkânsızdır. Bu konuda birkaç görüş daha varsa da en isâbetli görüş bu ikisidir. Bu hususta geniş mâlûmât için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 5/265-285
سُورَةُ النِّسَاءِ
الجزء ٥
٨٦
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُۜ وَمَنْ يَلْعَنِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ نَص۪يرًاۜ ﴿٥٢
اَمْ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِنَ الْمُلْكِ فَاِذًا لَا يُؤْتُونَ النَّاسَ نَق۪يرًاۙ ﴿٥٣
اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلٰى مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكًا عَظ۪يمًا ﴿٥٤
فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ صَدَّ عَنْهُۜ وَكَفٰى بِجَهَنَّمَ سَع۪يرًا ﴿٥٥
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَارًاۜ كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَز۪يزًا حَك۪يمًا ﴿٥٦
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ لَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌۘ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلًّا ظَل۪يلًا ﴿٥٧
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعًا بَص۪يرًا ﴿٥٨
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلًا۟ ﴿٥٩
Nisâ Sûresi
86
Cuz 5
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَعَنَهُمُ اللّٰهُۜ وَمَنْ يَلْعَنِ اللّٰهُ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ نَص۪يرًاۜ ﴿٥٢
52﴿ (Habîbim!) İşte sana! Onlar ancak o kimselerdir ki; Allâh kendilerine lânet etmiş (ve onları rahmetinden uzak etmiş)tir. Zâten Allâh kime lânet ederse, artık sen aslâ onun için (herhangi bir sûretle kendisini azaptan kurtaracak) hiçbir yardımcı bulamazsın.
اَمْ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِنَ الْمُلْكِ فَاِذًا لَا يُؤْتُونَ النَّاسَ نَق۪يرًاۙ ﴿٥٣
53﴿ Yoksa o (Yahûdî ola)nlar(dan dünyâ hâkimiyetini ele geçireceklerine kesinkes inananlar, kendileri) için (saltanat ve) mülkten bir nasip mi var (sanıyorlar)?! Zâten o takdirde (aşırı cimriliklerinden dolayı hurma) çekirdeğin(in) sırtındaki oyuğ(a denk değerde bir pul)u bile insanlara vermezlerdi. (Zengin olmaları durumunda böyle olacak kimselerden fakirken ne hayır beklenir?!)
اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلٰى مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكًا عَظ۪يمًا ﴿٥٤
54﴿ Yoksa o (Yahûdî ola)nlar Allâh’ın, (onlar hak ettiği için değil sırf) fazl(-ı ihsân)ından kendilerine vermiş olduğu (peygamberlik, kitap vesâir fazîletli) şeylere karşı o (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i ve onunla birlikte olan) insanlara mı hased ediyorlar?! (Bizim dilediğimiz kullara böyle şeyler vermemiz nasıl yadırganabilir?!) Nitekim muhakkak Biz (daha önce) o (Tevrât, İncîl ve Zebûr) kitapları(nı) ve (peygamberlik, fıkıh gibi) hikmet (ler)i İbrâhîm’in âilesine vermiştik. Üstelik onlar(dan Yûsuf, Dâvûd ve Süleymân (Aleyhimüsselâm))a pek büyük bir (saltanat ve) mülk de vermiştik. (Artık Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve ashâbına da buna benzer lütuflarda bulunmuş olmamıza kim îtirâz edebilir?!)
فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَمِنْهُمْ مَنْ صَدَّ عَنْهُۜ وَكَفٰى بِجَهَنَّمَ سَع۪يرًا ﴿٥٥
55﴿ O (Yahûdî ola)nlardan, o (İbrâhîm (Aleyhisselâm) âilesinin kitap ve nübüvvete mazhar olduğu)na îmân etmiş olan kimse de vardır, yine içlerinden (İbrâhîm (Aleyhisselâm)a inanmayıp) ondan yüz çevirmiş olan kimse de vardır. Ama (onu inkâr edenler, dâvâsına bir zâfiyet getiremedikleri gibi, seni inkâr edenler de senin gücüne bir halel getiremezler. Eğer dünyâda peşînen cezâları verilmezse) çok alevlendirilmiş pek korkunç bir ateş olarak cehennem (onlara) yeterli olmuştur.
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَارًاۜ كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَز۪يزًا حَك۪يمًا ﴿٥٦
56﴿ Şüphesiz o kimseler ki Bizim âyetlerimizi inkâr etmişlerdir; yakında onları görülmemiş büyük bir ateşe girdireceğiz. Her ne zaman derileri (o ateşte) iyice pişip dağılacak olsa, onların yerine kendilerine başka birtakım deriler veririz ki (yanma izleri taşımayan o yepyeni derilerinin yanmasıyla) azâbı (devamlı olarak) tatsınlar. Şüphesiz ki Allâh dâimâ Azîz ve Hakîm olmuştur. (Bu nedenle suçlular hakkında dilediğini yapmasına engel çıkarılamaz, zâten O, suçsuz yere azap etmek gibi hikmetsiz bir iş de yapmaz.)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ لَهُمْ ف۪يهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌۘ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلًّا ظَل۪يلًا ﴿٥٧
57﴿ Ama o kimseler ki; (inanılması gereken her şeye) îmân etmiştirler ve (bununla yetinmeyip, namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; muhakkak Biz onları sonsuza kadar içlerinde ebedî kalıcı kimseler olmak üzere pek kıymetli cennetlere girdireceğiz ki; (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından sürekli nehirler akmaktadır. Ayrıca kendileri için orada (hayız, nifas gibi hâllerden vesâir ayıplardan ve kusurlardan, maddî ve mânevî tüm pisliklerden) tertemiz kılınmış zevceler (hanımlar) vardır. Üstelik Biz onları (sıcak ve soğuğun tesir etmeyeceği, uzun mesâfeli ve) tam gölgeli (olan) dâimî (ve koyu) bir gölgeye sokacağız.
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعًا بَص۪يرًا ﴿٥٨
58﴿ Şüphesiz ki Allâh emânetleri ehline ulaştırmanızı ve insanlar arasında (herhangi bir konuda karar ve) hüküm verdiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi size emretmektedir. Gerçekten Allâh(ın öğütleri var ya); O’nun size kendisiyle vaaz etmekte bulunmuş olduğu o şey ne güzel olmuştur. Muhakkak ki Allâh (emânetler dâhil tüm konulardaki beyanlarınızı) dâimâ (çok iyi duyan bir) Semî‘ ve (tüm muâmelelerinizi hakkıyla gören bir) Basîr olmuştur.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلًا۟ ﴿٥٩
59﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! Allâh’a itâat edin, o Rasûl’e ve siz(in gibi müminler)den olan (âlimler, kadılar ve idâreciler konumundaki) ülü’l-emre de itâat edin. (Ama bu hüküm onların size Allâh ve Rasûlünün itâatini emretmeleriyle kayıtlıdır.) Artık siz (ve yöneticileriniz, dinde yeri olan bir mesele ile alâkalı) herhangi bir şey hakkında (bir karar veremeyip aranızda) çekişirseniz hemen o (meselenin doğru yorumu)nu Allâh(ın kitabın)a ve (kendisi mevcutsa bizzât) o Rasûl’e (buna da imkân bulamazsanız onun sünnetine) çeviri(p havâle edi)n. Eğer siz Allâh’a ve o (dünyâ günlerinden) son(ra gelecek mahşer) gün(ün)e îmân etmekte olduysanız (size emredileni aynen yerine getirin)! (Ey Müslüman!) İşte sana! Bu (türlü fikir ayrılıklarında Kur’ân ve Sünnet’e başvurmanız elbette) çok hayırlıdır, (âhirette güzel sonuç vereceği için) netîce îtibârıyla da en güzel olandır. Âyet-i celîlede geçen “Ülü’l-emr”den kimlerin kastedildiği hakkında birkaç görüş vardır: Birincisi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) zamânında olan ve ondan sonra bulunan Müslümanların emirleridir ki; halîfeler, sultanlar, kadılar, ordu komutanları ve harbe gönderilen müfreze emirleri buna dâhildirler. İkincisi dîni iyi bilen fıkıh âlimleridir ki, bu görüş İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) başta olmak üzere birçok sahâbe ve tâbi‘în tarafından tercih edilmiştir. Zîrâ diğer emirlerin, İslâm’ın hükümlerini iyi bilen ulemâya başvurmadan hareket etmesi imkânsızdır. Bu konuda birkaç görüş daha varsa da en isâbetli görüş bu ikisidir. Bu hususta geniş mâlûmât için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 5/265-285