v02.01.25 Geliştirme Notları
Nisâ Sûresi
87
Cuz 5
60﴿ (Habîbim!) Bakmadın mı o kimselere ki, gerçekten kendilerinin sana indirilmiş olan (Kur’ân)a da, senden önce indirilmiş bulunan (İlâhî kitap)-lara da îmân etmiş olduklarını iddiâ ediyorlar, ama onlar o (peygamber düşmanlığında aşırı giden Kâ‘b ibnü Eşref isimli insan şeytanlarından olan) Tâğût’a hakem olarak başvurmak istiyorlar?! Hâlbuki kendileri gerçekten onu inkâr etmeleriyle emrolunmuşlardı. Şeytan ise (ölüme kadar sürecek olan ve geri dönüşü olmayan) çok uzak bir sapıklıkla onları (haktan) saptırmak istiyor. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) âyet-i celîlenin iniş sebebini şöyle açıklamıştır: “Bişr isimli bir münâfıkla bir Yahûdî arasında gelişen bir dâvâ üzerine Yahûdî, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in rüşvet kabûl etmeyeceğini ve hükmünde adâletsizlik yapmayacağını bildiği için ona mürâcaat talep etmiş, münâfık ise rüşvet vererek dâvâyı lehine çevireceğine inandığı, işte bu âyet-i kerîmede “Tâğût (şeytan)” diye adlandırılan Kâ‘b ibnü Eşref adındaki Yahûdî’ye başvurmak istemişti. Fakat Yahûdî’nin ısrârı üzerine dâvâ Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e intikāl edince, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kendisine sorulan dâvâda Yahûdî’yi haklı gördüğü için hükmü onun lehine verdi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in huzûrundan çıktıklarında o münâfık hasmı olan Yahûdî’ye yapışarak: ‘Bu dâvâyı bir de Ömer’e soralım’ deyince, birlikte onun yanına gittiler. Yahûdî ona: ‘Biz Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in huzûruna çıkıp kendisine bir dâvâ intikāl ettirdik, kendisi hükmü benim lehime netîcelendirince bu onun hükmüne râzı olmayıp bir de sana mürâcaat etmek istedi’ dedi. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhu Anh) münâfığa dönüp Yahûdî’nin anlattıklarının doğru olup olmadığını sordu, ‘Evet’ cevâbını alınca da: ‘Siz biraz bekleyin, ben şimdi aranızda hükmedeceğim’ dedi ve kılıcını kuşanarak yanlarına gelir gelmez münâfığın boynunu vurup: ‘Allâh’ın karârına ve Rasûlünün hükmüne râzı olmayana karşı işte ben böyle hüküm veririm’ dedi. Bunun üzerine Cibrîl (Aleyhisselâm) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek: ‘Şüphesiz ki Ömer hak ile bâtılın arasını ayırmıştır’ buyurunca, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Ömer (Radıyallâhu Anh)a: ‘Sen Fârûk’sun’ buyurdu.” (es-Sa‘lebî, el-Keşfü ve’l-beyân, 10/453-454; el-Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, sh:166; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 4/518-519; el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 2/105)
61﴿ O (peygamberin hükmüne râzı olmayıp başkasına başvurmak isteye)n (münâfık)lara: “Allâh’ın (kitabında) indirmiş olduğu şeye ve (aranızda hüküm vermesi için) o Rasûl’e gelin” denildiği zaman o münâfıkları görürsün ki, senden tam bir yüz çevirişle yüz çevirirler (ve rüşvet yedirerek hükmü lehlerine çevirecekleri başka bir hakeme mürâcaat ederler).
62﴿ (Habîbim!) Peki ya (senin hükmüne râzı olmamak gibi) ellerinin sunmuş olduğu (kötü) şeyler sebebiyle kendilerine (öldürülme gibi) bir musîbet (gelip) çattığında (halleri) nice olacak?! Sonra bir de (kan sâhipleri utanmadan): “Biz (başkasına mürâcaat etmekle sana muhâlefet kastetmedik) ancak (iki hasım hakkında) bir iyilik yapmak ve arabulmak istedik” diye Allâh’a yemîn eder oldukları hâlde sana gediler.
63﴿ (Habîbim!) İşte sana! O (münâfık ola)nlar öyle kimselerdir ki; kalplerinde bulunan (sahtekârlık ve nifâk)ı sâdece Allâh bilmektedir. (Bu yüzden yalan yere yemîn etmeleri ve niyetlerini gizlemeleri kendilerini azaptan kurtaramayacaktır.) Artık sen onlar(ın mâzeretlerini geçerli saymak)-dan yüz çevir /(sağ kalmalarını gerektiren bâzı hikmetlerden dolayı) onlar(ı cezâlandırmak)dan yüz çevir/ kendilerine (sitemli bir şekilde) öğüt ver ve kendileri(nin doğru yolu bulmaları) hakkında /kendi kendilerine (yalnız kalmış) iken/ onlara (çok etkili ve münâfıklıktan caydırma gâyesine) iyice ulaşıcı bir söz söyle.
64﴿ Biz hiçbir rasûlü kendisine Allâh’ın izni (ve emri) ile itâat olunmasından başka bir şey için göndermedik. Eğer gerçekten onlar (günahlar işleyerek) nefislerine zulmettikleri zaman (senin huzûrunda tevbe etmek üzere sağlığında veyâ vefâtından sonra) sana gelseler ve Allâh’tan (afv ve) mağfiret dileseler, o (Rabbi nezdinde çok değerli olan senin gibi bir) Rasûl de kendileri için bağışlanma talebinde bulunsa, elbette onlar Allâh’ı (tevbelerini çokça kabûl eden bir) Tevvâb ve (lütfuyla kendilerine çok acıyan bir) Rahîm olarak bulurlar. (en-Nesefî, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 2/108-109)
65﴿ Hayır! (İş o münâfıkların anladığı gibi değildir. Habîbim!) Senin Rabbine andolsun ki; onlar îmân etmiş olamazlar, tâ ki (görüş ayrılığına düştükleri için) aralarında karışmış olan şeylerde seni hakem tâyin edecekler, sonra hüküm vermiş olduğun o şeyden dolayı kendi içlerinde hiçbir sıkıntı (bir şüphe ve kabûlünde zorlanma) bulmayacaklar ve tam bir teslîmiyetle (senin emrine) boyun eğecekler.
سُورَةُ النِّسَاءِ
الجزء ٥
٨٧
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَع۪يدًا ﴿٦٠
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُودًاۚ ﴿٦١
فَكَيْفَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ثُمَّ جَٓاؤُ۫كَ يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّٓا اِحْسَانًا وَتَوْف۪يقًا ﴿٦٢
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَعْلَمُ اللّٰهُ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُلْ لَهُمْ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَوْلًا بَل۪يغًا ﴿٦٣
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَوَّابًا رَح۪يمًا ﴿٦٤
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا ﴿٦٥
Nisâ Sûresi
87
Cuz 5
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَع۪يدًا ﴿٦٠
60﴿ (Habîbim!) Bakmadın mı o kimselere ki, gerçekten kendilerinin sana indirilmiş olan (Kur’ân)a da, senden önce indirilmiş bulunan (İlâhî kitap)-lara da îmân etmiş olduklarını iddiâ ediyorlar, ama onlar o (peygamber düşmanlığında aşırı giden Kâ‘b ibnü Eşref isimli insan şeytanlarından olan) Tâğût’a hakem olarak başvurmak istiyorlar?! Hâlbuki kendileri gerçekten onu inkâr etmeleriyle emrolunmuşlardı. Şeytan ise (ölüme kadar sürecek olan ve geri dönüşü olmayan) çok uzak bir sapıklıkla onları (haktan) saptırmak istiyor. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) âyet-i celîlenin iniş sebebini şöyle açıklamıştır: “Bişr isimli bir münâfıkla bir Yahûdî arasında gelişen bir dâvâ üzerine Yahûdî, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in rüşvet kabûl etmeyeceğini ve hükmünde adâletsizlik yapmayacağını bildiği için ona mürâcaat talep etmiş, münâfık ise rüşvet vererek dâvâyı lehine çevireceğine inandığı, işte bu âyet-i kerîmede “Tâğût (şeytan)” diye adlandırılan Kâ‘b ibnü Eşref adındaki Yahûdî’ye başvurmak istemişti. Fakat Yahûdî’nin ısrârı üzerine dâvâ Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e intikāl edince, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kendisine sorulan dâvâda Yahûdî’yi haklı gördüğü için hükmü onun lehine verdi. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in huzûrundan çıktıklarında o münâfık hasmı olan Yahûdî’ye yapışarak: ‘Bu dâvâyı bir de Ömer’e soralım’ deyince, birlikte onun yanına gittiler. Yahûdî ona: ‘Biz Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in huzûruna çıkıp kendisine bir dâvâ intikāl ettirdik, kendisi hükmü benim lehime netîcelendirince bu onun hükmüne râzı olmayıp bir de sana mürâcaat etmek istedi’ dedi. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhu Anh) münâfığa dönüp Yahûdî’nin anlattıklarının doğru olup olmadığını sordu, ‘Evet’ cevâbını alınca da: ‘Siz biraz bekleyin, ben şimdi aranızda hükmedeceğim’ dedi ve kılıcını kuşanarak yanlarına gelir gelmez münâfığın boynunu vurup: ‘Allâh’ın karârına ve Rasûlünün hükmüne râzı olmayana karşı işte ben böyle hüküm veririm’ dedi. Bunun üzerine Cibrîl (Aleyhisselâm) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek: ‘Şüphesiz ki Ömer hak ile bâtılın arasını ayırmıştır’ buyurunca, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Ömer (Radıyallâhu Anh)a: ‘Sen Fârûk’sun’ buyurdu.” (es-Sa‘lebî, el-Keşfü ve’l-beyân, 10/453-454; el-Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, sh:166; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 4/518-519; el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 2/105)
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُودًاۚ ﴿٦١
61﴿ O (peygamberin hükmüne râzı olmayıp başkasına başvurmak isteye)n (münâfık)lara: “Allâh’ın (kitabında) indirmiş olduğu şeye ve (aranızda hüküm vermesi için) o Rasûl’e gelin” denildiği zaman o münâfıkları görürsün ki, senden tam bir yüz çevirişle yüz çevirirler (ve rüşvet yedirerek hükmü lehlerine çevirecekleri başka bir hakeme mürâcaat ederler).
فَكَيْفَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ثُمَّ جَٓاؤُ۫كَ يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّٓا اِحْسَانًا وَتَوْف۪يقًا ﴿٦٢
62﴿ (Habîbim!) Peki ya (senin hükmüne râzı olmamak gibi) ellerinin sunmuş olduğu (kötü) şeyler sebebiyle kendilerine (öldürülme gibi) bir musîbet (gelip) çattığında (halleri) nice olacak?! Sonra bir de (kan sâhipleri utanmadan): “Biz (başkasına mürâcaat etmekle sana muhâlefet kastetmedik) ancak (iki hasım hakkında) bir iyilik yapmak ve arabulmak istedik” diye Allâh’a yemîn eder oldukları hâlde sana gediler.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَعْلَمُ اللّٰهُ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُلْ لَهُمْ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَوْلًا بَل۪يغًا ﴿٦٣
63﴿ (Habîbim!) İşte sana! O (münâfık ola)nlar öyle kimselerdir ki; kalplerinde bulunan (sahtekârlık ve nifâk)ı sâdece Allâh bilmektedir. (Bu yüzden yalan yere yemîn etmeleri ve niyetlerini gizlemeleri kendilerini azaptan kurtaramayacaktır.) Artık sen onlar(ın mâzeretlerini geçerli saymak)-dan yüz çevir /(sağ kalmalarını gerektiren bâzı hikmetlerden dolayı) onlar(ı cezâlandırmak)dan yüz çevir/ kendilerine (sitemli bir şekilde) öğüt ver ve kendileri(nin doğru yolu bulmaları) hakkında /kendi kendilerine (yalnız kalmış) iken/ onlara (çok etkili ve münâfıklıktan caydırma gâyesine) iyice ulaşıcı bir söz söyle.
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَوَّابًا رَح۪يمًا ﴿٦٤
64﴿ Biz hiçbir rasûlü kendisine Allâh’ın izni (ve emri) ile itâat olunmasından başka bir şey için göndermedik. Eğer gerçekten onlar (günahlar işleyerek) nefislerine zulmettikleri zaman (senin huzûrunda tevbe etmek üzere sağlığında veyâ vefâtından sonra) sana gelseler ve Allâh’tan (afv ve) mağfiret dileseler, o (Rabbi nezdinde çok değerli olan senin gibi bir) Rasûl de kendileri için bağışlanma talebinde bulunsa, elbette onlar Allâh’ı (tevbelerini çokça kabûl eden bir) Tevvâb ve (lütfuyla kendilerine çok acıyan bir) Rahîm olarak bulurlar. (en-Nesefî, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 2/108-109)
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا ﴿٦٥
65﴿ Hayır! (İş o münâfıkların anladığı gibi değildir. Habîbim!) Senin Rabbine andolsun ki; onlar îmân etmiş olamazlar, tâ ki (görüş ayrılığına düştükleri için) aralarında karışmış olan şeylerde seni hakem tâyin edecekler, sonra hüküm vermiş olduğun o şeyden dolayı kendi içlerinde hiçbir sıkıntı (bir şüphe ve kabûlünde zorlanma) bulmayacaklar ve tam bir teslîmiyetle (senin emrine) boyun eğecekler.