v02.01.25 Geliştirme Notları
Nisâ Sûresi
92
Cuz 5
92﴿ Hiçbir mümin için de, yanlışlıktan başka bir sûretle diğer bir mümini öldürmesi (hak ve helâl) olmadı. (Zîrâ kâmil bir îmân, adam öldürmek gibi büyük günahlardan sâhibini korur). Ama her kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse, artık (onun cezâsı) îmânlı bir köleyi âzâd etmek ve (ölenin vârisleri olan) âilesine teslim edilecek bir diyet (ödemek)tir. Ancak (kan sâhiplerinin, diyeti) bağışlamaları müstesnâ! Eğer o (yanlışlıkla öldürülen kişi), îmânlı bir kimse olduğu hâlde size düşman (olan kâfir) bir toplumdan (olması hasebiyle kâfir zannedilerek yanlışlıkla öldürülmüş) oldu ise (bu durumda kātile gereken), îmânlı bir köleyi âzâd etmektir. Ama eğer o (öldürülen kimse), sizinle kendileri arasında sözleşme bulunan (zimmî) bir milletten oldu ise, (o zaman kātilin cezâsı; ölenin vârisleri olan) âilesine teslim edilecek bir diyet ve îmânlı bir köleyi âzâd etmektir. Artık her kim (âzâd edecek bir köle) bulamazsa, (onun yapması gereken keffâret) birbiri ardınca gelen iki ayın orucudur. Allâh (tarafın)dan bir tevbe (yolu gösterme hikmetine mebnî) olarak (bu hükümler size meşrû edilmiştir)! Zâten Allâh (meşrû kıldığı bütün hükümlerindeki tüm hikmetleri) dâimâ (hakkıyla bilen bir) Alîm ve (tüm takdirlerinde hatâdan münezzeh olan bir) Hakîm olmuştur. Urve ibnü Zübeyr (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; Huzeyfe ibnü’l-Yemân (Radıyallâhu Anh) Uhud günü Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile berâberdi. O sırada Müslümanlar onun babası Yemân (Radıyallâhu Anh)ı kâfir sanıp hatâ ile öldürdüler. Huzeyfe (Radıyallâhu Anh) buna mâni olmaya çalıştıysa da Müslümanlar Huzeyfe (Radıyallâhu Anh)ın: “O benim babamdır” sözünü ancak babasını öldürdükten sonra anlayabildiler. Bu durum karşısında o: “Allâh sizi mağfiret eylesin. Zîrâ O, acıyanların en merhametlisidir” deyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in nezdinde kıymeti bir kat daha arttı. İşte bunun üzerine bu âyet-i celîle nâzil olarak, bir Müslüman’ın, harpte kâfir sanarak yanlışlıkla öldürdüğü diğer bir Müslüman hakkında ne gibi bir keffâret ödemesi gerektiğini açıkladı. (er-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, 10/174) İbnü Zeyd (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre; Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh) katıldığı bir muhârebede bulunduğu müfrezeden uzaklaşıp bir vâdîye sapmıştı. O sırada rastladığı bir çobanı kâfir bir düşman sanarak ona saldırdı, o kişi kelime-i tevhîd okuduysa da onu öldürdü ve koyunlarını sürüp götürdü. Sonra içinde bu hâdiseden dolayı büyük bir rahatsızlık duymaya başladı ve durumu Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e arz etti. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona: “Onun kalbini yar(ıp, îmânlı olup olmadığına bak)saydın ya” buyurunca o: “Yâ Rasûlellâh! Ben kalbini de yarsam ne bulacaktım?” dedi. O zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “O kişi kalbinde olanı diliyle sana haber verdiği hâlde sen onu tasdik etmedin” buyurunca Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh) kendi durumunun ne olacağını sordu. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tekrar tekrar: “Sen kelime-i tevhîd okuyan bir adama bunu nasıl yaptın?” buyurunca Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh) o kadar üzüldü ki: “Keşke ben o anda yeni Müslüman olmuş olsaydım (da, Müslümanken böyle bir günah işlememiş olsaydım)” demekten kendini alamadı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil olarak kendisine keffâretini beyân etti. (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 5/129)
93﴿ Her kim bir mümini (îmânlı olduğu için veyâ öldürülmesini helâl görerek) kasıtlı olduğu hâlde öldürürse, işte onun cezâsı; içinde ebedî kalacak olduğu cehennemdir. Üstelik Allâh ona gazap etmiştir, ayrıca kendisine lânet etmiştir ve onun için pek büyük bir azap hazırlamıştır. Âyet-i celîle Mikyâs isimli bir mürted hakkında nâzil olduğu için, açıkladığı hüküm müminlere şâmil olmayıp sâdece kâfirlere mahsustur. Nitekim bir Müslüman’ı kasten öldürmek en büyük günahlardan biriyse de sâhibini kâfir etmez. Ancak yaptığı işi helâl görerek öldürmek yâhut bir Müslüman’ı îmânından dolayı öldürmek, kişiyi kâfir edeceğinden, bunu yapanın cezâsı bu âyet-i kerîmenin beyânı vechile cehennemde ebedî kalmaktır, ama bu müebbed azap büyük günahının cezâsı değil, kâfirliğinin karşılığıdır. Bir Müslüman’ı kasten öldürme günahının ağır cezâlarını açıklayan hadîs-i şerîf ve rivâyetler için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 5/532-543
94﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Allâh yolunda (kâfirlerle cihâd etmek üzere) sefere çıktığınız zaman (acele etmeyip işin gerçeğinin) iyice açığa çıkmasını bekleyin de size (İslâm selâmıyla) selâm vermiş olan kimseye, o en alçak (dünyâ) hayâtın(ın geçici ganîmet) malını aramakta olduğunuz hâlde (onun söylediği îmân kelimesiyle yetinmeyerek kendisini öldürüp malını almak için): “Sen mümin değilsin” de(yip de onu öldür)meyin. Çünkü Allâh nezdinde birçok ganîmetler (ve ebedî menfaatler) vardır. (Ey Müslüman!) İşte sana! Siz de daha önce böyle idiniz (İslâm’a ilk girdiğinizde sâdece kelime-i şehâdet getirip İslâm nişanlarını açıklayarak kanlarınızı ve mallarınızı korumuştunuz, o zaman sizin de kalplerinizle dillerinizin uyumlu olup olmadığı bilinmemekteydi) ama Allâh size (gerçek Müslüman olarak tanınma nîmetini) lütufta bulundu. Öyleyse (bir mümini öldürme tehlikesi söz konusu olan durumlarda acele etmeyip) iyice araştırın. Şüphesiz ki Allâh yapmakta olduklarınızı(n iç yüzünü) dâimâ (çok iyi bilen bir) Habîr olmuştur.
سُورَةُ النِّسَاءِ
الجزء ٥
٩٢
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ اَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِنًا اِلَّا خَطَـًٔاۚ وَمَنْ قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَـًٔا فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَصَّدَّقُواۜ فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۜ وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ وَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۚ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۘ تَوْبَةً مِنَ اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا ﴿٩٢
وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَٓاؤُ۬هُ جَهَنَّمُ خَالِدًا ف۪يهَا وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَاَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظ۪يمًا ﴿٩٣
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِنًاۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا ﴿٩٤
Nisâ Sûresi
92
Cuz 5
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ اَنْ يَقْتُلَ مُؤْمِنًا اِلَّا خَطَـًٔاۚ وَمَنْ قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَـًٔا فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَصَّدَّقُواۜ فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۜ وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌ فَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ وَتَحْر۪يرُ رَقَبَةٍ مُؤْمِنَةٍۚ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِۘ تَوْبَةً مِنَ اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا ﴿٩٢
92﴿ Hiçbir mümin için de, yanlışlıktan başka bir sûretle diğer bir mümini öldürmesi (hak ve helâl) olmadı. (Zîrâ kâmil bir îmân, adam öldürmek gibi büyük günahlardan sâhibini korur). Ama her kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse, artık (onun cezâsı) îmânlı bir köleyi âzâd etmek ve (ölenin vârisleri olan) âilesine teslim edilecek bir diyet (ödemek)tir. Ancak (kan sâhiplerinin, diyeti) bağışlamaları müstesnâ! Eğer o (yanlışlıkla öldürülen kişi), îmânlı bir kimse olduğu hâlde size düşman (olan kâfir) bir toplumdan (olması hasebiyle kâfir zannedilerek yanlışlıkla öldürülmüş) oldu ise (bu durumda kātile gereken), îmânlı bir köleyi âzâd etmektir. Ama eğer o (öldürülen kimse), sizinle kendileri arasında sözleşme bulunan (zimmî) bir milletten oldu ise, (o zaman kātilin cezâsı; ölenin vârisleri olan) âilesine teslim edilecek bir diyet ve îmânlı bir köleyi âzâd etmektir. Artık her kim (âzâd edecek bir köle) bulamazsa, (onun yapması gereken keffâret) birbiri ardınca gelen iki ayın orucudur. Allâh (tarafın)dan bir tevbe (yolu gösterme hikmetine mebnî) olarak (bu hükümler size meşrû edilmiştir)! Zâten Allâh (meşrû kıldığı bütün hükümlerindeki tüm hikmetleri) dâimâ (hakkıyla bilen bir) Alîm ve (tüm takdirlerinde hatâdan münezzeh olan bir) Hakîm olmuştur. Urve ibnü Zübeyr (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; Huzeyfe ibnü’l-Yemân (Radıyallâhu Anh) Uhud günü Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile berâberdi. O sırada Müslümanlar onun babası Yemân (Radıyallâhu Anh)ı kâfir sanıp hatâ ile öldürdüler. Huzeyfe (Radıyallâhu Anh) buna mâni olmaya çalıştıysa da Müslümanlar Huzeyfe (Radıyallâhu Anh)ın: “O benim babamdır” sözünü ancak babasını öldürdükten sonra anlayabildiler. Bu durum karşısında o: “Allâh sizi mağfiret eylesin. Zîrâ O, acıyanların en merhametlisidir” deyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in nezdinde kıymeti bir kat daha arttı. İşte bunun üzerine bu âyet-i celîle nâzil olarak, bir Müslüman’ın, harpte kâfir sanarak yanlışlıkla öldürdüğü diğer bir Müslüman hakkında ne gibi bir keffâret ödemesi gerektiğini açıkladı. (er-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, 10/174) İbnü Zeyd (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre; Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh) katıldığı bir muhârebede bulunduğu müfrezeden uzaklaşıp bir vâdîye sapmıştı. O sırada rastladığı bir çobanı kâfir bir düşman sanarak ona saldırdı, o kişi kelime-i tevhîd okuduysa da onu öldürdü ve koyunlarını sürüp götürdü. Sonra içinde bu hâdiseden dolayı büyük bir rahatsızlık duymaya başladı ve durumu Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e arz etti. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona: “Onun kalbini yar(ıp, îmânlı olup olmadığına bak)saydın ya” buyurunca o: “Yâ Rasûlellâh! Ben kalbini de yarsam ne bulacaktım?” dedi. O zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “O kişi kalbinde olanı diliyle sana haber verdiği hâlde sen onu tasdik etmedin” buyurunca Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh) kendi durumunun ne olacağını sordu. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tekrar tekrar: “Sen kelime-i tevhîd okuyan bir adama bunu nasıl yaptın?” buyurunca Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh) o kadar üzüldü ki: “Keşke ben o anda yeni Müslüman olmuş olsaydım (da, Müslümanken böyle bir günah işlememiş olsaydım)” demekten kendini alamadı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil olarak kendisine keffâretini beyân etti. (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 5/129)
وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَٓاؤُ۬هُ جَهَنَّمُ خَالِدًا ف۪يهَا وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَاَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظ۪يمًا ﴿٩٣
93﴿ Her kim bir mümini (îmânlı olduğu için veyâ öldürülmesini helâl görerek) kasıtlı olduğu hâlde öldürürse, işte onun cezâsı; içinde ebedî kalacak olduğu cehennemdir. Üstelik Allâh ona gazap etmiştir, ayrıca kendisine lânet etmiştir ve onun için pek büyük bir azap hazırlamıştır. Âyet-i celîle Mikyâs isimli bir mürted hakkında nâzil olduğu için, açıkladığı hüküm müminlere şâmil olmayıp sâdece kâfirlere mahsustur. Nitekim bir Müslüman’ı kasten öldürmek en büyük günahlardan biriyse de sâhibini kâfir etmez. Ancak yaptığı işi helâl görerek öldürmek yâhut bir Müslüman’ı îmânından dolayı öldürmek, kişiyi kâfir edeceğinden, bunu yapanın cezâsı bu âyet-i kerîmenin beyânı vechile cehennemde ebedî kalmaktır, ama bu müebbed azap büyük günahının cezâsı değil, kâfirliğinin karşılığıdır. Bir Müslüman’ı kasten öldürme günahının ağır cezâlarını açıklayan hadîs-i şerîf ve rivâyetler için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 5/532-543
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِنًاۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا ﴿٩٤
94﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Allâh yolunda (kâfirlerle cihâd etmek üzere) sefere çıktığınız zaman (acele etmeyip işin gerçeğinin) iyice açığa çıkmasını bekleyin de size (İslâm selâmıyla) selâm vermiş olan kimseye, o en alçak (dünyâ) hayâtın(ın geçici ganîmet) malını aramakta olduğunuz hâlde (onun söylediği îmân kelimesiyle yetinmeyerek kendisini öldürüp malını almak için): “Sen mümin değilsin” de(yip de onu öldür)meyin. Çünkü Allâh nezdinde birçok ganîmetler (ve ebedî menfaatler) vardır. (Ey Müslüman!) İşte sana! Siz de daha önce böyle idiniz (İslâm’a ilk girdiğinizde sâdece kelime-i şehâdet getirip İslâm nişanlarını açıklayarak kanlarınızı ve mallarınızı korumuştunuz, o zaman sizin de kalplerinizle dillerinizin uyumlu olup olmadığı bilinmemekteydi) ama Allâh size (gerçek Müslüman olarak tanınma nîmetini) lütufta bulundu. Öyleyse (bir mümini öldürme tehlikesi söz konusu olan durumlarda acele etmeyip) iyice araştırın. Şüphesiz ki Allâh yapmakta olduklarınızı(n iç yüzünü) dâimâ (çok iyi bilen bir) Habîr olmuştur.