v02.01.25 Geliştirme Notları
Nisâ Sûresi
93
Cuz 5
95﴿ Müminlerden (hastalık, körlük, topallık ve kötürümlük gibi) özür sâhibi kimseler dışında otur(up cihattan geri kal)anlarla, Allâh yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihâd edenler eşit olmaz. (Çünkü) Allâh mallarıyla ve canlarıyla cihâd edenleri, oturanlar üzerine derece bakımından çok üstün kılmıştır. Gerçi Allâh (sahâbeyi kirâmın) hepsine de o en güzel (ikāmet yeri olan cennet)i söz vermiştir. Ama Allâh o mücâhitleri, oturanlar üzerine pek büyük bir ecirle fazîletli kılmıştır.
96﴿ (Allâh-u Te‘âlâ onları) Kendisi (nezdin)den (ihsân ettiği) üstün derecelerle, büyük bir (bağışlama ve) mağfiret(e nâiliyet) ile ve engin bir rahmet(e mazhariyet) ile (cihâda gidenleri oturanlardan üstün kılmıştır). Zâten Allâh (özürleri geçerli sayarak) dâimâ (çokça bağışlayan bir) Ğafûr ve (kullarına çok acıdığı için ecirlerini eksiltmeyip bolca veren bir) Rahîm olmuştur.
97﴿ O kişiler ki (kâfirlere uyup hicreti terk ederek) nefislerine zulmedici kimseler oldukları hâlde melekler onların canlarını almaktadır; (işte o sırada) şüphesiz ki onlar (o hicreti terk edenleri azarlamak için): “Siz (dîninizle alâkalı konuları tatbik husûsunda) ne işte idiniz?” derler. Bunlar: “Biz o yer(yüzün)de zayıf tutulan kimselerdik (bu yüzden dînimizi açıklamaya ve Mekke’den hicret etmeye imkân bulamadık)” derler. (Melekler de onları yalancı çıkarıp rezil etmek üzere:) “Allâh’ın yeri bir hayli geniş değil miydi ki (İslâm’ı yaşayamadığınız yeri bırakıp) orada (dîninizi rahatça yaşayacağınız yere) hicret etseydiniz?!” derler. (Habîbim!) Artık işte sana! Onlar ki; sığınakları ancak cehennemdir ve o, varılacak bir yer olarak ne kötü olmuştur.
98﴿ Ancak erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan âciz bırakılmış kimseler (hicreti terk ettikleri için azâba uğramaktan) müstesnâ(dır) ki, onlar (bulundukları yerden çıkma husûsunda) hiçbir çâreye güç yetirememektedirler ve hiçbir yola erişememektedirler.
99﴿ (Habîbim!) Artık işte sana! Onlar ki, kesinlikle Allâh onları(n günahlarını) afv edecektir. Zâten Allâh (zorda kalmış kulları hakkında) dâimâ (afv ve mağfiret karârı alan bir) Afüvv ve Ğafûr olmuştur.
100﴿ Her kim de Allâh’ın yolunda hicret ederse, (kendisini vatanından sürgün eden) kavminin burnunu sürtecek (ve onları yaptıklarına pişman edip: “Keşke bunu çıkartmasaydık” dedirtecek) birçok hicret yerini ve (rızık temini ve gönül rahatlığıyla dînini yaşama husûsunda) tam bir genişliği yer(yüzün)-de bulur. Ama her kim Allâh(ın buyruğun)a ve Rasûlün(ün emirlerine uyarak onların emrettikleri yer)e hicret eden biri olarak evinden çıkar da sonra (hedeflediği yere varamadan) kendisine ölüm ulaşırsa, artık muhakkak onun ecri(ni vermek) Allâh’a düşmüştür. Zâten Allâh (bu kişilerin hicreti geciktirme gibi günahlarını) dâimâ (çokça bağışlayan bir) Ğafûr ve (kullarına çok acıyan bir) Rahîm olmuştur. (Onun için onlara niyetlerine göre hicretlerinin sevâbını tam olarak vermiştir.) Sa‘îd ibnü Cübeyr (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; bu âyet-i kerîme Cündeb ibnü Damra (Radıyallâhu Anh) hakkında inmiştir. Şöyle ki o; hicret farz edildiği hâlde bu vazîfeyi yerine getirmeyenler hakkında nâzil olan tehdit âyetlerini duyunca oğullarına: “Beni bir sala koyun ve Medîne’ye götürün. Zîrâ ben hicrete gücü yetmeyen âciz kimselerden de değilim, yol bilmeyen biri de değilim. Yemîn olsun ki; artık bu gece Mekke’de kalmayacağım” dedi. Böylece oğulları onu yola çıkardılar. Ama Ten‘îm denen yere vardığında vefât edeceğini hisseden bu zât, sağ elini sol eline vurmaya başlayarak: “Ey Allâh! İşte bu senin için, bu da Rasûlün için. Rasûlünün bîat ettiği her konuda ben de Sana bîat ediyorum” dedi ve vefât etti. Onun ölüm haberini alan müşrikler: “Umduğuna ulaşamadı” diyerek sevinmeye başladılar. Sahâbe-i kirâm ise: “Keşke hicretini tamamlayabilseydi, o takdirde ecri daha büyük olurdu” demişlerdi ki, bu âyet-i celîle nâzil olarak, ona sevap vermeyi bi’z-Zât Allâh-u Te‘âlâ’nın taahhüt ettiğini, dolayısıyla tam bir hicret sevâbı kazandığını beyân etti. Bundan dolayı ulemâ; ilim tahsîli, hac, helâl kazanç ve sâlih bir kimseyi Allâh için ziyâret gibi meşrû nedenlerle yola çıkıp maksadına ulaşamadan ölen bir kişinin, aynen hedefine varmış kimse gibi sevap kazanacağını açıklamışlardır. (et-Taberî, et-Tefsîr, 7/398-399; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 6/246-247)
101﴿ Ayrıca siz yer(yüzün)de yolculuğa çıktığınız zaman, o kâfir olmuş kimselerin size (saldırıp öldürerek veyâ yaralayarak yâhut yakalayarak) kötülük etmesinden korkarsanız, o (dört rekâtlı farz) namazlar(ın rekâtların)dan bir kısmını kısalt(ıp iki rekât kıl)manızda sizin üzerinize hiçbir günah yoktur. Çünkü kâfirler gerçekten size pek açık bir düşman olmuşlardır.
سُورَةُ النِّسَاءِ
الجزء ٥
٩٣
لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ دَرَجَةًۜ وَكُلًّا وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ اَجْرًا عَظ۪يمًاۙ ﴿٩٥
دَرَجَاتٍ مِنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةًۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟ ﴿٩٦
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْۜ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَف۪ينَ فِي الْاَرْضِۜ قَالُٓوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا ف۪يهَاۜ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًاۙ ﴿٩٧
اِلَّا الْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ح۪يلَةً وَلَا يَهْتَدُونَ سَب۪يلًا ﴿٩٨
فَاُو۬لٰٓئِكَ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَعْفُوَ عَنْهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَفُوًّا غَفُورًا ﴿٩٩
وَمَنْ يُهَاجِرْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِي الْاَرْضِ مُرَاغَمًا كَث۪يرًا وَسَعَةًۜ وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِه۪ مُهَاجِرًا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟ ﴿١٠٠
وَاِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَقْصُرُوا مِنَ الصَّلٰوةِۗ اِنْ خِفْتُمْ اَنْ يَفْتِنَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ اِنَّ الْكَافِر۪ينَ كَانُوا لَكُمْ عَدُوًّا مُب۪ينًا ﴿١٠١
Nisâ Sûresi
93
Cuz 5
لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ دَرَجَةًۜ وَكُلًّا وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ اَجْرًا عَظ۪يمًاۙ ﴿٩٥
95﴿ Müminlerden (hastalık, körlük, topallık ve kötürümlük gibi) özür sâhibi kimseler dışında otur(up cihattan geri kal)anlarla, Allâh yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihâd edenler eşit olmaz. (Çünkü) Allâh mallarıyla ve canlarıyla cihâd edenleri, oturanlar üzerine derece bakımından çok üstün kılmıştır. Gerçi Allâh (sahâbeyi kirâmın) hepsine de o en güzel (ikāmet yeri olan cennet)i söz vermiştir. Ama Allâh o mücâhitleri, oturanlar üzerine pek büyük bir ecirle fazîletli kılmıştır.
دَرَجَاتٍ مِنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةًۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟ ﴿٩٦
96﴿ (Allâh-u Te‘âlâ onları) Kendisi (nezdin)den (ihsân ettiği) üstün derecelerle, büyük bir (bağışlama ve) mağfiret(e nâiliyet) ile ve engin bir rahmet(e mazhariyet) ile (cihâda gidenleri oturanlardan üstün kılmıştır). Zâten Allâh (özürleri geçerli sayarak) dâimâ (çokça bağışlayan bir) Ğafûr ve (kullarına çok acıdığı için ecirlerini eksiltmeyip bolca veren bir) Rahîm olmuştur.
اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْۜ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَف۪ينَ فِي الْاَرْضِۜ قَالُٓوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا ف۪يهَاۜ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًاۙ ﴿٩٧
97﴿ O kişiler ki (kâfirlere uyup hicreti terk ederek) nefislerine zulmedici kimseler oldukları hâlde melekler onların canlarını almaktadır; (işte o sırada) şüphesiz ki onlar (o hicreti terk edenleri azarlamak için): “Siz (dîninizle alâkalı konuları tatbik husûsunda) ne işte idiniz?” derler. Bunlar: “Biz o yer(yüzün)de zayıf tutulan kimselerdik (bu yüzden dînimizi açıklamaya ve Mekke’den hicret etmeye imkân bulamadık)” derler. (Melekler de onları yalancı çıkarıp rezil etmek üzere:) “Allâh’ın yeri bir hayli geniş değil miydi ki (İslâm’ı yaşayamadığınız yeri bırakıp) orada (dîninizi rahatça yaşayacağınız yere) hicret etseydiniz?!” derler. (Habîbim!) Artık işte sana! Onlar ki; sığınakları ancak cehennemdir ve o, varılacak bir yer olarak ne kötü olmuştur.
اِلَّا الْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ح۪يلَةً وَلَا يَهْتَدُونَ سَب۪يلًا ﴿٩٨
98﴿ Ancak erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan âciz bırakılmış kimseler (hicreti terk ettikleri için azâba uğramaktan) müstesnâ(dır) ki, onlar (bulundukları yerden çıkma husûsunda) hiçbir çâreye güç yetirememektedirler ve hiçbir yola erişememektedirler.
فَاُو۬لٰٓئِكَ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَعْفُوَ عَنْهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَفُوًّا غَفُورًا ﴿٩٩
99﴿ (Habîbim!) Artık işte sana! Onlar ki, kesinlikle Allâh onları(n günahlarını) afv edecektir. Zâten Allâh (zorda kalmış kulları hakkında) dâimâ (afv ve mağfiret karârı alan bir) Afüvv ve Ğafûr olmuştur.
وَمَنْ يُهَاجِرْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِي الْاَرْضِ مُرَاغَمًا كَث۪يرًا وَسَعَةًۜ وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِه۪ مُهَاجِرًا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟ ﴿١٠٠
100﴿ Her kim de Allâh’ın yolunda hicret ederse, (kendisini vatanından sürgün eden) kavminin burnunu sürtecek (ve onları yaptıklarına pişman edip: “Keşke bunu çıkartmasaydık” dedirtecek) birçok hicret yerini ve (rızık temini ve gönül rahatlığıyla dînini yaşama husûsunda) tam bir genişliği yer(yüzün)-de bulur. Ama her kim Allâh(ın buyruğun)a ve Rasûlün(ün emirlerine uyarak onların emrettikleri yer)e hicret eden biri olarak evinden çıkar da sonra (hedeflediği yere varamadan) kendisine ölüm ulaşırsa, artık muhakkak onun ecri(ni vermek) Allâh’a düşmüştür. Zâten Allâh (bu kişilerin hicreti geciktirme gibi günahlarını) dâimâ (çokça bağışlayan bir) Ğafûr ve (kullarına çok acıyan bir) Rahîm olmuştur. (Onun için onlara niyetlerine göre hicretlerinin sevâbını tam olarak vermiştir.) Sa‘îd ibnü Cübeyr (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; bu âyet-i kerîme Cündeb ibnü Damra (Radıyallâhu Anh) hakkında inmiştir. Şöyle ki o; hicret farz edildiği hâlde bu vazîfeyi yerine getirmeyenler hakkında nâzil olan tehdit âyetlerini duyunca oğullarına: “Beni bir sala koyun ve Medîne’ye götürün. Zîrâ ben hicrete gücü yetmeyen âciz kimselerden de değilim, yol bilmeyen biri de değilim. Yemîn olsun ki; artık bu gece Mekke’de kalmayacağım” dedi. Böylece oğulları onu yola çıkardılar. Ama Ten‘îm denen yere vardığında vefât edeceğini hisseden bu zât, sağ elini sol eline vurmaya başlayarak: “Ey Allâh! İşte bu senin için, bu da Rasûlün için. Rasûlünün bîat ettiği her konuda ben de Sana bîat ediyorum” dedi ve vefât etti. Onun ölüm haberini alan müşrikler: “Umduğuna ulaşamadı” diyerek sevinmeye başladılar. Sahâbe-i kirâm ise: “Keşke hicretini tamamlayabilseydi, o takdirde ecri daha büyük olurdu” demişlerdi ki, bu âyet-i celîle nâzil olarak, ona sevap vermeyi bi’z-Zât Allâh-u Te‘âlâ’nın taahhüt ettiğini, dolayısıyla tam bir hicret sevâbı kazandığını beyân etti. Bundan dolayı ulemâ; ilim tahsîli, hac, helâl kazanç ve sâlih bir kimseyi Allâh için ziyâret gibi meşrû nedenlerle yola çıkıp maksadına ulaşamadan ölen bir kişinin, aynen hedefine varmış kimse gibi sevap kazanacağını açıklamışlardır. (et-Taberî, et-Tefsîr, 7/398-399; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 6/246-247)
وَاِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الْاَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَقْصُرُوا مِنَ الصَّلٰوةِۗ اِنْ خِفْتُمْ اَنْ يَفْتِنَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ اِنَّ الْكَافِر۪ينَ كَانُوا لَكُمْ عَدُوًّا مُب۪ينًا ﴿١٠١
101﴿ Ayrıca siz yer(yüzün)de yolculuğa çıktığınız zaman, o kâfir olmuş kimselerin size (saldırıp öldürerek veyâ yaralayarak yâhut yakalayarak) kötülük etmesinden korkarsanız, o (dört rekâtlı farz) namazlar(ın rekâtların)dan bir kısmını kısalt(ıp iki rekât kıl)manızda sizin üzerinize hiçbir günah yoktur. Çünkü kâfirler gerçekten size pek açık bir düşman olmuşlardır.