v02.01.25 Geliştirme Notları
Nisâ Sûresi
97
Cuz 5
122﴿ Ama o kimseler ki; (inanılması gereken her şeye) îmân etmiştirler ve (bununla yetinmeyip, namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; muhakkak Biz onları sonsuza kadar içlerinde ebedî kalıcı kimseler olmak üzere pek kıymetli cennetlere girdireceğiz ki; (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından sürekli nehirler akmaktadır. Allâh’ın (hiç bozulmayacak bir) vaadi olarak (Kendisi bunu kullarına söz vermiştir)! (Bu vaad-i İlâhî hiç değişmeyecek) bir hak olarak (gerçeklik kazanmıştır)! Zâten söz bakımından kim Allâh’tan daha doğrudur?!
123﴿ (Ey müşrikler! Allâh’ın vaad ettiği bu mükâfatlara ulaşmak) ne (putlarınızın şefâatiyle kurtulacağınıza dâir) sizin kuruntularınızla, ne de Ehl-i Kitap (olan Yahûdî ve Hristiyanlar)ın (“Biz Allâh’ın oğulları ve dostlarıyız, ateş bize ancak birkaç gün değer” şeklindeki) asılsız umutlarıyla değildir. Kim (îmânsızlık gibi) bir kötülük yaparsa onunla cezâlandırılacaktır ve kendisi için Allâh’tan başka hiçbir dost bulamayacaktır, hiçbir yardımcı da bulamayacaktır. Âyet-i celîlenin muhâtabı olan putperestlerin kuruntuları; öldükten sonra dirilmenin olmayacağı, iyiliklerine karşı mükâfat almayacakları, kötülüklerine karşı da cezâ görmeyecekleri inancıdır. Ehl-i Kitap’ın kuruntuları ise; kendilerinden başkasının cennete girmeyeceği, Allâh’ın oğulları ve dostları oldukları için azâba çarptırılsalar da sayılı günler dışında yakılmayacakları gibi birtakım bâtıl inanışlarıdır. “Kötülük yapan onunla cezâlandırılacaktır” cümle-i celîlesi nâzil olduğunda bu, sahâbe-i kirâma çok ağır gelmiş hattâ bâzıları bunu Kur’ân’daki en ağır âyet olarak görmüşlerdir. Nitekim Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh): “Yâ Rasûlellâh! Her birimiz mutlaka bir günah yapıyoruz, her yaptığımızın cezâsını çekeceğimize göre, artık bu âyetten sonra kurtuluş nasıl beklenir?” dediğinde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ey Ebû Bekr! Allâh seni bağışlasın. Sen hiç hasta olmaz mısın, sen hiç yorulmaz mısın, sen hiç üzülmez misin, sana hiç sıkıntı vurmaz mı? İşte kötülüklerinize karşılık verilen cezânız budur” buyurmuştur. (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:68-71, 1/35) Diğer bir hadîs-i şerîfte de: “Bir kötülük yapan onun cezâsını dünyâda çeker” buyrularak bu hesâbın âhirete kalmayacağına işâret edilmiştir. (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:23, 1/24) Diğer bir hadîs-i şerîfte ise bu cezâ: “Dünyâda müminlerin bedenlerine isâbet eden eziyet verici hastalıklarla” tefsîr edilmiştir. (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:68, 1/35; rakam:23, 1/24; rakam:24422, 9/334) Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Orta yolu tutun ve doğruyu arayın. (Bu durumda birtakım hatâlar işleseniz bile bunlar bağışlanacaktır, zîrâ) mümine isâbet eden her bir sıkıntıda bir keffâret vardır. Hattâ bedeninden sıyrılan bir sıyrıkta veyâ kendisine batan bir dikende bile” (Müslim, el-Birr:14, rakam:2574, 4/1993) buyurarak, halk nazarında musîbet sayılmayacak kadar ufak olan eziyetleri bile bu cezâya örnek olarak zikretmiştir. Belâ ve musîbetlerin günahlara keffâret oluşu hakkındaki hadîs-i şerîf ve rivâyetler için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 5/801-806
124﴿ Erkek veyâ dişiden olduğu hâlde her kim de, kendisi mümin olarak (şerîatın iyi bir iş olarak kabûl ettiği) sâlih amellerden (hepsini yapamasa da) bir kısmını (özelikle İslâm’ın farzlarını) yaparsa, (Habîbim!) işte sana! Onlar da cennete girecekler ve bir çekirdeğin sırtındaki çukurcuk kadar bile (sevapları eksiltilerek yâhut yapmadıkları günahlardan mesûl tutularak) zulme (ve haksızlığa) uğratılmayacaklardır.
125﴿ (Allâh-u Te‘âlâ’ya kulluk yapabilmek için inanıp tâbi olacağı) bir din bakımından daha güzel kim olabilir o kimseden ki; kendisi (iyilikleri yapıp kötülükleri terk ederek) güzel iş yapan biri olarak nefsini Allâh’a teslim etmiştir ve (bâtıl dinleri bırakıp hakka yönelici) bir hanîf olan İbrâhîm’in dînine hakkıyla uymuştur. Zâten Allâh İbrâhîm’i bir dost edinmiştir.
126﴿ Göklerde olanlar ve yer(yüzün)de bulunanlar (yaratılmak ve mülkiyet bakımından) ancak Allâh’a âittir. Allâh ise her şeyi dâimâ (ilmiyle ve kudretiyle çepeçevre kuşatan bir) Muhît olmuştur.
127﴿ (Habîbim!) Bir de senden kadınlar(ın mîrâsı) hakkında fetvâ istiyorlar. De ki: “Onlar hakkında size Allâh fetvâ vermektedir, bir de; (güzellikleri ve malları yüzünden) kendilerini nikâh etmeye rağbet ettiğiniz hâlde, (mîrastan pay olarak) onlar için (ayrılıp farz olarak) yazılmış bulunan şeyi kendilerine vermediğiniz o kadınlardan yetim olanlar (hakkında), ayrıca zayıf tutulan (yetim) çocuklar(la ilgili) ve yetimler için adâleti ayakta tutmanız hakkında o (yüce) kitap (olan Kur’ân)da üzerinize art arda okunmakta olan (âyetlerin beyan)lar(ı bu konuda sizi aydınlatmaktadır). (Bahsi geçenler hakkında) hayırdan her ne şeyi de yaparsanız, şüphesiz ki Allâh onu dâimâ (çok iyi bilen ve mükâfâtını verecek olan bir) Alîm olmuştur.”
سُورَةُ النِّسَاءِ
الجزء ٥
٩٧
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقًّاۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ ق۪يلًا ﴿١٢٢
لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلَٓا اَمَانِيِّ اَهْلِ الْكِتَابِۜ مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءًا يُجْزَ بِه۪ۙ وَلَا يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًا ﴿١٢٣
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يرًا ﴿١٢٤
وَمَنْ اَحْسَنُ د۪ينًا مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلًا ﴿١٢٥
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطًا۟ ﴿١٢٦
وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يمًا ﴿١٢٧
Nisâ Sûresi
97
Cuz 5
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقًّاۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ ق۪يلًا ﴿١٢٢
122﴿ Ama o kimseler ki; (inanılması gereken her şeye) îmân etmiştirler ve (bununla yetinmeyip, namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; muhakkak Biz onları sonsuza kadar içlerinde ebedî kalıcı kimseler olmak üzere pek kıymetli cennetlere girdireceğiz ki; (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından sürekli nehirler akmaktadır. Allâh’ın (hiç bozulmayacak bir) vaadi olarak (Kendisi bunu kullarına söz vermiştir)! (Bu vaad-i İlâhî hiç değişmeyecek) bir hak olarak (gerçeklik kazanmıştır)! Zâten söz bakımından kim Allâh’tan daha doğrudur?!
لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلَٓا اَمَانِيِّ اَهْلِ الْكِتَابِۜ مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءًا يُجْزَ بِه۪ۙ وَلَا يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًا ﴿١٢٣
123﴿ (Ey müşrikler! Allâh’ın vaad ettiği bu mükâfatlara ulaşmak) ne (putlarınızın şefâatiyle kurtulacağınıza dâir) sizin kuruntularınızla, ne de Ehl-i Kitap (olan Yahûdî ve Hristiyanlar)ın (“Biz Allâh’ın oğulları ve dostlarıyız, ateş bize ancak birkaç gün değer” şeklindeki) asılsız umutlarıyla değildir. Kim (îmânsızlık gibi) bir kötülük yaparsa onunla cezâlandırılacaktır ve kendisi için Allâh’tan başka hiçbir dost bulamayacaktır, hiçbir yardımcı da bulamayacaktır. Âyet-i celîlenin muhâtabı olan putperestlerin kuruntuları; öldükten sonra dirilmenin olmayacağı, iyiliklerine karşı mükâfat almayacakları, kötülüklerine karşı da cezâ görmeyecekleri inancıdır. Ehl-i Kitap’ın kuruntuları ise; kendilerinden başkasının cennete girmeyeceği, Allâh’ın oğulları ve dostları oldukları için azâba çarptırılsalar da sayılı günler dışında yakılmayacakları gibi birtakım bâtıl inanışlarıdır. “Kötülük yapan onunla cezâlandırılacaktır” cümle-i celîlesi nâzil olduğunda bu, sahâbe-i kirâma çok ağır gelmiş hattâ bâzıları bunu Kur’ân’daki en ağır âyet olarak görmüşlerdir. Nitekim Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh): “Yâ Rasûlellâh! Her birimiz mutlaka bir günah yapıyoruz, her yaptığımızın cezâsını çekeceğimize göre, artık bu âyetten sonra kurtuluş nasıl beklenir?” dediğinde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ey Ebû Bekr! Allâh seni bağışlasın. Sen hiç hasta olmaz mısın, sen hiç yorulmaz mısın, sen hiç üzülmez misin, sana hiç sıkıntı vurmaz mı? İşte kötülüklerinize karşılık verilen cezânız budur” buyurmuştur. (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:68-71, 1/35) Diğer bir hadîs-i şerîfte de: “Bir kötülük yapan onun cezâsını dünyâda çeker” buyrularak bu hesâbın âhirete kalmayacağına işâret edilmiştir. (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:23, 1/24) Diğer bir hadîs-i şerîfte ise bu cezâ: “Dünyâda müminlerin bedenlerine isâbet eden eziyet verici hastalıklarla” tefsîr edilmiştir. (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:68, 1/35; rakam:23, 1/24; rakam:24422, 9/334) Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Orta yolu tutun ve doğruyu arayın. (Bu durumda birtakım hatâlar işleseniz bile bunlar bağışlanacaktır, zîrâ) mümine isâbet eden her bir sıkıntıda bir keffâret vardır. Hattâ bedeninden sıyrılan bir sıyrıkta veyâ kendisine batan bir dikende bile” (Müslim, el-Birr:14, rakam:2574, 4/1993) buyurarak, halk nazarında musîbet sayılmayacak kadar ufak olan eziyetleri bile bu cezâya örnek olarak zikretmiştir. Belâ ve musîbetlerin günahlara keffâret oluşu hakkındaki hadîs-i şerîf ve rivâyetler için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 5/801-806
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يرًا ﴿١٢٤
124﴿ Erkek veyâ dişiden olduğu hâlde her kim de, kendisi mümin olarak (şerîatın iyi bir iş olarak kabûl ettiği) sâlih amellerden (hepsini yapamasa da) bir kısmını (özelikle İslâm’ın farzlarını) yaparsa, (Habîbim!) işte sana! Onlar da cennete girecekler ve bir çekirdeğin sırtındaki çukurcuk kadar bile (sevapları eksiltilerek yâhut yapmadıkları günahlardan mesûl tutularak) zulme (ve haksızlığa) uğratılmayacaklardır.
وَمَنْ اَحْسَنُ د۪ينًا مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلًا ﴿١٢٥
125﴿ (Allâh-u Te‘âlâ’ya kulluk yapabilmek için inanıp tâbi olacağı) bir din bakımından daha güzel kim olabilir o kimseden ki; kendisi (iyilikleri yapıp kötülükleri terk ederek) güzel iş yapan biri olarak nefsini Allâh’a teslim etmiştir ve (bâtıl dinleri bırakıp hakka yönelici) bir hanîf olan İbrâhîm’in dînine hakkıyla uymuştur. Zâten Allâh İbrâhîm’i bir dost edinmiştir.
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطًا۟ ﴿١٢٦
126﴿ Göklerde olanlar ve yer(yüzün)de bulunanlar (yaratılmak ve mülkiyet bakımından) ancak Allâh’a âittir. Allâh ise her şeyi dâimâ (ilmiyle ve kudretiyle çepeçevre kuşatan bir) Muhît olmuştur.
وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يمًا ﴿١٢٧
127﴿ (Habîbim!) Bir de senden kadınlar(ın mîrâsı) hakkında fetvâ istiyorlar. De ki: “Onlar hakkında size Allâh fetvâ vermektedir, bir de; (güzellikleri ve malları yüzünden) kendilerini nikâh etmeye rağbet ettiğiniz hâlde, (mîrastan pay olarak) onlar için (ayrılıp farz olarak) yazılmış bulunan şeyi kendilerine vermediğiniz o kadınlardan yetim olanlar (hakkında), ayrıca zayıf tutulan (yetim) çocuklar(la ilgili) ve yetimler için adâleti ayakta tutmanız hakkında o (yüce) kitap (olan Kur’ân)da üzerinize art arda okunmakta olan (âyetlerin beyan)lar(ı bu konuda sizi aydınlatmaktadır). (Bahsi geçenler hakkında) hayırdan her ne şeyi de yaparsanız, şüphesiz ki Allâh onu dâimâ (çok iyi bilen ve mükâfâtını verecek olan bir) Alîm olmuştur.”