v02.01.25 Geliştirme Notları
Nisâ Sûresi
98
Cuz 5
128﴿ Eğer bir kadın (yatağını terk etmesi ve nafakasında ihmâl göstermesi gibi emârelerle) kocasının (kendisinden) uzaklaşmasından yâhut (konuşup görüşmeyi azaltma, sövme veyâ dövme gibi belirtilerle, kendisinden) yüz çevirmesinden endişelenirse, (mehrinin yâhut nöbet günlerinin bir kısmını veyâ tamâmını bağışlayarak, kocası da bunu kabûl ederek) ikisinin de aralarında bir sulh ile düzeltme yapmalarında ikisi üzerine de hiçbir günah yoktur. (Boşanmaktansa yâhut evliliği sürdürüp de kötü geçinmektense) sulh (ve anlaşma yolunu tercih etmek) daha iyidir. Zâten tamahkârca cimrilik (yapma huyu insanların) nefisler(i) için ayrılmaz (bir vasıf) kılınmıştır. (Bu yüzden insan açgözlülük ve doyumsuzluk tabîatı üzere yaratıldığı için ne kadından, ne de erkekten, istek ve haklarından seve seve vazgeçmeleri beklenemez.) Ama (eşlerinizden birini sevmeyip diğerini çok sevseniz bile, evlilik haklarına riâyet için, sevmediğinize sabrederek ona) güzel davranışlı olursanız ve (geçimsizlikten, tümüyle terk etmekten ve haksızlıktan iyice sakınarak) takvâ sâhibi olursanız, şüphesiz ki Allâh sizin yapmakta olduklarınızı daimâ (bilen ve karşılığınızı verecek olan bir) Habîr olmuştur.
129﴿ Ayrıca siz ne kadar istekli olsanız da o (nikâhınız altında bulunan) kadınlar arasında (her konuda tam bir) adâlet (ve eşitlik) yapmaya aslâ güç yetiremezsiniz. O hâlde (bâri elinizden geleni yapın da, sevdiğinize karşı) büsbütün bir meyille meyletmeyin ki, o (sevmediğiniz diğer hâtu)nu askıya takılmış biri gibi (ne kocalı, ne de kocasız vaziyette) bırakmayasınız. Ama eğer (kadınlarla ilgili yanlış yaptığınız şeyleri düzeltip) ıslâhta bulunursanız ve (gelecekte de onlara zulüm yapmaktan iyice sakınarak) takvâ sâhibi olursanız, şüphesiz ki Allâh (yaptığı zulümden tevbe eden kulunu) dâimâ (çokça bağışlayan bir) Ğafûr ve (kuluna çok acıdığı için, daha önceki kalbî meyillerinden dolayı onu cezâlandırmayacak olan bir) Rahîm olmuştur. Bu âyet-i celîle insanın, kalbî meyil gibi elinde olmayan şeylerle mükellef tutulmadığını beyân etmekle birlikte, söz ve davranış gibi gücünün yettiği konularda sorumlu bulunduğunu, dolayısıyla eşleri arasında kasıtlı olarak yaptığı adâletsizlik nedeniyle günahkâr olacağını ifâde etmektedir. Bundan dolayı Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) eşleri arasında gece nöbetlerini eşit bir şekilde paylaştırır, yine de: “Ey Allâh! Benim elimden gelen taksîmim budur. Öyleyse sâdece Senin gücünün yetip, benimse gücümün yetmediği (kalbin birini diğerinden daha çok sevmesiyle ilgili) konularda beni sorumlu tutma” diye duâ ederdi. (Ebû Dâvûd, en-Nikâh:37, rakam:2134, 1/648) Bu konuda geniş mâlûmât için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 5/839-844
130﴿ Ama eğer (karı-kocadan her) ikisi (evliliği sürdürmekte anlaşamayıp boşanarak) ayrılacak olurlarsa, Allâh Kendi zenginliğinden (bolca vererek) hepsini de (diğerinin eline bakmaktan) ihtiyaçsız kılar. Zâten Allâh dâimâ (kullarına genişlik vermekten yana olduğu için nikâhı helâl eden bir) Vâsi‘ ve (hükümleri hikmetlere dayandığı için boşanmaya izin veren bir) Hakîm olmuştur.
131﴿ Göklerde olanlar ve yer(yüzün)de bulunanlar ancak Allâh’a âittir. Andolsun ki; elbette Biz sizden önce kendilerine kitap verilmiş olan kimselere de, size de: “Allâh(a ortak koşmaktan ve isyan)dan hakkıyla sakının” diye kesinlikle emretmiştik. (Size de, onlara da buyurmuştuk ki:) Eğer inkâr ederseniz, (mülkün yegâne Mâliki’ne zarar veremezsiniz, zîrâ) göklerde olanlar da, yerde bulunanlar da hiç şüphesiz ancak Allâh’a âittir. Zâten Allâh (yarattıklarından ve ibâdetlerinden) dâimâ (ihtiyaçsız olan bir) Ğaniyy ve (kulları Kendisine hamdetse de etmese de, hadd-i zâtında bütün övgüler ancak Kendisine lâyık olan bir) Hamîd olmuştur.
132﴿ Göklerde bulunanlar ve yerde olanlar ancak Allâh’a âittir. Zâten (bütün işler Kendisine havâle edilecek) bir Vekîl olarak Allâh yeterli olmuştur. Müfessirler bu âyet-i celîleyi tefsîr sadedinde: “Göklerde ve yerde bulunanların Allâh-u Te‘âlâ’ya âit olması, O’nun çok zengin ve övgülere lâyık olduğunu gösterir. Çünkü bütün yaratılmışların O’nun yaratmasına muhtaç oluşu, Kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığını ifâde ettiği gibi, onları yaratıp türlü türlü lütuflara mazhar kılması da, bütün övgüleri lâyıkıyla hak ettiğini gösterir. Dolayısıyla karı-koca, boşanmaları durumunda Allâh’ın kendilerine vermiş olduğu bu zengin etme temînâtına güvenebilirler” şeklinde mânâlar zikretmişlerdir.
133﴿ Ey insanlar! O (Allâh-u Te‘âlâ) dilerse sizi (helâk edip dünyâdan) giderir de (yerinize insan cinsinden yâhut başka yaratılmışlardan) diğer kimseleri getirir. (Ey insan!) İşte sana! Allâh (dilediğini yok edip, istediğini yaratma gibi) bu (türlü istek ve muratları)na dâimâ (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr olmuştur.
134﴿ Her kim (yaptığı sâlih ameller karşılığında) dünyâ mükâfâtını istemekte olduysa (ve bu nedenle ganîmet için cihâd etmekteyse, şunu iyice bilsin ki); işte dünyânın da âhiretin de tüm sevâb (ve karşılıklar)ı ancak Allâh nezdindedir. (O hâlde ikisini birden istemek varken, en düşüğüyle yetinmenin ne anlamı olabilir?!) Zâten Allâh (tüm sözleri) dâimâ (hakkıyla duyan bir) Semî‘ ve (bütün işleri ve niyetleri tam mânâsıyla görüp bilen bir) Basîr olmuştur. (Artık herkese kasıt ve niyetine göre karşılık verecektir.)
سُورَةُ النِّسَاءِ
الجزء ٥
٩٨
وَاِنِ امْرَاَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزًا اَوْ اِعْرَاضًا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًاۜ وَالصُّلْحُ خَيْرٌۜ وَاُحْضِرَتِ الْاَنْفُسُ الشُّحَّۜ وَاِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا ﴿١٢٨
وَلَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلَا تَم۪يلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِۜ وَاِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُورًا رَح۪يمًا ﴿١٢٩
وَاِنْ يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللّٰهُ كُلًّا مِنْ سَعَتِه۪ۜ وَكَانَ اللّٰهُ وَاسِعًا حَك۪يمًا ﴿١٣٠
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَاِيَّاكُمْ اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَنِيًّا حَم۪يدًا ﴿١٣١
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلًا ﴿١٣٢
اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ اَيُّهَا النَّاسُ وَيَأْتِ بِاٰخَر۪ينَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى ذٰلِكَ قَد۪يرًا ﴿١٣٣
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ ثَوَابَ الدُّنْيَا فَعِنْدَ اللّٰهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعًا بَص۪يرًا۟ ﴿١٣٤
Nisâ Sûresi
98
Cuz 5
وَاِنِ امْرَاَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزًا اَوْ اِعْرَاضًا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًاۜ وَالصُّلْحُ خَيْرٌۜ وَاُحْضِرَتِ الْاَنْفُسُ الشُّحَّۜ وَاِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا ﴿١٢٨
128﴿ Eğer bir kadın (yatağını terk etmesi ve nafakasında ihmâl göstermesi gibi emârelerle) kocasının (kendisinden) uzaklaşmasından yâhut (konuşup görüşmeyi azaltma, sövme veyâ dövme gibi belirtilerle, kendisinden) yüz çevirmesinden endişelenirse, (mehrinin yâhut nöbet günlerinin bir kısmını veyâ tamâmını bağışlayarak, kocası da bunu kabûl ederek) ikisinin de aralarında bir sulh ile düzeltme yapmalarında ikisi üzerine de hiçbir günah yoktur. (Boşanmaktansa yâhut evliliği sürdürüp de kötü geçinmektense) sulh (ve anlaşma yolunu tercih etmek) daha iyidir. Zâten tamahkârca cimrilik (yapma huyu insanların) nefisler(i) için ayrılmaz (bir vasıf) kılınmıştır. (Bu yüzden insan açgözlülük ve doyumsuzluk tabîatı üzere yaratıldığı için ne kadından, ne de erkekten, istek ve haklarından seve seve vazgeçmeleri beklenemez.) Ama (eşlerinizden birini sevmeyip diğerini çok sevseniz bile, evlilik haklarına riâyet için, sevmediğinize sabrederek ona) güzel davranışlı olursanız ve (geçimsizlikten, tümüyle terk etmekten ve haksızlıktan iyice sakınarak) takvâ sâhibi olursanız, şüphesiz ki Allâh sizin yapmakta olduklarınızı daimâ (bilen ve karşılığınızı verecek olan bir) Habîr olmuştur.
وَلَنْ تَسْتَط۪يعُٓوا اَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَٓاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلَا تَم۪يلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِۜ وَاِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ غَفُورًا رَح۪يمًا ﴿١٢٩
129﴿ Ayrıca siz ne kadar istekli olsanız da o (nikâhınız altında bulunan) kadınlar arasında (her konuda tam bir) adâlet (ve eşitlik) yapmaya aslâ güç yetiremezsiniz. O hâlde (bâri elinizden geleni yapın da, sevdiğinize karşı) büsbütün bir meyille meyletmeyin ki, o (sevmediğiniz diğer hâtu)nu askıya takılmış biri gibi (ne kocalı, ne de kocasız vaziyette) bırakmayasınız. Ama eğer (kadınlarla ilgili yanlış yaptığınız şeyleri düzeltip) ıslâhta bulunursanız ve (gelecekte de onlara zulüm yapmaktan iyice sakınarak) takvâ sâhibi olursanız, şüphesiz ki Allâh (yaptığı zulümden tevbe eden kulunu) dâimâ (çokça bağışlayan bir) Ğafûr ve (kuluna çok acıdığı için, daha önceki kalbî meyillerinden dolayı onu cezâlandırmayacak olan bir) Rahîm olmuştur. Bu âyet-i celîle insanın, kalbî meyil gibi elinde olmayan şeylerle mükellef tutulmadığını beyân etmekle birlikte, söz ve davranış gibi gücünün yettiği konularda sorumlu bulunduğunu, dolayısıyla eşleri arasında kasıtlı olarak yaptığı adâletsizlik nedeniyle günahkâr olacağını ifâde etmektedir. Bundan dolayı Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) eşleri arasında gece nöbetlerini eşit bir şekilde paylaştırır, yine de: “Ey Allâh! Benim elimden gelen taksîmim budur. Öyleyse sâdece Senin gücünün yetip, benimse gücümün yetmediği (kalbin birini diğerinden daha çok sevmesiyle ilgili) konularda beni sorumlu tutma” diye duâ ederdi. (Ebû Dâvûd, en-Nikâh:37, rakam:2134, 1/648) Bu konuda geniş mâlûmât için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 5/839-844
وَاِنْ يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللّٰهُ كُلًّا مِنْ سَعَتِه۪ۜ وَكَانَ اللّٰهُ وَاسِعًا حَك۪يمًا ﴿١٣٠
130﴿ Ama eğer (karı-kocadan her) ikisi (evliliği sürdürmekte anlaşamayıp boşanarak) ayrılacak olurlarsa, Allâh Kendi zenginliğinden (bolca vererek) hepsini de (diğerinin eline bakmaktan) ihtiyaçsız kılar. Zâten Allâh dâimâ (kullarına genişlik vermekten yana olduğu için nikâhı helâl eden bir) Vâsi‘ ve (hükümleri hikmetlere dayandığı için boşanmaya izin veren bir) Hakîm olmuştur.
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَاِيَّاكُمْ اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَنِيًّا حَم۪يدًا ﴿١٣١
131﴿ Göklerde olanlar ve yer(yüzün)de bulunanlar ancak Allâh’a âittir. Andolsun ki; elbette Biz sizden önce kendilerine kitap verilmiş olan kimselere de, size de: “Allâh(a ortak koşmaktan ve isyan)dan hakkıyla sakının” diye kesinlikle emretmiştik. (Size de, onlara da buyurmuştuk ki:) Eğer inkâr ederseniz, (mülkün yegâne Mâliki’ne zarar veremezsiniz, zîrâ) göklerde olanlar da, yerde bulunanlar da hiç şüphesiz ancak Allâh’a âittir. Zâten Allâh (yarattıklarından ve ibâdetlerinden) dâimâ (ihtiyaçsız olan bir) Ğaniyy ve (kulları Kendisine hamdetse de etmese de, hadd-i zâtında bütün övgüler ancak Kendisine lâyık olan bir) Hamîd olmuştur.
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلًا ﴿١٣٢
132﴿ Göklerde bulunanlar ve yerde olanlar ancak Allâh’a âittir. Zâten (bütün işler Kendisine havâle edilecek) bir Vekîl olarak Allâh yeterli olmuştur. Müfessirler bu âyet-i celîleyi tefsîr sadedinde: “Göklerde ve yerde bulunanların Allâh-u Te‘âlâ’ya âit olması, O’nun çok zengin ve övgülere lâyık olduğunu gösterir. Çünkü bütün yaratılmışların O’nun yaratmasına muhtaç oluşu, Kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığını ifâde ettiği gibi, onları yaratıp türlü türlü lütuflara mazhar kılması da, bütün övgüleri lâyıkıyla hak ettiğini gösterir. Dolayısıyla karı-koca, boşanmaları durumunda Allâh’ın kendilerine vermiş olduğu bu zengin etme temînâtına güvenebilirler” şeklinde mânâlar zikretmişlerdir.
اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ اَيُّهَا النَّاسُ وَيَأْتِ بِاٰخَر۪ينَۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى ذٰلِكَ قَد۪يرًا ﴿١٣٣
133﴿ Ey insanlar! O (Allâh-u Te‘âlâ) dilerse sizi (helâk edip dünyâdan) giderir de (yerinize insan cinsinden yâhut başka yaratılmışlardan) diğer kimseleri getirir. (Ey insan!) İşte sana! Allâh (dilediğini yok edip, istediğini yaratma gibi) bu (türlü istek ve muratları)na dâimâ (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr olmuştur.
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ ثَوَابَ الدُّنْيَا فَعِنْدَ اللّٰهِ ثَوَابُ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعًا بَص۪يرًا۟ ﴿١٣٤
134﴿ Her kim (yaptığı sâlih ameller karşılığında) dünyâ mükâfâtını istemekte olduysa (ve bu nedenle ganîmet için cihâd etmekteyse, şunu iyice bilsin ki); işte dünyânın da âhiretin de tüm sevâb (ve karşılıklar)ı ancak Allâh nezdindedir. (O hâlde ikisini birden istemek varken, en düşüğüyle yetinmenin ne anlamı olabilir?!) Zâten Allâh (tüm sözleri) dâimâ (hakkıyla duyan bir) Semî‘ ve (bütün işleri ve niyetleri tam mânâsıyla görüp bilen bir) Basîr olmuştur. (Artık herkese kasıt ve niyetine göre karşılık verecektir.)