v02.01.25 Geliştirme Notları
Nisâ Sûresi
77
Cuz 4
7﴿ Ana-babanın ve en yakın (hısım)ların (ölüp geride) bırakmış olduğu şeylerden erkekler için bir nasip vardır, ana-babanın ve en yakın (hısım)ların (mîras olarak) bırakmış olduğu şeylerden kadınlar için de bir nasip vardır. O (bıraktıkları)ndan; onun az olanından da yâhut çok olanından da (bu hisse verilmelidir)! (Bu hisseler Allâh-u Te‘âlâ tarafından) farz kılınmış bir nasip olarak /kesilip ayrılmış bir pay olarak (belirlenmiştir)/.
8﴿ Bir de (şerîata göre mîrastan payı olmayan) akrabâlık sâhipleri ve yetimlerle yoksullar (mîras) taksim(in)e şâhit olurlarsa, onlara da ondan (bir şeyler) verin ve kendilerine (daha fazla verilememesinin mâzeretini içeren ve bereket duâsı ihtivâ etmesi hasebiyle herkes tarafından kabûl gören ve) iyi olduğu bilinen bir söz söyleyin (ki o sözler başa kakma ifâdeleri içermesin).
9﴿ Arkalarından zayıf bir (nesil ve âciz bir) zürriyet bıraksalardı onlar(ın bakımın)a karşı endişe taşıyacak olan kimseler de (ellerine düşen yetimlerin bakımı hakkında Allâh-u Te‘âlâ’dan) son derece korksun (ve kendi çocuklarına ne yapılmasını istiyorlarsa onlara da o muâmeleyi uygulasınlar). Öyleyse onlar (bakımıyla yükümlü oldukları yetimler hakkında, kendi çocuklarına gösterdikleri hassâsiyeti taşımama konusunda) Allâh’tan hakkıyla sakınsınlar da, (çocuklarına: “Yavrucuğum” diye hitap ettikleri gibi, yetimlere de tatlı ve) dosdoğru bir söz söylesinler.
10﴿ O kimseler ki yetimlerin mallarını bir zulüm olarak (haksız yere) yemektedirler; gerçekten onlar, karınları içerisinde ancak (tıka basa) bir ateş yemektedirler. Yakında da onlar (misli görülmemiş) çok alevlendirilmiş pek korkunç bir ateşe gireceklerdir.
11﴿ Allâh çocuklarınız(ın kalan maldan mîras paylaşımı) hakkında size (şu hükümleri emir ve) vasiyet etmektedir ki; erkek için, iki dişinin payı kadar vardır. Eğer o (ölüden geriye kala)n (çocuk)lar ikiden fazla olan birtakım kadınlarsa, onun bırakmış olduğu şeylerden üçte ikisi kendilerine âittir. Fakat o (dişi çocuk) bir tek ise onun için (kalan malın) yarı(sı) vardır. (Ölünün) kendisi için bir çocuk (ve daha fazlası) mevcutsa, bırakmış olduğu şeylerden altıda biri de anne ve babası içindir; (ama onlar bu hissede müşterek olmayıp) o ikisinden her biri için (altıda bir pay sâbit)dir. Fakat onun için bir çocuk bulunmuyorsa ve (sâdece) ana-babası kendisine vâris olmuşsa o zaman annesi için (mîrastan) üçte bir (pay) vardır (geri kalan ise babaya âittir). Ama eğer onun için (erkek ve kız, ana-baba bir veyâ ayrı) kardeşler mevcutsa o vakit altıda bir annesine âittir (geri kalan yine babaya âittir).(İşte bütün bu hisseler ölüm döşeğinde bulunan) o kişinin kendisini vasiyet edeceği bir vasiyet(in yerine getirilmesi) yâhut bir borç (bırakmışsa onun edâsın)dan sonradır! (Ey Müslümanlar! Akrabânızdan kimine mîrastan pay ayırıp kimini mahrum etmeye yeltenmeyin, siz Allâh-u Te‘âlâ’nın vasiyetini tutmaya bakın. Çünkü) babalarınız ve oğullarınız (var ya); bilemezsiniz ki onların hangisi (dünyâ ve âhirette) fayda bakımından sizin için daha yakındır? Allâh (tarafın)dan bir farz olarak (bu hükümler size meşrû edilmiştir)! (Siz yarın kimden fayda göreceğinizi bilmekten âcizken) şüphesiz ki Allâh (kimin kime faydalı olacağı dâhil her şeyi) dâimâ (çok iyi bilen) bir Alîm ve (mîras taksimi dâhil tüm hükümlerinde son derece isâbetli) bir Hakîm olmuştur. Tefsirlerde zikredildiğine göre; câhiliyet devrinde çocuklar ve kadınlar mîrastan mahrum edilirken, İslâm bu âyet-i kerîmelerle onların bu zararını gidermiştir. Rivâyete göre; ensardan Evs ibnü Sâbit (Radıyallâhu Anh) üç kız çocuğu bırakarak vefât ettiğinde, iki amcaoğlu malın tamâmını alıp hanımına ve çocuklarına bir şey vermediler. Hanımı bu hususta Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e şikâyetlenince: “Hele şimdi dön bakayım, Allâh ne buyurur?” cevâbını aldı, sonra bu sûrenin 7. âyet-i kerîmesi nâzil olarak, kadınların da mîrastan payı olduğunu beyân ettiğinde, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) vefât eden zâtın amcazâdelerine malı bölüşmemelerini emretti, zîrâ kızlara ayrılan hisse miktârını açıklayan bir vahiy beklediğini iletti. Bunun üzerine bu ve bir sonraki âyet-i kerîme nâzil olunca: “Evs’in bıraktığından sekizde birini hanımına, üçte ikisini kızlarına bırakın, geri kalanı sizindir” diye amcaoğullarına emretti. Lâkin burada yeri gelmişken bâzılarının, İslâm’ın kadınlara tanıdığı haklardan sarf-ı nazar ederek, mîrastan erkeğin tam, kızınsa yarım hisse alması konusundaki yersiz îtirazlarına cevap verecek olursak; evlenirken mehir vermek ve düğün masrafları, âile hayâtında ise harcama yükü erkeğe yüklenmişken, mîras taksiminde kadına erkekten fazla ya da eşit verilmesi adâlete ters düşeceği gibi, harcamalardaki farklı yükümlülük göz önünde bulundurularak erkeğe fazla verilmesi de kadınların menfaatine olan ince bir adâlet tatbîkidir. Dolayısıyla böylece erkeğe: “Sana yarım verecekken tam veriyoruz ama hanımının nafakasını sana yüklüyoruz” buyrulmuş olmaktadır. Ayrıca erkekle dişi arasındaki yaratılış farkı göz önünde bulundurulduğunda kadının, erkekte olmayan bâzı husûsiyetlere sâhip olabileceği düşünülse de para kazanma ve iş yönetme husûsunda erkeğin iktisat gücünün fazla olduğu inkâr edilemez. Binâenaleyh malın erkeğin elinde bulunması, hem kadın hem de erkeğin menfaatleri bakımından daha faydalıdır. Ne var ki; yarı payını düşürerek kadını büsbütün mahrum bırakmak da adâlet ve genel menfaatlerle bağdaşmayacağından, İslâm her konuda olduğu gibi bu hususta da hem fert hem de toplum için en faydalı ve hikmetli olan hükmü getirmiştir.
سُورَةُ النِّسَاءِ
الجزء ٤
٧٧
لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يبًا مَفْرُوضًا ﴿٧
وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا ﴿٨
وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافًا خَافُوا عَلَيْهِمْۖ فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًا ﴿٩
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْمًا اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَارًاۜ وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يرًا۟ ﴿١٠
يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ فَاِنْ كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعًاۚ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يمًا حَك۪يمًا ﴿١١
Nisâ Sûresi
77
Cuz 4
لِلرِّجَالِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَۖ وَلِلنِّسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالْاَقْرَبُونَ مِمَّا قَلَّ مِنْهُ اَوْ كَثُرَۜ نَص۪يبًا مَفْرُوضًا ﴿٧
7﴿ Ana-babanın ve en yakın (hısım)ların (ölüp geride) bırakmış olduğu şeylerden erkekler için bir nasip vardır, ana-babanın ve en yakın (hısım)ların (mîras olarak) bırakmış olduğu şeylerden kadınlar için de bir nasip vardır. O (bıraktıkları)ndan; onun az olanından da yâhut çok olanından da (bu hisse verilmelidir)! (Bu hisseler Allâh-u Te‘âlâ tarafından) farz kılınmış bir nasip olarak /kesilip ayrılmış bir pay olarak (belirlenmiştir)/.
وَاِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ اُو۬لُوا الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينُ فَارْزُقُوهُمْ مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا ﴿٨
8﴿ Bir de (şerîata göre mîrastan payı olmayan) akrabâlık sâhipleri ve yetimlerle yoksullar (mîras) taksim(in)e şâhit olurlarsa, onlara da ondan (bir şeyler) verin ve kendilerine (daha fazla verilememesinin mâzeretini içeren ve bereket duâsı ihtivâ etmesi hasebiyle herkes tarafından kabûl gören ve) iyi olduğu bilinen bir söz söyleyin (ki o sözler başa kakma ifâdeleri içermesin).
وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافًا خَافُوا عَلَيْهِمْۖ فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًا ﴿٩
9﴿ Arkalarından zayıf bir (nesil ve âciz bir) zürriyet bıraksalardı onlar(ın bakımın)a karşı endişe taşıyacak olan kimseler de (ellerine düşen yetimlerin bakımı hakkında Allâh-u Te‘âlâ’dan) son derece korksun (ve kendi çocuklarına ne yapılmasını istiyorlarsa onlara da o muâmeleyi uygulasınlar). Öyleyse onlar (bakımıyla yükümlü oldukları yetimler hakkında, kendi çocuklarına gösterdikleri hassâsiyeti taşımama konusunda) Allâh’tan hakkıyla sakınsınlar da, (çocuklarına: “Yavrucuğum” diye hitap ettikleri gibi, yetimlere de tatlı ve) dosdoğru bir söz söylesinler.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ اَمْوَالَ الْيَتَامٰى ظُلْمًا اِنَّمَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ نَارًاۜ وَسَيَصْلَوْنَ سَع۪يرًا۟ ﴿١٠
10﴿ O kimseler ki yetimlerin mallarını bir zulüm olarak (haksız yere) yemektedirler; gerçekten onlar, karınları içerisinde ancak (tıka basa) bir ateş yemektedirler. Yakında da onlar (misli görülmemiş) çok alevlendirilmiş pek korkunç bir ateşe gireceklerdir.
يُوص۪يكُمُ اللّٰهُ ف۪ٓي اَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۚ فَاِنْ كُنَّ نِسَٓاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ فَلَهُنَّ ثُلُثَا مَا تَرَكَۚ وَاِنْ كَانَتْ وَاحِدَةً فَلَهَا النِّصْفُۜ وَلِاَبَوَيْهِ لِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ مِمَّا تَرَكَ اِنْ كَانَ لَهُ وَلَدٌۚ فَاِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُ وَلَدٌ وَوَرِثَهُٓ اَبَوَاهُ فَلِاُمِّهِ الثُّلُثُۚ فَاِنْ كَانَ لَهُٓ اِخْوَةٌ فَلِاُمِّهِ السُّدُسُ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ي بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْۚ لَا تَدْرُونَ اَيُّهُمْ اَقْرَبُ لَكُمْ نَفْعًاۚ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يمًا حَك۪يمًا ﴿١١
11﴿ Allâh çocuklarınız(ın kalan maldan mîras paylaşımı) hakkında size (şu hükümleri emir ve) vasiyet etmektedir ki; erkek için, iki dişinin payı kadar vardır. Eğer o (ölüden geriye kala)n (çocuk)lar ikiden fazla olan birtakım kadınlarsa, onun bırakmış olduğu şeylerden üçte ikisi kendilerine âittir. Fakat o (dişi çocuk) bir tek ise onun için (kalan malın) yarı(sı) vardır. (Ölünün) kendisi için bir çocuk (ve daha fazlası) mevcutsa, bırakmış olduğu şeylerden altıda biri de anne ve babası içindir; (ama onlar bu hissede müşterek olmayıp) o ikisinden her biri için (altıda bir pay sâbit)dir. Fakat onun için bir çocuk bulunmuyorsa ve (sâdece) ana-babası kendisine vâris olmuşsa o zaman annesi için (mîrastan) üçte bir (pay) vardır (geri kalan ise babaya âittir). Ama eğer onun için (erkek ve kız, ana-baba bir veyâ ayrı) kardeşler mevcutsa o vakit altıda bir annesine âittir (geri kalan yine babaya âittir).(İşte bütün bu hisseler ölüm döşeğinde bulunan) o kişinin kendisini vasiyet edeceği bir vasiyet(in yerine getirilmesi) yâhut bir borç (bırakmışsa onun edâsın)dan sonradır! (Ey Müslümanlar! Akrabânızdan kimine mîrastan pay ayırıp kimini mahrum etmeye yeltenmeyin, siz Allâh-u Te‘âlâ’nın vasiyetini tutmaya bakın. Çünkü) babalarınız ve oğullarınız (var ya); bilemezsiniz ki onların hangisi (dünyâ ve âhirette) fayda bakımından sizin için daha yakındır? Allâh (tarafın)dan bir farz olarak (bu hükümler size meşrû edilmiştir)! (Siz yarın kimden fayda göreceğinizi bilmekten âcizken) şüphesiz ki Allâh (kimin kime faydalı olacağı dâhil her şeyi) dâimâ (çok iyi bilen) bir Alîm ve (mîras taksimi dâhil tüm hükümlerinde son derece isâbetli) bir Hakîm olmuştur. Tefsirlerde zikredildiğine göre; câhiliyet devrinde çocuklar ve kadınlar mîrastan mahrum edilirken, İslâm bu âyet-i kerîmelerle onların bu zararını gidermiştir. Rivâyete göre; ensardan Evs ibnü Sâbit (Radıyallâhu Anh) üç kız çocuğu bırakarak vefât ettiğinde, iki amcaoğlu malın tamâmını alıp hanımına ve çocuklarına bir şey vermediler. Hanımı bu hususta Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e şikâyetlenince: “Hele şimdi dön bakayım, Allâh ne buyurur?” cevâbını aldı, sonra bu sûrenin 7. âyet-i kerîmesi nâzil olarak, kadınların da mîrastan payı olduğunu beyân ettiğinde, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) vefât eden zâtın amcazâdelerine malı bölüşmemelerini emretti, zîrâ kızlara ayrılan hisse miktârını açıklayan bir vahiy beklediğini iletti. Bunun üzerine bu ve bir sonraki âyet-i kerîme nâzil olunca: “Evs’in bıraktığından sekizde birini hanımına, üçte ikisini kızlarına bırakın, geri kalanı sizindir” diye amcaoğullarına emretti. Lâkin burada yeri gelmişken bâzılarının, İslâm’ın kadınlara tanıdığı haklardan sarf-ı nazar ederek, mîrastan erkeğin tam, kızınsa yarım hisse alması konusundaki yersiz îtirazlarına cevap verecek olursak; evlenirken mehir vermek ve düğün masrafları, âile hayâtında ise harcama yükü erkeğe yüklenmişken, mîras taksiminde kadına erkekten fazla ya da eşit verilmesi adâlete ters düşeceği gibi, harcamalardaki farklı yükümlülük göz önünde bulundurularak erkeğe fazla verilmesi de kadınların menfaatine olan ince bir adâlet tatbîkidir. Dolayısıyla böylece erkeğe: “Sana yarım verecekken tam veriyoruz ama hanımının nafakasını sana yüklüyoruz” buyrulmuş olmaktadır. Ayrıca erkekle dişi arasındaki yaratılış farkı göz önünde bulundurulduğunda kadının, erkekte olmayan bâzı husûsiyetlere sâhip olabileceği düşünülse de para kazanma ve iş yönetme husûsunda erkeğin iktisat gücünün fazla olduğu inkâr edilemez. Binâenaleyh malın erkeğin elinde bulunması, hem kadın hem de erkeğin menfaatleri bakımından daha faydalıdır. Ne var ki; yarı payını düşürerek kadını büsbütün mahrum bırakmak da adâlet ve genel menfaatlerle bağdaşmayacağından, İslâm her konuda olduğu gibi bu hususta da hem fert hem de toplum için en faydalı ve hikmetli olan hükmü getirmiştir.