v02.01.25 Geliştirme Notları
Âl-i İmrân Sûresi
74
Cuz 4
187﴿ Bir zamânı (yâd et) ki; Allâh o kendilerine kitap verilmiş olan (Yahûdî ve Hristiyanlar içindeki âlim) kimselerin (yeminlerle desteklenmiş) kuvvetli sözünü almıştı ki: “Kasem olsun; elbette o (kitaplarınızdaki tüm gerçekleri, özellikle de Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in peygamberliği konusu)nu insanlara mutlaka açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz.” Ama onlar (sözlerini tutacak yerde) onu sırtlarının arkasına atmışlardı da ona karşılıkب pek az bir pahayı (ve basit kârları) satın almışlardı. Artık (Allâh’a verdikleri sözü bozmaya karşılık) satın almakta oldukları o (dünyâlık) şey ne kadar da kötü olmuştur. Bu âyet-i kerîmeden anlaşıldığına göre; dînî ilimleri açıklamak farz olup, zâlimlere kolaylık sağlamak, gönüllerini hoş etmek ve hediyelerini beklemek gibi bozuk gâyelerle din işlerinden bir şeyi gizlemek haramdır. Bu yüzden Alî (Radıyallâhu Anh): “Allâh-u Te‘âlâ âlimlerden öğretme sözü almadıkça, câhillerden öğrenme sözü almadı” buyurmuş, Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh) da: “Allâh-u Te‘âlâ’nın Ehl-i Kitap’tan aldığı söz olmasaydı, size bu kadar çok hadis nakletmezdim” buyurduktan sonra bu âyet-i kerîmeyi okumuştur. Hasen (Radıyallâhu Anh)ın: “Allâh-u Te‘âlâ’nın, ehl-i ilimden aldığı ahd-ü mîsâk olmasaydı, sormakta olduğunuz şeylerin birçoğuna cevap vermezdim” şeklindeki beyânı da, bu âyet-i kerîmede Ehl-i Kitap’tan alındığı beyân edilen sözün, bu ümmetin âlimlerine de şâmil olduğuna işâret etmektedir. (el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 5/188-189)
188﴿ (Habîbim!) Sakın sanma o kimseleri ki, (hakkı gizleyip bâtılla karıştırma gibi) yapmış oldukları (kötü) şeylerle sevinmektedirler, bir de onlar (sözde durmak, doğru konuşmak ve hakkı açıklamak gibi) yapmadıkları (iyi) şeylerle de övülmeyi sevmektedirler; artık sakın sen onları zannetme ki azaptan kurtulacak bir yerdedirler. Üstelik çok acı verici büyük bir azap sâdece onlar içindir.
189﴿ (Vâr etmek, yok etmek, diriltmek, öldürmek, azap etmek ve sevap vermek dâhil tüm konularda) göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı ve yönetimi) ancak Allâh’a âittir. Allâh her şeye de (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
190﴿ Şüphesiz göklerin ve yerin (yoktan) yaratılmasında (ve kendilerinde bulunan eşsiz sanat eserlerinde), geceyle gündüzün birbirini tâkibinde /gece ile gündüzün (renklerinin karanlık ve aydınlık olarak farklılık arz etmesinde, sürelerinin de mevsimlere göre bâzen artıp bâzen eksilerek) ihtilâf edişinde/, (duyuların ve düşüncelerin esâretinden kurtulmuş) hâlis akıllara sâhip kimseler için elbette pek büyük nice âyetler vardır (ki; onlardan her biri Allâh-u Te‘âlâ’nın varlığını, birliğini, ilim ve kudretinin mükemmelliğini göstermektedir).
191﴿ O (hâlis akıl sâhibi) kimseler (için göklerde ve yerlerde nice âyetler vardır) ki; onlar ayakta duran kimseler ve oturanlar hâlindeyken, bir de yanları üzere (yatarlar) iken (her hâlükârda) Allâh’ı sürekli zikrederler de (bu zikir netîcesinde kalpleri uyanarak) göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (sonra bu inceden inceye düşünmeleri sâyesinde Allâh-u Te‘âlâ ile aralarından perdeler kalkarak şu münâcâtlarda bulunurlar): “Ey Rabbimiz! Sen işte bun(ca mahlûk)u (kendileri sâyesinde mükellefler Seni bilip kulluk ederek ebedî hayatta birçok nîmetlere nâil olsunlar diye yarattın, yoksa boş yere, gâyesiz ve) bâtıl bir şey olarak yaratmadın. (Şânına yakışmayacak her türlü noksanlıktan) Seni tesbîh ile (tenzîh eder ve her türlü kusurdan son derece uzak olduğunu ikrâr ederiz)! Öyleyse (mahlûkātın hakkında tefekkürü terk etmemiz ve emirlerine isyân etmemiz durumunda hak edeceğimiz) o (cehennem) ateşin(in) azâbından bizi koru.
192﴿ Ey Rabbimiz! Gerçekten Sen kimi o (cehennemdeki) ateşe girdirirsen, muhakkak ki onu (rezilliği hak ettiği için) rezîl-ü rüsvay etmişsindir. Zâten (inkâr eden) o zâlimler için yardımcılardan hiçbir kimse yoktur.
193﴿ Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz: ‘Rabbinize îmân edin’ diye îmâna çağıran (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve Kur’ân gibi) yüce bir münâdî duyduk da (ona) hemen îmân ettik. Ey Rabbimiz! Öyleyse bizim için (büyük) günahlarımızı bağışla, (küçük günahlarımızı vesâir) kötü işlerimizi de bizden ört ve bizi iyi kimselerle birlikte vefât ettir (ve Sen bize peygamberler, sıddîklar, şehitler ve sâlihler gibi ölebilmeyi nasip eyle!)
194﴿ Ey Rabbimiz! (Sevap ve yardım adına) bize vaad etmiş olduğun şeyi rasüllerinle birlikte bize de ver. Kıyâmet gününde de rezîl etme bizi. Şüphesiz ki Sen (müminlere sevap vermek ve duâlarını kabûl etmek husûsunda kendilerine vermiş olduğun) sözü bozmazsın.”
سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ
الجزء ٤
٧٤
وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُۘ فَنَبَذُوهُ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِه۪ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ ﴿١٨٧
لَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿١٨٨
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟ ﴿١٨٩
اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ ﴿١٩٠
اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًاۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ﴿١٩١
رَبَّنَٓا اِنَّكَ مَنْ تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ اَخْزَيْتَهُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ ﴿١٩٢
رَبَّنَٓا اِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَاد۪ي لِلْا۪يمَانِ اَنْ اٰمِنُوا بِرَبِّكُمْ فَاٰمَنَّاۗ رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّـَٔاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الْاَبْرَارِۚ ﴿١٩٣
رَبَّنَا وَاٰتِنَا مَا وَعَدْتَنَا عَلٰى رُسُلِكَ وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْم۪يعَادَ ﴿١٩٤
Âl-i İmrân Sûresi
74
Cuz 4
وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُۘ فَنَبَذُوهُ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِه۪ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ ﴿١٨٧
187﴿ Bir zamânı (yâd et) ki; Allâh o kendilerine kitap verilmiş olan (Yahûdî ve Hristiyanlar içindeki âlim) kimselerin (yeminlerle desteklenmiş) kuvvetli sözünü almıştı ki: “Kasem olsun; elbette o (kitaplarınızdaki tüm gerçekleri, özellikle de Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in peygamberliği konusu)nu insanlara mutlaka açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz.” Ama onlar (sözlerini tutacak yerde) onu sırtlarının arkasına atmışlardı da ona karşılıkب pek az bir pahayı (ve basit kârları) satın almışlardı. Artık (Allâh’a verdikleri sözü bozmaya karşılık) satın almakta oldukları o (dünyâlık) şey ne kadar da kötü olmuştur. Bu âyet-i kerîmeden anlaşıldığına göre; dînî ilimleri açıklamak farz olup, zâlimlere kolaylık sağlamak, gönüllerini hoş etmek ve hediyelerini beklemek gibi bozuk gâyelerle din işlerinden bir şeyi gizlemek haramdır. Bu yüzden Alî (Radıyallâhu Anh): “Allâh-u Te‘âlâ âlimlerden öğretme sözü almadıkça, câhillerden öğrenme sözü almadı” buyurmuş, Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh) da: “Allâh-u Te‘âlâ’nın Ehl-i Kitap’tan aldığı söz olmasaydı, size bu kadar çok hadis nakletmezdim” buyurduktan sonra bu âyet-i kerîmeyi okumuştur. Hasen (Radıyallâhu Anh)ın: “Allâh-u Te‘âlâ’nın, ehl-i ilimden aldığı ahd-ü mîsâk olmasaydı, sormakta olduğunuz şeylerin birçoğuna cevap vermezdim” şeklindeki beyânı da, bu âyet-i kerîmede Ehl-i Kitap’tan alındığı beyân edilen sözün, bu ümmetin âlimlerine de şâmil olduğuna işâret etmektedir. (el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 5/188-189)
لَا تَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿١٨٨
188﴿ (Habîbim!) Sakın sanma o kimseleri ki, (hakkı gizleyip bâtılla karıştırma gibi) yapmış oldukları (kötü) şeylerle sevinmektedirler, bir de onlar (sözde durmak, doğru konuşmak ve hakkı açıklamak gibi) yapmadıkları (iyi) şeylerle de övülmeyi sevmektedirler; artık sakın sen onları zannetme ki azaptan kurtulacak bir yerdedirler. Üstelik çok acı verici büyük bir azap sâdece onlar içindir.
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟ ﴿١٨٩
189﴿ (Vâr etmek, yok etmek, diriltmek, öldürmek, azap etmek ve sevap vermek dâhil tüm konularda) göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı ve yönetimi) ancak Allâh’a âittir. Allâh her şeye de (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ ﴿١٩٠
190﴿ Şüphesiz göklerin ve yerin (yoktan) yaratılmasında (ve kendilerinde bulunan eşsiz sanat eserlerinde), geceyle gündüzün birbirini tâkibinde /gece ile gündüzün (renklerinin karanlık ve aydınlık olarak farklılık arz etmesinde, sürelerinin de mevsimlere göre bâzen artıp bâzen eksilerek) ihtilâf edişinde/, (duyuların ve düşüncelerin esâretinden kurtulmuş) hâlis akıllara sâhip kimseler için elbette pek büyük nice âyetler vardır (ki; onlardan her biri Allâh-u Te‘âlâ’nın varlığını, birliğini, ilim ve kudretinin mükemmelliğini göstermektedir).
اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًاۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ﴿١٩١
191﴿ O (hâlis akıl sâhibi) kimseler (için göklerde ve yerlerde nice âyetler vardır) ki; onlar ayakta duran kimseler ve oturanlar hâlindeyken, bir de yanları üzere (yatarlar) iken (her hâlükârda) Allâh’ı sürekli zikrederler de (bu zikir netîcesinde kalpleri uyanarak) göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (sonra bu inceden inceye düşünmeleri sâyesinde Allâh-u Te‘âlâ ile aralarından perdeler kalkarak şu münâcâtlarda bulunurlar): “Ey Rabbimiz! Sen işte bun(ca mahlûk)u (kendileri sâyesinde mükellefler Seni bilip kulluk ederek ebedî hayatta birçok nîmetlere nâil olsunlar diye yarattın, yoksa boş yere, gâyesiz ve) bâtıl bir şey olarak yaratmadın. (Şânına yakışmayacak her türlü noksanlıktan) Seni tesbîh ile (tenzîh eder ve her türlü kusurdan son derece uzak olduğunu ikrâr ederiz)! Öyleyse (mahlûkātın hakkında tefekkürü terk etmemiz ve emirlerine isyân etmemiz durumunda hak edeceğimiz) o (cehennem) ateşin(in) azâbından bizi koru.
رَبَّنَٓا اِنَّكَ مَنْ تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ اَخْزَيْتَهُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ ﴿١٩٢
192﴿ Ey Rabbimiz! Gerçekten Sen kimi o (cehennemdeki) ateşe girdirirsen, muhakkak ki onu (rezilliği hak ettiği için) rezîl-ü rüsvay etmişsindir. Zâten (inkâr eden) o zâlimler için yardımcılardan hiçbir kimse yoktur.
رَبَّنَٓا اِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَاد۪ي لِلْا۪يمَانِ اَنْ اٰمِنُوا بِرَبِّكُمْ فَاٰمَنَّاۗ رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّـَٔاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الْاَبْرَارِۚ ﴿١٩٣
193﴿ Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz: ‘Rabbinize îmân edin’ diye îmâna çağıran (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve Kur’ân gibi) yüce bir münâdî duyduk da (ona) hemen îmân ettik. Ey Rabbimiz! Öyleyse bizim için (büyük) günahlarımızı bağışla, (küçük günahlarımızı vesâir) kötü işlerimizi de bizden ört ve bizi iyi kimselerle birlikte vefât ettir (ve Sen bize peygamberler, sıddîklar, şehitler ve sâlihler gibi ölebilmeyi nasip eyle!)
رَبَّنَا وَاٰتِنَا مَا وَعَدْتَنَا عَلٰى رُسُلِكَ وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْم۪يعَادَ ﴿١٩٤
194﴿ Ey Rabbimiz! (Sevap ve yardım adına) bize vaad etmiş olduğun şeyi rasüllerinle birlikte bize de ver. Kıyâmet gününde de rezîl etme bizi. Şüphesiz ki Sen (müminlere sevap vermek ve duâlarını kabûl etmek husûsunda kendilerine vermiş olduğun) sözü bozmazsın.”