v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
5
Cuz 1
30﴿ (Habîbim! Hatırla) bir zamânı ki, senin Rabbin meleklere: “Muhakkak Ben yer(yüzün)de (oranın îmârı, kullarımın idâresi ve emirlerimin tebliğ ve icrâsına yetkili olmak üzere var edeceğim insanların babası olan Âdem’i) bir halîfe (olarak) yaratıcıyım” buyurmuştu da, onlar (îtirâz kastıyla değil de, hikmetini öğrenmek için): “Sen orada bozgunculuk yapacak ve kanlar dökecek bir kimseyi mi yaratacaksın? Hâlbuki biz dâimâ Sana hamd (etme) ile birlikte (övgülerde bulunarak ve ‘Sübhânellâhi ve bihamdihî’ zikri ile meşgul) olarak (Yüce Zâtına yakışmayan her şeyden Senin için tenzîh ve) tesbîhte bulunuyoruz ve (eş, ortak ve evlât gibi şânına lâyık görmediğin bütün noksanlık ve kusurlardan) Seni sürekli takdîs (ve tenzîh) ediyoruz!” demişlerdi. O (Allâh-u Te‘âlâ ise): “(Âdem’in yaratılıp halîfe seçilmesindeki faydalarla ilgili) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri şüphesiz ki Ben bilmekteyim” buyurmuştu.
31﴿ O (Allâh-u Te‘âlâ) da (Âdem’in üstünlüğünü meleklere göstermek için, kepçeye, çanağa varıncaya kadar tüm varlıkların) isimleri(ni); onların tümünü (ve neye yaradıklarını) Âdem’e öğretmişti. Sonra onları(n isim olarak kendilerine takıldığı varlıkları) meleklere arz etmişti de: “İşte şunların adlarını Bana bildirin. Eğer siz (günahsızlık sıfatınızdan dolayı halîfeliğe daha lâyık olduğunuz fikrinde) doğru söyleyen kimseler olduysanız (bunu ispatlamanız gerekir)” buyurmuştu.
32﴿ Onlar (buna cevâben): “(Bir şeyin Sana gizli kalması ve hükmüne îtirâz olunması gibi şânına yakışmayan bütün noksanlıklardan) Seni tesbîh ile (tenzîh ederiz)! Senin bize öğretmiş olduğun şeylerden başka bizim için hiçbir ilim (ve bilgi) yoktur. Şüphesiz ki Sen; ancak Sen (öğrenmekten münezzeh olan bir) Alîm’sin, (hükmünde yanlış bulunmayan yegâne hikmet sâhibi bir) Hakîm’sin. (Bu yüzden biz Senin öğretmene muhtâcız ve Âdem’i halîfe seçmene râzıyız)” demişlerdi.
33﴿ O (zaman Allâh-u Te‘âlâ): “Ey Âdem! Bu (meleklere gösterile)n (varlık)ların isimlerini onlara haber ver” buyurmuştu. Bunun üzerine o (Âdem) onlar(a gösterilen varlıklar)ın isimlerini kendilerine haber verince (Allâh-u Te‘âlâ): “(Ey Benim meleklerim!) Ben size: ‘Şüphesiz göklerin ve yerin (bütün) gayb(lar)ını (tüm gizlilerini, olmuş ve olacak her şeyi) Ben bilirim ve (Âdem’in hilâfetinin hikmetini sorarak) hangi şeyi açıklamaktasınız, (Benim sizden daha kıymetli kullar yaratmayacağım husûsunda içinizde) hangi şeyi de gizlemekte oldunuz, (hepsini ancak) Ben bilirim’ dememiş miydim?!” buyurmuştu.
34﴿ (Yâd et) o zamânı ki Biz meleklere (ve cinlere): “(Şerefini ikrâr ettiğinizi göstermek ve onu selâmlamak üzere kıble olarak) Âdem’e (doğru yönelip, Allâh’a) secde edin” buyurmuştuk da, onlar(ın hepsi) hemen secde etmişlerdi. Lâkin İblîs (direnip secdeden) kaçındı ve iyice büyüklendi. Zâten o (şeytan, ilm-i ezelîde bedbahtlığı bilinen) kâfirlerdendi.
35﴿ Biz de: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleş(in), ikiniz de onda (bulunan yiyeceklerde)n dilediğiniz yerde (engellenmeksizin, lezzetlice ve) bolca yiyin. Ama ikiniz de işte şu ağaca yaklaş(ıp ürününden yemeye kalkış)mayın, sonra ikiniz de (nefislerinize zarar vererek, kendilerine yazık eden) zâlimlerden olursunuz” buyurduk.
36﴿ Derken şeytan ikisini de (o ağaçtan yemeye teşvik ederek) ondan sebep (yanlışa ve) zelleye sevk etti de içinde bulundukları (cennet nîmetlerinden ibâret o güzelim) şeylerden o ikisini çıkardı. (O zaman) Biz de: “(Ey Âdem ile Havvâ ve ey İblîs! Zürriyetlerinizin birbirlerine karşı sergileyeceği düşmanlık, zulüm ve azgınlıklar yüzünden) bir kısmınız(ın) diğer bir kısm(ınız)a büyük bir düşman ol(ması takdir edilmiş ol)arak (cennetten) inin. Böylece (ecelinizin gelip çatacağı belirli) bir zamâna kadar yer(yüzün)de sizin için bir yerleşim mahalli ve bir yaşantı vardır” buyurduk.
37﴿ Bunun üzerine Âdem (tevbe edebilmesi için) Rabbinden birtakım kelimeler (ve duâlar) telakkî etti (de onları öğrenip Rabbine yalvarmaya başladı), O da hemen onun tevbesini kabûl etti. Çünkü şüphesiz O; ancak O (Allâh-u Te‘âlâ tevbe etmeleri için kullarına çokça yardım eden ve tevbe ettiklerinde bolca kabûl buyuran bir) Tevvâb’dır, (onlara son derece merhamet eden bir) Rahîm’dir.
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ١
٥
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٣٠
وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُ۫ن۪ي بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٣١
قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ ﴿٣٢
قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۚ فَلَمَّٓا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۙ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ ﴿٣٣
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ ﴿٣٤
وَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَاۖ وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ ﴿٣٥
فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا ف۪يهِۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ ﴿٣٦
فَتَلَقّٰٓى اٰدَمُ مِنْ رَبِّه۪ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِۜ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ ﴿٣٧
Bakara Sûresi
5
Cuz 1
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٣٠
30﴿ (Habîbim! Hatırla) bir zamânı ki, senin Rabbin meleklere: “Muhakkak Ben yer(yüzün)de (oranın îmârı, kullarımın idâresi ve emirlerimin tebliğ ve icrâsına yetkili olmak üzere var edeceğim insanların babası olan Âdem’i) bir halîfe (olarak) yaratıcıyım” buyurmuştu da, onlar (îtirâz kastıyla değil de, hikmetini öğrenmek için): “Sen orada bozgunculuk yapacak ve kanlar dökecek bir kimseyi mi yaratacaksın? Hâlbuki biz dâimâ Sana hamd (etme) ile birlikte (övgülerde bulunarak ve ‘Sübhânellâhi ve bihamdihî’ zikri ile meşgul) olarak (Yüce Zâtına yakışmayan her şeyden Senin için tenzîh ve) tesbîhte bulunuyoruz ve (eş, ortak ve evlât gibi şânına lâyık görmediğin bütün noksanlık ve kusurlardan) Seni sürekli takdîs (ve tenzîh) ediyoruz!” demişlerdi. O (Allâh-u Te‘âlâ ise): “(Âdem’in yaratılıp halîfe seçilmesindeki faydalarla ilgili) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri şüphesiz ki Ben bilmekteyim” buyurmuştu.
وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُ۫ن۪ي بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٣١
31﴿ O (Allâh-u Te‘âlâ) da (Âdem’in üstünlüğünü meleklere göstermek için, kepçeye, çanağa varıncaya kadar tüm varlıkların) isimleri(ni); onların tümünü (ve neye yaradıklarını) Âdem’e öğretmişti. Sonra onları(n isim olarak kendilerine takıldığı varlıkları) meleklere arz etmişti de: “İşte şunların adlarını Bana bildirin. Eğer siz (günahsızlık sıfatınızdan dolayı halîfeliğe daha lâyık olduğunuz fikrinde) doğru söyleyen kimseler olduysanız (bunu ispatlamanız gerekir)” buyurmuştu.
قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ ﴿٣٢
32﴿ Onlar (buna cevâben): “(Bir şeyin Sana gizli kalması ve hükmüne îtirâz olunması gibi şânına yakışmayan bütün noksanlıklardan) Seni tesbîh ile (tenzîh ederiz)! Senin bize öğretmiş olduğun şeylerden başka bizim için hiçbir ilim (ve bilgi) yoktur. Şüphesiz ki Sen; ancak Sen (öğrenmekten münezzeh olan bir) Alîm’sin, (hükmünde yanlış bulunmayan yegâne hikmet sâhibi bir) Hakîm’sin. (Bu yüzden biz Senin öğretmene muhtâcız ve Âdem’i halîfe seçmene râzıyız)” demişlerdi.
قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۚ فَلَمَّٓا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۙ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ ﴿٣٣
33﴿ O (zaman Allâh-u Te‘âlâ): “Ey Âdem! Bu (meleklere gösterile)n (varlık)ların isimlerini onlara haber ver” buyurmuştu. Bunun üzerine o (Âdem) onlar(a gösterilen varlıklar)ın isimlerini kendilerine haber verince (Allâh-u Te‘âlâ): “(Ey Benim meleklerim!) Ben size: ‘Şüphesiz göklerin ve yerin (bütün) gayb(lar)ını (tüm gizlilerini, olmuş ve olacak her şeyi) Ben bilirim ve (Âdem’in hilâfetinin hikmetini sorarak) hangi şeyi açıklamaktasınız, (Benim sizden daha kıymetli kullar yaratmayacağım husûsunda içinizde) hangi şeyi de gizlemekte oldunuz, (hepsini ancak) Ben bilirim’ dememiş miydim?!” buyurmuştu.
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ ﴿٣٤
34﴿ (Yâd et) o zamânı ki Biz meleklere (ve cinlere): “(Şerefini ikrâr ettiğinizi göstermek ve onu selâmlamak üzere kıble olarak) Âdem’e (doğru yönelip, Allâh’a) secde edin” buyurmuştuk da, onlar(ın hepsi) hemen secde etmişlerdi. Lâkin İblîs (direnip secdeden) kaçındı ve iyice büyüklendi. Zâten o (şeytan, ilm-i ezelîde bedbahtlığı bilinen) kâfirlerdendi.
وَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَاۖ وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ ﴿٣٥
35﴿ Biz de: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleş(in), ikiniz de onda (bulunan yiyeceklerde)n dilediğiniz yerde (engellenmeksizin, lezzetlice ve) bolca yiyin. Ama ikiniz de işte şu ağaca yaklaş(ıp ürününden yemeye kalkış)mayın, sonra ikiniz de (nefislerinize zarar vererek, kendilerine yazık eden) zâlimlerden olursunuz” buyurduk.
فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا ف۪يهِۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ ﴿٣٦
36﴿ Derken şeytan ikisini de (o ağaçtan yemeye teşvik ederek) ondan sebep (yanlışa ve) zelleye sevk etti de içinde bulundukları (cennet nîmetlerinden ibâret o güzelim) şeylerden o ikisini çıkardı. (O zaman) Biz de: “(Ey Âdem ile Havvâ ve ey İblîs! Zürriyetlerinizin birbirlerine karşı sergileyeceği düşmanlık, zulüm ve azgınlıklar yüzünden) bir kısmınız(ın) diğer bir kısm(ınız)a büyük bir düşman ol(ması takdir edilmiş ol)arak (cennetten) inin. Böylece (ecelinizin gelip çatacağı belirli) bir zamâna kadar yer(yüzün)de sizin için bir yerleşim mahalli ve bir yaşantı vardır” buyurduk.
فَتَلَقّٰٓى اٰدَمُ مِنْ رَبِّه۪ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِۜ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ ﴿٣٧
37﴿ Bunun üzerine Âdem (tevbe edebilmesi için) Rabbinden birtakım kelimeler (ve duâlar) telakkî etti (de onları öğrenip Rabbine yalvarmaya başladı), O da hemen onun tevbesini kabûl etti. Çünkü şüphesiz O; ancak O (Allâh-u Te‘âlâ tevbe etmeleri için kullarına çokça yardım eden ve tevbe ettiklerinde bolca kabûl buyuran bir) Tevvâb’dır, (onlara son derece merhamet eden bir) Rahîm’dir.