v02.01.25 Geliştirme Notları
Mâide Sûresi
112
Cuz 6
32﴿ İşte sana (ey muhâtap)! Bu (şekilde Kābîl’in, Hâbîl’in canına kıyması)ndan dolayı Biz (öldürme suçunu çokça işleyen) İsrâîloğulları üzerine şu önemli gerçeği (bir hüküm olarak) yazdık ki; her kim bir can mukābilinde (kısas olunma gibi haklı bir gerekçe bulunmaksızın) yâhut yer(yüzün)de bir fesat (ve bozgunculuk anlamına gelen irtidât ve yol kesicilik gibi öldürülmesini mûcip bir neden) olmaksızın (haksız yere) bir şahsı öldürürse, gerçekten de o, sanki insanları topluca öldürmüştür. (Bir insanın öldürülmesine engel olarak ve onu tehlikelerden kurtararak onun hayâtının devâmına sebebiyet vermek sûretiyle) kim de onu diriltirse, sanki insanları tümüyle diriltmiştir. Andolsun ki; elbette (İsrâîloğulları hakkında bu hükmü yazmamızın ardından) rasüllerimiz onlara (bu cinâyetlerden uzak durmaları için) gerçekten nice açık deliller getirmişti. Sonra işte sana! Bunun ardından (nice deliller gördükleri hâlde) hiç şüphesiz ki içlerinden birçoğu elbette yer(yüzün)de (bozgunculuk çıkartma ve insan öldürme suçlarında) haddi aşıcı kimselerdir. Kısasın farziyeti bütün dinler ve milletler açısından umûmî bir hüküm olsa da, bu âyet-i kerîmede İsrâîloğulları hakkında konu edilen güçlü tehdit, İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiğine göre; bir peygamberi veyâ adâletli bir devlet büyüğünü öldürenler hakkındadır. Diğer bir kavle göre ise; herhangi bir şahsı öldürenden bahsetmektedir. Zîrâ tek bir canı öldürmenin bütün insanları öldürme gibi olduğunun açıklanması, haksız yere kasten adam öldürmenin cezâsını iyice anlatmaktadır ki, bunun gâyesi Yahûdîlerin bu büyük tehdîdi bilmelerine rağmen nebîleri ve rasülleri öldürmeye kalkışmalarına bir târizdir. Bu da onların kalplerinin son derece katılığının ve Allâh’tan uzaklıklarının en büyük delîlidir. (‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 5/373-374)
33﴿ Allâh ve Rasûlü(nün dostları olan müminler) ile harp etmekte olan (ve insanların yollarını kesip mallarını çalan) o (îmânsız) kişilerin ve (Müslümanlardan da olsa) yer(yüzün)de fesat (ve bozgunculuk çıkartmak) için koşuşturan kimselerin cezâsı (sâdece öldürmekle yetinmişlerse) ancak (kısas yoluyla) öldürülmeleri yâhut (cinâyetle birlikte mal da gasbetmişlerse) asılmaları veyâ (cinâyet işlemeyip sâdece mal almışlarsa) ellerinin ve ayaklarının çaprazdan kesilmesi ya da (korkutmaktan başka bir şey yapmamışlarsa) o (zaman bulundukları) yerden sürül(üp hapse gönderil)meleridir. (Ey muhâtap!) İşte sana! Bu (cezâlar), dünyâda onlar için büyük bir (alçaklık, rezillik ve) rüsvaylıktır, (günahlarının büyüklüğünden dolayı) âhirette ise kendileri için çok dehşetli pek büyük bir azap vardır. Allâh-u Te‘âlâ ile muhârebe yapılamayacağından dolayı burada Allâh-u Te‘âlâ’nın emirlerine muhâlefet eden ve Rasûlünün hükümlerine başkaldırmış olan kimselerin cezâsı konu edilmiştir. Nitekim Ukl ve Urayne kabîlelerinden birtakım insanlar Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek Müslüman olduklarını açıkladılar. Fakat sonra Medîne’nin havası kendilerine yaramayınca hastalanıp zayıflamaya başladılar ve ovaya develerin yanına gidip, onların sütlerinden içerek sağlıklarına kavuşmak için Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den izin istediler. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in müsâadesi üzere Kuba civârındaki zekât develerinin yanında bir müddet kalıp iyileşince dinden dönerek develerden birini boğazladılar, çobanlardan birinin ellerini ve ayaklarını kesip, diline ve gözlerine de diken batırarak ölünceye kadar kızgın güneşin altında bıraktılar, diğer develeri de alıp götürdüler. Sağ kalan bir çobanın haberi üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yirmi kişilik bir müfrezeyi onların tâkibine gönderdi. Yakalanıp getirildiklerinde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onlara kısas yapılmasını emretti. Bunun üzerine o cânîlerin gözleri çıkarıldı, elleri ve ayakları kesildi ve ölünceye kadar o hâl üzere Harre tarafında bırakıldılar. (el-Buhârî, el-Meğâzî:34, rakam:3956, 4/1535; ez-Zekât:67, rakam:1430, 2/546) Diğer kaynaklar için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 6/481-482
34﴿ Ancak o kimseler müstesnâ ki kendilerine (ulaşıp yakalamak için) güç yetirmenizden önce (kâfirlikten ve bozgunculuktan) tevbe etmiştirler. (Bu durumda kan sâhiplerinin kısas hakkı bâkiyse de, yöneticilerin, Allâh’ın hakkı olan had cezâsını uygulayarak onları öldürmeleri gerekmez.) Artık bilin ki; Allâh gerçekten (tevbe edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (onlardan cezâyı kaldıracak derecede merhamet sâhibi olan bir) Rahîm’dir.
35﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! Allâh’tan hakkıyla sakının (da O’nun kullarına eziyet etmeyin) ve (emirlerini tutmak, yasaklarından kaçmak ve dostlarını sevmek gibi amellerle sizi) O’na (yaklaştıracak) vesîle(ler) arayın. Bir de (Allâh-u Te‘âlâ’nın görünen-görünmeyen tüm düşmanlarıyla harp etmek üzere) O’nun yolunda cihâd edin, tâ ki siz (dünyâ ve âhirette saâdet ve) felâha kavuşabilesiniz. Bu âyet-i kerîme müminlere, kulu Rabbine yaklaştıracak vesîle aramalarını emretmektedir. Bu tevessül, kişinin namaz-oruç gibi sâlih amelleriyle olabileceği gibi, Allâh rızâsı için sevdiği nebîler ve velîlerin Allâh indindeki makamları hürmetiyle de yapılabilir. Zâten: “Allâh için olan sevginin amellerin en üstünü olduğu” (Ebû Dâvûd, es-Sünne:3, rakam:4599, 2/609) hadîs-i şerîflerde bildirildiği için, bu tevessül yine kişinin kendi sâlih ameliyle yapılmış olmaktadır. Nitekim Âdem (Aleyhisselâm)ın, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hürmetine mağfiret istemesi üzerine bağışlandığı sahîh hadîs-i şerîfte zikredilmiştir. (el-Hâkim, el-Müstedrek, rakam:4228, 2/672) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sağlığında ve vefâtından sonra sahâbenin ve sâlihlerin onun kıymetli şahsıyla, ayrıca sakal-ı şerîf ve hırka-i şerîf gibi mukaddes emânetleriyle tevessül ve teberrüklerinin meşrûiyetinin tafsîlatlı delilleri için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 7/13-66
36﴿ Şüphesiz o kimseler ki kâfir olmuşturlar; kıyâmet gününün azâbından dolayı kendisini fidye (olarak) verebilmeleri için, yer(yüzün)de bulunanların tümü ve berâberinde bir misli daha onlara âit ol(up hepsini verecek ol)sa(lar) da, gerçekten de bu onlardan kabûl olunmayacaktır. Üstelik onlar için çok acı verici pek büyük bir azap vardır.
سُورَةُ الْمَائِدَةِ
الجزء ٦
١١٢
مِنْ اَجْلِ ذٰلِكَۚۛ كَتَبْنَا عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِي الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِۘ ثُمَّ اِنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ فِي الْاَرْضِ لَمُسْرِفُونَ ﴿٣٢
اِنَّمَا جَزٰٓؤُا الَّذ۪ينَ يُحَارِبُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَادًا اَنْ يُقَتَّلُٓوا اَوْ يُصَلَّبُٓوا اَوْ تُقَطَّعَ اَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ اَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْاَرْضِۜ ذٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ ﴿٣٣
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْۚ فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿٣٤
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿٣٥
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٣٦
Mâide Sûresi
112
Cuz 6
مِنْ اَجْلِ ذٰلِكَۚۛ كَتَبْنَا عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِي الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِۘ ثُمَّ اِنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ فِي الْاَرْضِ لَمُسْرِفُونَ ﴿٣٢
32﴿ İşte sana (ey muhâtap)! Bu (şekilde Kābîl’in, Hâbîl’in canına kıyması)ndan dolayı Biz (öldürme suçunu çokça işleyen) İsrâîloğulları üzerine şu önemli gerçeği (bir hüküm olarak) yazdık ki; her kim bir can mukābilinde (kısas olunma gibi haklı bir gerekçe bulunmaksızın) yâhut yer(yüzün)de bir fesat (ve bozgunculuk anlamına gelen irtidât ve yol kesicilik gibi öldürülmesini mûcip bir neden) olmaksızın (haksız yere) bir şahsı öldürürse, gerçekten de o, sanki insanları topluca öldürmüştür. (Bir insanın öldürülmesine engel olarak ve onu tehlikelerden kurtararak onun hayâtının devâmına sebebiyet vermek sûretiyle) kim de onu diriltirse, sanki insanları tümüyle diriltmiştir. Andolsun ki; elbette (İsrâîloğulları hakkında bu hükmü yazmamızın ardından) rasüllerimiz onlara (bu cinâyetlerden uzak durmaları için) gerçekten nice açık deliller getirmişti. Sonra işte sana! Bunun ardından (nice deliller gördükleri hâlde) hiç şüphesiz ki içlerinden birçoğu elbette yer(yüzün)de (bozgunculuk çıkartma ve insan öldürme suçlarında) haddi aşıcı kimselerdir. Kısasın farziyeti bütün dinler ve milletler açısından umûmî bir hüküm olsa da, bu âyet-i kerîmede İsrâîloğulları hakkında konu edilen güçlü tehdit, İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiğine göre; bir peygamberi veyâ adâletli bir devlet büyüğünü öldürenler hakkındadır. Diğer bir kavle göre ise; herhangi bir şahsı öldürenden bahsetmektedir. Zîrâ tek bir canı öldürmenin bütün insanları öldürme gibi olduğunun açıklanması, haksız yere kasten adam öldürmenin cezâsını iyice anlatmaktadır ki, bunun gâyesi Yahûdîlerin bu büyük tehdîdi bilmelerine rağmen nebîleri ve rasülleri öldürmeye kalkışmalarına bir târizdir. Bu da onların kalplerinin son derece katılığının ve Allâh’tan uzaklıklarının en büyük delîlidir. (‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 5/373-374)
اِنَّمَا جَزٰٓؤُا الَّذ۪ينَ يُحَارِبُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَادًا اَنْ يُقَتَّلُٓوا اَوْ يُصَلَّبُٓوا اَوْ تُقَطَّعَ اَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ اَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْاَرْضِۜ ذٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ ﴿٣٣
33﴿ Allâh ve Rasûlü(nün dostları olan müminler) ile harp etmekte olan (ve insanların yollarını kesip mallarını çalan) o (îmânsız) kişilerin ve (Müslümanlardan da olsa) yer(yüzün)de fesat (ve bozgunculuk çıkartmak) için koşuşturan kimselerin cezâsı (sâdece öldürmekle yetinmişlerse) ancak (kısas yoluyla) öldürülmeleri yâhut (cinâyetle birlikte mal da gasbetmişlerse) asılmaları veyâ (cinâyet işlemeyip sâdece mal almışlarsa) ellerinin ve ayaklarının çaprazdan kesilmesi ya da (korkutmaktan başka bir şey yapmamışlarsa) o (zaman bulundukları) yerden sürül(üp hapse gönderil)meleridir. (Ey muhâtap!) İşte sana! Bu (cezâlar), dünyâda onlar için büyük bir (alçaklık, rezillik ve) rüsvaylıktır, (günahlarının büyüklüğünden dolayı) âhirette ise kendileri için çok dehşetli pek büyük bir azap vardır. Allâh-u Te‘âlâ ile muhârebe yapılamayacağından dolayı burada Allâh-u Te‘âlâ’nın emirlerine muhâlefet eden ve Rasûlünün hükümlerine başkaldırmış olan kimselerin cezâsı konu edilmiştir. Nitekim Ukl ve Urayne kabîlelerinden birtakım insanlar Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek Müslüman olduklarını açıkladılar. Fakat sonra Medîne’nin havası kendilerine yaramayınca hastalanıp zayıflamaya başladılar ve ovaya develerin yanına gidip, onların sütlerinden içerek sağlıklarına kavuşmak için Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den izin istediler. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in müsâadesi üzere Kuba civârındaki zekât develerinin yanında bir müddet kalıp iyileşince dinden dönerek develerden birini boğazladılar, çobanlardan birinin ellerini ve ayaklarını kesip, diline ve gözlerine de diken batırarak ölünceye kadar kızgın güneşin altında bıraktılar, diğer develeri de alıp götürdüler. Sağ kalan bir çobanın haberi üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yirmi kişilik bir müfrezeyi onların tâkibine gönderdi. Yakalanıp getirildiklerinde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onlara kısas yapılmasını emretti. Bunun üzerine o cânîlerin gözleri çıkarıldı, elleri ve ayakları kesildi ve ölünceye kadar o hâl üzere Harre tarafında bırakıldılar. (el-Buhârî, el-Meğâzî:34, rakam:3956, 4/1535; ez-Zekât:67, rakam:1430, 2/546) Diğer kaynaklar için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 6/481-482
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْۚ فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿٣٤
34﴿ Ancak o kimseler müstesnâ ki kendilerine (ulaşıp yakalamak için) güç yetirmenizden önce (kâfirlikten ve bozgunculuktan) tevbe etmiştirler. (Bu durumda kan sâhiplerinin kısas hakkı bâkiyse de, yöneticilerin, Allâh’ın hakkı olan had cezâsını uygulayarak onları öldürmeleri gerekmez.) Artık bilin ki; Allâh gerçekten (tevbe edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (onlardan cezâyı kaldıracak derecede merhamet sâhibi olan bir) Rahîm’dir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿٣٥
35﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! Allâh’tan hakkıyla sakının (da O’nun kullarına eziyet etmeyin) ve (emirlerini tutmak, yasaklarından kaçmak ve dostlarını sevmek gibi amellerle sizi) O’na (yaklaştıracak) vesîle(ler) arayın. Bir de (Allâh-u Te‘âlâ’nın görünen-görünmeyen tüm düşmanlarıyla harp etmek üzere) O’nun yolunda cihâd edin, tâ ki siz (dünyâ ve âhirette saâdet ve) felâha kavuşabilesiniz. Bu âyet-i kerîme müminlere, kulu Rabbine yaklaştıracak vesîle aramalarını emretmektedir. Bu tevessül, kişinin namaz-oruç gibi sâlih amelleriyle olabileceği gibi, Allâh rızâsı için sevdiği nebîler ve velîlerin Allâh indindeki makamları hürmetiyle de yapılabilir. Zâten: “Allâh için olan sevginin amellerin en üstünü olduğu” (Ebû Dâvûd, es-Sünne:3, rakam:4599, 2/609) hadîs-i şerîflerde bildirildiği için, bu tevessül yine kişinin kendi sâlih ameliyle yapılmış olmaktadır. Nitekim Âdem (Aleyhisselâm)ın, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hürmetine mağfiret istemesi üzerine bağışlandığı sahîh hadîs-i şerîfte zikredilmiştir. (el-Hâkim, el-Müstedrek, rakam:4228, 2/672) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sağlığında ve vefâtından sonra sahâbenin ve sâlihlerin onun kıymetli şahsıyla, ayrıca sakal-ı şerîf ve hırka-i şerîf gibi mukaddes emânetleriyle tevessül ve teberrüklerinin meşrûiyetinin tafsîlatlı delilleri için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 7/13-66
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٣٦
36﴿ Şüphesiz o kimseler ki kâfir olmuşturlar; kıyâmet gününün azâbından dolayı kendisini fidye (olarak) verebilmeleri için, yer(yüzün)de bulunanların tümü ve berâberinde bir misli daha onlara âit ol(up hepsini verecek ol)sa(lar) da, gerçekten de bu onlardan kabûl olunmayacaktır. Üstelik onlar için çok acı verici pek büyük bir azap vardır.