v02.01.25 Geliştirme Notları
Sâd Sûresi
452
Cuz 23
OTUZSEKİZİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Sâd
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 88 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Sâd! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.” Kasem olsun o (şân ve) şeref /öğüt/ sâhibi Kur’ân’a.
2﴿ Doğrusu o kâfir olmuş kimseler (Kur’ân’da bir yanlışlık buldukları için küfre sapmış değillerdir, bilakis onlar) tam bir büyüklenme ve (Allâh’a ve Rasûlüne karşı) şiddetli bir muhâlefet içerisindedirler (ve bu yüzden inkâr etmişlerdir).
3﴿ Kendilerinden önce (geçmiş olan) nice birçok asır (halkın)ı helâk etmiştik de, onlar (yine bir ümit deyip: “İmdat!” diye) bağırıp çağırmıştılar. Hâlbuki (o şiddetli azâbımızla karşılaştıkları an) aslâ bir kurtuluş zamânı değildi.
4﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar içlerinden kendilerine bir uyarıcı geldi diye şaş(ıp kal)dılar. Üstelik o kâfirler dedi ki: “İşte bu (kişi), (kendisi ümmî iken, bizim gibi ümmî bir toplum içerisinde sadece kendisine bir kitap indirildiğini iddiâ etmektedir ki, bu kabûl edilebilecek bir şey değildir. Ama bizim yapamayacağımız bâzı şeyleri ortaya attığına göre, olsa olsa) büyük bir büyücüdür, (nübüvvet ve vahye mazhariyet gibi Allâh’a karşı yaptığı isnatlar husûsunda ise) son derece yalan söyleyicidir.
5﴿ O (peygamberlik taslayan kişi), (tapmakta olduğumuz) tüm ilâhları tek bir ilâha mı dönüştürdü?! Şüphesiz ki işte bu (iddiâ) elbette çok şaşılacak bir şeydir. (Bizim bunca ilâhımız yeterli olmazken, tek bir ilâh bütün âlemleri nasıl yönetecek?!)
6﴿ Derken içlerinden göz dolduran bir cemâat (Ebû Tâlib’in meclisinden şöyle diyerek) kalkıp gitti de: “Yürüyün! İlâhlarınıza (tapmaya) sebât edin. Gerçekten işte bu (adamın bir tek ilâha tapma konusundaki kararlılığı), (onun tarafından) arzulanmakta olan çok büyük bir şeydir (ki, kimsenin lafıyla ya da aracılığıyla bu bundan caymaz).
7﴿ İşte bu(nun anlattığı tevhîd konusu)nu o sonraki din (olan Hristiyanlık akîdesin)de duymamıştık! İşte bu, ancak bir iftirâdır.
8﴿ O Kur’ân bizim aramızdan (ine ine) on(un gibi yetim ve yoksul bir adam)a mı indirildi?!” (Habîbim! Onlar böyle söylüyorlar ama) doğrusu onlar (körü körüne taklide meyilli oldukları için) Benim Kur’ân’ım(ın hak olup olmadığın)dan büyük bir şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar henüz Benim azâbımı tatmadılar (da bu yüzden şüphe etmektedirler. Onu gördüklerinde ise mecbûren îmân edecekler ama faydasını göremeyecekler). Rivâyete göre; Ömer (Radıyallâhu Anh)ın Müslüman oluşu Kureyş’i çok üzünce, yaşça büyükleri olan Velîd ibnü Muğîre, ileri gelen yirmi beş kadar müşriğe, yeğeni Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile aralarını bulması için Ebû Tâlib’e gitmelerini önerdi. O da Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i yanlarına çağırtıp kavmine karşı insaflı davranmasını teklif edince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onlara isteklerini sordu. Onlar: “Sen bizim ilâhlarımızın aleyhine konuşmayı bırak, biz de seni İlâhınla baş başa bırakalım” dediklerinde: “Ben de sizden tek bir kelime istiyorum ki, onunla tüm Araplara mâlik olacağınız gibi, yabancı milletler de size boyun eğecektir” buyurdu. Ebû Cehl’in: “Ne demek, on kelimeyi bile kabulleniriz” demesi üzerine, kendilerinden tevhîd kelimesini söylemelerini isteyince o meclisten fırlayıp çıktılar. Bir yandan da: “Duyulmadık bir şey! İlâhları teke mi indirmiş, bu kadar insana bir ilâh nasıl yetsin?!” diyorlardı. (el-Beyzâvî; el-Hâzin; en-Nesefî)
9﴿ Yoksa (her şeye gücü yeten ve karşılıksız bolca veren) o Azîz ve Vehhâb olan Rabbinin rahmetinin hazîneleri özellikle onların yanında(dır da, peygamberliği dilediklerine verip, istediklerini mahrum bırakan onlar) mıdır?!
10﴿ Yoksa göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin mülkü (ve saltanatı) onlara mı âittir?! Öyleyse (kendilerini göklere çıkaracak) o basamaklarda iyice yükselsinler (de Arş’tan doğru âlemleri yönetsinler ve istediklerine vahiy indirsinler).
11﴿ (Habîbim!) İşte sana! (O Mekke müşrikleri, peygamberler aleyhine) birlik yapan hıziplerden oluşan az ve değersiz bir ordudur ki; (Bedir denen) o uzak yerde (çok kısa bir zaman sonra) bozguna uğratılmış (olacaklar)dır. (Artık sen onların laflarına aldırma ve hezeyanlarını önemseme.)
12﴿ Onlardan önce Nûh’un kavmi (Nûh’u) ve Âd (toplumu Hûd’u), bir de o (demir) kazıklar sâhibi (olan, dilediğinin el ve ayaklarını onlara bağlayarak eziyet yapan) Firavun (Mûsâ ve Hârûn’u) yalanlamıştı.
13﴿ Semûd (toplumu)da (Sâlih’i), Lût’un kavmi de (Lût’u), (sık ağaçlıklı bir korunun sâkinleri olan) Eyke ashâbı da (Şu‘ayb’ı yalanlamıştı). İşte sana! Onlar ancak o (peygamberlere karşı) birlik yapan (ama bozguna uğramaktan kurtulamayan) hıziplerdi.
14﴿ Hepsi de (hiçbir iyilikle tanınmamış) ancak o (kendilerine gönderilen) rasülleri yalanlamış (olmakla şöhret bulup anılmış)tı da, bu yüzden Benim azâbım (onlar üzerine) hak olmuştu.
15﴿ (Habîbim!) İşte bu (senin düşma)nlar(ın) da (İsrâfîl’in Sûr’a ilk üfürüşüyle gerçekleşecek) tek bir nâradan başkasını beklemiyor(lar) ki, (vakti geldiğinde) onun için hiçbir geri dönüş yoktur.
16﴿ Yine O (şirk koşa)nlar (azaplarının âhirete tehirini duyunca, dalga geçmek için): “Ey Rabbimiz! Sen bize hesap gününden önce (azaptan) nasîbimizi acele ver” dediler.
سُورَةُ صۤ
الجزء ٢٣
٤٥٢
سُورَةُصۤ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ ﴿١
بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ ﴿٢
كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ ح۪ينَ مَنَاصٍ ﴿٣
وَعَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْۘ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌۚ ﴿٤
اَجَعَلَ الْاٰلِهَةَ اِلٰهًا وَاحِدًاۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ ﴿٥
وَانْطَلَقَ الْمَلَاُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُۚ ﴿٦
مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا اخْتِلَاقٌۚ ﴿٧
ءَاُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَاۜ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ ذِكْر۪يۚ بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِۜ ﴿٨
اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَز۪يزِ الْوَهَّابِۚ ﴿٩
اَمْ لَهُمْ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا۠ فَلْيَرْتَقُوا فِي الْاَسْبَابِ ﴿١٠
جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِنَ الْاَحْزَابِ ﴿١١
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُو الْاَوْتَادِۙ ﴿١٢
وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَاَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الْاَحْزَابُ ﴿١٣
اِنْ كُلٌّ اِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ عِقَابِ۟ ﴿١٤
وَمَا يَنْظُرُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ ﴿١٥
وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّلْ لَنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ ﴿١٦
Sâd Sûresi
452
Cuz 23
OTUZSEKİZİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Sâd
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 88 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ ﴿١
1﴿ Sâd! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.” Kasem olsun o (şân ve) şeref /öğüt/ sâhibi Kur’ân’a.
بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ ﴿٢
2﴿ Doğrusu o kâfir olmuş kimseler (Kur’ân’da bir yanlışlık buldukları için küfre sapmış değillerdir, bilakis onlar) tam bir büyüklenme ve (Allâh’a ve Rasûlüne karşı) şiddetli bir muhâlefet içerisindedirler (ve bu yüzden inkâr etmişlerdir).
كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ ح۪ينَ مَنَاصٍ ﴿٣
3﴿ Kendilerinden önce (geçmiş olan) nice birçok asır (halkın)ı helâk etmiştik de, onlar (yine bir ümit deyip: “İmdat!” diye) bağırıp çağırmıştılar. Hâlbuki (o şiddetli azâbımızla karşılaştıkları an) aslâ bir kurtuluş zamânı değildi.
وَعَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْۘ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌۚ ﴿٤
4﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar içlerinden kendilerine bir uyarıcı geldi diye şaş(ıp kal)dılar. Üstelik o kâfirler dedi ki: “İşte bu (kişi), (kendisi ümmî iken, bizim gibi ümmî bir toplum içerisinde sadece kendisine bir kitap indirildiğini iddiâ etmektedir ki, bu kabûl edilebilecek bir şey değildir. Ama bizim yapamayacağımız bâzı şeyleri ortaya attığına göre, olsa olsa) büyük bir büyücüdür, (nübüvvet ve vahye mazhariyet gibi Allâh’a karşı yaptığı isnatlar husûsunda ise) son derece yalan söyleyicidir.
اَجَعَلَ الْاٰلِهَةَ اِلٰهًا وَاحِدًاۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ ﴿٥
5﴿ O (peygamberlik taslayan kişi), (tapmakta olduğumuz) tüm ilâhları tek bir ilâha mı dönüştürdü?! Şüphesiz ki işte bu (iddiâ) elbette çok şaşılacak bir şeydir. (Bizim bunca ilâhımız yeterli olmazken, tek bir ilâh bütün âlemleri nasıl yönetecek?!)
وَانْطَلَقَ الْمَلَاُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُۚ ﴿٦
6﴿ Derken içlerinden göz dolduran bir cemâat (Ebû Tâlib’in meclisinden şöyle diyerek) kalkıp gitti de: “Yürüyün! İlâhlarınıza (tapmaya) sebât edin. Gerçekten işte bu (adamın bir tek ilâha tapma konusundaki kararlılığı), (onun tarafından) arzulanmakta olan çok büyük bir şeydir (ki, kimsenin lafıyla ya da aracılığıyla bu bundan caymaz).
مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا اخْتِلَاقٌۚ ﴿٧
7﴿ İşte bu(nun anlattığı tevhîd konusu)nu o sonraki din (olan Hristiyanlık akîdesin)de duymamıştık! İşte bu, ancak bir iftirâdır.
ءَاُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَاۜ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ ذِكْر۪يۚ بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِۜ ﴿٨
8﴿ O Kur’ân bizim aramızdan (ine ine) on(un gibi yetim ve yoksul bir adam)a mı indirildi?!” (Habîbim! Onlar böyle söylüyorlar ama) doğrusu onlar (körü körüne taklide meyilli oldukları için) Benim Kur’ân’ım(ın hak olup olmadığın)dan büyük bir şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar henüz Benim azâbımı tatmadılar (da bu yüzden şüphe etmektedirler. Onu gördüklerinde ise mecbûren îmân edecekler ama faydasını göremeyecekler). Rivâyete göre; Ömer (Radıyallâhu Anh)ın Müslüman oluşu Kureyş’i çok üzünce, yaşça büyükleri olan Velîd ibnü Muğîre, ileri gelen yirmi beş kadar müşriğe, yeğeni Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile aralarını bulması için Ebû Tâlib’e gitmelerini önerdi. O da Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i yanlarına çağırtıp kavmine karşı insaflı davranmasını teklif edince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onlara isteklerini sordu. Onlar: “Sen bizim ilâhlarımızın aleyhine konuşmayı bırak, biz de seni İlâhınla baş başa bırakalım” dediklerinde: “Ben de sizden tek bir kelime istiyorum ki, onunla tüm Araplara mâlik olacağınız gibi, yabancı milletler de size boyun eğecektir” buyurdu. Ebû Cehl’in: “Ne demek, on kelimeyi bile kabulleniriz” demesi üzerine, kendilerinden tevhîd kelimesini söylemelerini isteyince o meclisten fırlayıp çıktılar. Bir yandan da: “Duyulmadık bir şey! İlâhları teke mi indirmiş, bu kadar insana bir ilâh nasıl yetsin?!” diyorlardı. (el-Beyzâvî; el-Hâzin; en-Nesefî)
اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَز۪يزِ الْوَهَّابِۚ ﴿٩
9﴿ Yoksa (her şeye gücü yeten ve karşılıksız bolca veren) o Azîz ve Vehhâb olan Rabbinin rahmetinin hazîneleri özellikle onların yanında(dır da, peygamberliği dilediklerine verip, istediklerini mahrum bırakan onlar) mıdır?!
اَمْ لَهُمْ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا۠ فَلْيَرْتَقُوا فِي الْاَسْبَابِ ﴿١٠
10﴿ Yoksa göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin mülkü (ve saltanatı) onlara mı âittir?! Öyleyse (kendilerini göklere çıkaracak) o basamaklarda iyice yükselsinler (de Arş’tan doğru âlemleri yönetsinler ve istediklerine vahiy indirsinler).
جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِنَ الْاَحْزَابِ ﴿١١
11﴿ (Habîbim!) İşte sana! (O Mekke müşrikleri, peygamberler aleyhine) birlik yapan hıziplerden oluşan az ve değersiz bir ordudur ki; (Bedir denen) o uzak yerde (çok kısa bir zaman sonra) bozguna uğratılmış (olacaklar)dır. (Artık sen onların laflarına aldırma ve hezeyanlarını önemseme.)
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُو الْاَوْتَادِۙ ﴿١٢
12﴿ Onlardan önce Nûh’un kavmi (Nûh’u) ve Âd (toplumu Hûd’u), bir de o (demir) kazıklar sâhibi (olan, dilediğinin el ve ayaklarını onlara bağlayarak eziyet yapan) Firavun (Mûsâ ve Hârûn’u) yalanlamıştı.
وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَاَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الْاَحْزَابُ ﴿١٣
13﴿ Semûd (toplumu)da (Sâlih’i), Lût’un kavmi de (Lût’u), (sık ağaçlıklı bir korunun sâkinleri olan) Eyke ashâbı da (Şu‘ayb’ı yalanlamıştı). İşte sana! Onlar ancak o (peygamberlere karşı) birlik yapan (ama bozguna uğramaktan kurtulamayan) hıziplerdi.
اِنْ كُلٌّ اِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ عِقَابِ۟ ﴿١٤
14﴿ Hepsi de (hiçbir iyilikle tanınmamış) ancak o (kendilerine gönderilen) rasülleri yalanlamış (olmakla şöhret bulup anılmış)tı da, bu yüzden Benim azâbım (onlar üzerine) hak olmuştu.
وَمَا يَنْظُرُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ ﴿١٥
15﴿ (Habîbim!) İşte bu (senin düşma)nlar(ın) da (İsrâfîl’in Sûr’a ilk üfürüşüyle gerçekleşecek) tek bir nâradan başkasını beklemiyor(lar) ki, (vakti geldiğinde) onun için hiçbir geri dönüş yoktur.
وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّلْ لَنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ ﴿١٦
16﴿ Yine O (şirk koşa)nlar (azaplarının âhirete tehirini duyunca, dalga geçmek için): “Ey Rabbimiz! Sen bize hesap gününden önce (azaptan) nasîbimizi acele ver” dediler.