سُورَةُالْمَائِدَةِ | ١١٢ | الجزء ٦ |
مِنْ اَجْلِ ذٰلِكَۚۛ كَتَبْنَا عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِي الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَٓا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعًاۜ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا بِالْبَيِّنَاتِۘ ثُمَّ اِنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ فِي الْاَرْضِ لَمُسْرِفُونَ ﴿ ٣٢ ﴾ اِنَّمَا جَزٰٓؤُا الَّذ۪ينَ يُحَارِبُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَادًا اَنْ يُقَتَّلُٓوا اَوْ يُصَلَّبُٓوا اَوْ تُقَطَّعَ اَيْد۪يهِمْ وَاَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلَافٍ اَوْ يُنْفَوْا مِنَ الْاَرْضِۜ ذٰلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ ﴿ ٣٣ ﴾ اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْۚ فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿ ٣٤ ﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ وَجَاهِدُوا ف۪ي سَب۪يلِه۪ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿ ٣٥ ﴾ اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُوا بِه۪ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿ ٣٦ ﴾
سُورَةُالْمَائِدَةِ | ١١٢ | الجزء ٦ |
Mâide Sûresi | 112 | Cüz 6 |
32 İşte bu (şekilde Kabil’in, Hâbil’in canına kıyması)ndan dolayı Biz (öldürme suçunu çokça işleyen) İsrâiloğulları üzerine şu gerçeği (bir hüküm olarak) yazdık: Her kim bir can mukabilinde (kısas olunma gibi haklı bir gerekçe bulunmaksızın) yahut yer(yüzün)de bir fesat (ve bozgunculuk anlamına gelen irtidât ve yol kesicilik gibi öldürülmesini mûcip bir neden) olmaksızın (haksız yere) bir nefsi öldürürse, gerçekten de o, sanki insanları topluca öldürmüştür. (Bir insanın öldürülmesine engel olarak ve onu tehlikelerden kurtararak onun hayatının devamına sebebiyet vermek suretiyle) kim de onu diriltirse, sanki insanları tümüyle diriltmiştir. Andolsun ki; (İsrâiloğulları hakkında bu hükmü yazmamızın ardından) rasûllerimiz onlara (bu cinâyetlerden uzak durmaları için) gerçekten nice açık deliller getirmişti. Sonra işte bunun ardından (nice deliller gördüklerihalde) hiç şüphesiz ki içlerinden birçoğu elbette yer(yüzün)de (bozgunculuk çıkartma ve insan öldürme suçlarında) haddi aşıcı kimselerdir.
Kısasın farziyeti bütün dinler ve milletler açısından umumi bir hüküm olsa da, bu âyet-i kerîmede İsrâiloğulları hakkında konu edilen güçlü tehdit diğer ümmetlerde yoktur. Zira tek bir canı öldürmenin bütün insanları öldürme gibi olduğunun açıklanması, haksız yere kasten adam öldürmenin cezasını iyice anlatmaktadır ki, bunun gayesi Yahudilerin bu büyük tehdidi bilmelerine rağmen nebîleri ve rasûlleri öldürmeye kalkışmalarına bir târizdir. Bu da onların kalplerinin son derece katılığının ve Allâh’tan uzaklıklarının en büyük delilidir.
33 Allâh’a ve Rasûl’ün(ün dostları olan müminler)e harp açmakta olan (ve insanların yollarını kesip mallarını çalan) o (imansız) kişilerin ve (Müslümanlardan da olsa) yer(yüzün)de fesat (ve bozgunculuk çıkartmak) için koşuşturan kimselerin cezası, (sadece öldürmekle yetinmişlerse ) ancak (kısas yoluyla) öldürülmeleri yahut (cinâyetle birlikte mal da gasbetmişlerse,) asılmaları veya (cinâyet işlemeyip sadece mal almışlarsa ) ellerinin ve ayaklarının çaprazdan kesilmesi ya da (korkutmadan başka bir şey yapmamışlarsa,) o (oturdukları) yerden sürül(üp hapse gönderil)meleridir. İşte bu (cezalar), dünyada onlar için büyük bir (alçaklık, rezillik ve) rüsvaylıktır, (günahlarının büyüklüğünden dolayı) âhirette ise kendileri için pek büyük bir azap vardır!
Allâh-u Te`âlâ ile muhârebe yapılamayacağından dolayı burada Allâh-u Te`âlâ’nın emirlerine muhâlefet eden ve Rasûlünün hükümlerine başkaldırmış olan kimselerin cezası konu edilmiştir. Nitekim Ukl ve Urayne kabilelerinden birtakım insanlar Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`e gelerek Müslüman olduklarını açıkladılar. Fakat sonra Medine’nin havası kendilerine yaramayınca hastalanıp zayıflamaya başladılar ve ovaya develerin yanına gidip, onların sütlerinden içerek sağlıklarına kavuşmak için Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`den izin istediler. Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`in müsâadesi üzere Kuba civârındaki zekât develerinin yanında bir müddet kalıp iyileşince, dinden dönerek develerden birini boğazladılar, çobanlardan birinin ellerini ve ayaklarını kesip, diline ve gözlerine de diken batırarak ölünceye kadar kızgın güneşin altında bıraktılar, diğer develeri de alıp götürdüler. Sağ kalan bir çobanın haberi üzerine Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yirmi kişilik bir müfrezeyi onların takibine gönderdi. Yakalanıp getirildiklerinde Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onlara kısas yapılmasını emretti. Bunun üzerine o cânilerin gözleri çıkarıldı, elleri ve ayakları kesildi ve ölünceye kadar o hal üzere Harre tarafında bırakıldılar. (Buhârî, Meğâzî: 34, No: 3956, 4/1535; Zekât: 67, No: 1430, 2/546)
Diğer kaynaklar için bakınız: Rûhu’l-Furkan: 6/481-482
34 Ancak o kimseler müstesnâ ki kendilerine (ulaşıp yakalamak için) güç yetirmenizden önce (kâ firlikten ve bozgunculuktan) tevbe etmiştirler! (Bu durumda kan sahiplerinin kısas hakkı bâkiyse de, yöneticilerin, Allâh’ın hakkı olan had cezasını uygulayarak onları öldürmeleri gerekmez. Zira) bilin ki; Allâh gerçekten (tevbe edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur; (onlardan cezayı kaldıracak derecede merhamet sahibi olan bir) Rahîm’dir.
35 Ey iman etmiş olan kimseler! Allâh’tan hakkıyla sakının (da O’nun kullarına eziyet etmeyin), (emirleri tutmak, yasaklardan kaçmak ve dostlarını sev mek gibi amellerle sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile(ler) arayın ve (Allâh-u Te`âlâ’nın görünengörünmeyen tüm düşmanlarıyla harbetmek üzere) O’nun yolunda cihat edin, tâ ki siz (dünya ve âhirette saâdet ve) felâha kavuşabilesiniz!
Bu âyet-i kerîme müminlere, kulu Rabbine yaklaştıracak ve sîle aramasını emretmektedir. Bu tevessül, kişinin namaz-oruç gibi sâlih amelleriyle olabileceği gibi, Allâh rızası için sevdiği ne bîler ve velîlerin Allâh indindeki makamları hürmetiyle de yapı labilir. Zaten: “Allâh için olan sevginin amellerin en üstünü olduğu” (Ebû Dâvûd, Sünnet: 3, No: 4599, 2/609) hadîs-i şerîflerde bildirildiği için, bu tevessül yine kişinin kendi sâlih ameliyle yapılmış olmak tadır. Nitekim Âdem (Aleyhisselâm)ın, Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hürmetine mağfiret istemesi üzerine bağışlandığı, sahih hadîs-i şerîfte zikredilmiştir. (Hâkim, el-Müstedrek, No: 4228, 2/672) Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`in sağlığında ve vefatından sonra sahâbenin ve sâlihlerin onun kıymetli şahsıyla, ayrıca sa kal-ı şerîf ve hırka-i şerîf gibi mukaddes emânetleriyle tevessül ve teberrüklerinin meşrûiyetinin tafsîlatlı delilleri için bakınız: Rûhu’l Furkan: 7/13-66
36 Şüphesiz o kimseler ki kâfir olmuşlardır; kı yâmet gününün azâbından dolayı kendisini fidye (olarak) verebilmeleri için, yer(yüzün) de bulunan ların tümü ve beraberinde bir misli daha onlara âit ol(up hepsini verecek ol)sa(lar) da, gerçekten de bu onlardan kabul olunmaz. Demek ki onlar için çok acı verici pek büyük bir azap vardır.
Mâide Sûresi | 112 | Cüz 6 |