v02.01.25 Geliştirme Notları
Yûsuf Sûresi
245
Cuz 13
87﴿ (Ya‘kûb (Aleyhisselâm) sözlerini şöyle sürdürdü:) Ey oğullarım! Gidin de tüm duyularınızla (dikkat kesilerek) Yûsuf ve kardeşin(in durumlarıyla ilgili hâdiseler)den art arda haber arayıp sorun ve Allâh’ın rahmeti(yle kulunu darlıktan çıkarıp rahata erdirmesi)nden ümit kesmeyin. Şüphesiz şu bir gerçek ki; (Rablerinin sonsuz kudretini inkâr eden) o kâfirler toplumundan başkası Allâh’ın rahmetinden ümit kesmez.” Rivâyete göre; Ya‘kûb (Aleyhisselâm) yirmi dört sene kadar Yûsuf (Aleyhisselâm)ın sağ mı ölü mü olduğunu bilmeden yaşadı. Bir ara ölüm meleğini görünce ona: “Sen kimsin?” dedi. O: “Ben ölüm meleğiyim” deyince Ya‘kûb (Aleyhisselâm): “Ya‘kûb’un İlâhı hakkı için söyle bana, Yûsuf’un canını aldın mı?” diye sordu. O: “Hayır” deyince işte o zaman Ya‘kûb (Aleyhisselâm) bu âyet-i kerîmede belirtildiği üzere kardeşlerini onun peşine yolladı. (el-Âlûsî)
88﴿ Bunun üzerine onlar (yola çıkarak Yûsuf (Aleyhisselâm)ın yanına varıp) onun huzûruna girdikleri zaman: “Ey Azîz! Bize de, âilemize de (son derece kıtlık ve açlıktan dolayı) zarar (ve sıkıntı) dokundu. Biz ise (tüccarlar tarafından) geri çevrile(cek kadar değersiz ola)n bir sermâye ile (huzûruna) geldik. Artık sen (sermâyemizin yetersizliğine bakmayıp) bizim için ölçeği tam ver ve bize (ayrıca) bağışta bulun. Şüphesiz ki Allâh çokça bağış yapanları mükâfatlandıracaktır” dediler.
89﴿ O(nların bu târizlerine karşı taarruza geçen Yûsuf (Aleyhisselâm)): “Hani siz (yaptığınız işin fenâlığını bilmeyen) câhil kimselerken Yûsuf’a ve kardeşine neler yaptığınızı bildiniz değil mi?! (Yoksa bunun vebâli hakkındaki cehâletiniz hâlâ sürüyor mu?)” dedi. Ebû Ferve (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; Ya‘kûb (Aleyhisselâm) Bünyâmîn’i yanında alıkoyan Yûsuf (Aleyhisselâm)a: “Allâh’ın dostu İbrâhîm’in oğlu, Allâh’ın kurbanı İshâk’ın oğlu, Allâh’ın kulu Ya‘kûb tarafından, Mısır hükümdârına (şunları bildiriyorum)! Biz öyle bir hâne halkıyız ki, belâlar bize ısmarlanmıştır. Dedem İbrâhîm’in elleri ayakları bağlanarak ateşe atıldı, ama Allâh ateşi ona esenlik ve serinlik yaptı. Babama gelince onun da elleri ayakları bağlanıp ensesine bıçak dayatıldı, ama Allâh onu kurtardı. Benim de en sevdiğim bir oğlum vardı, kardeşleri kıra götürdü sonra kana bulanmış gömleğini bana getirdiler ve: ‘Onu kurt yedi’ dediler. Buna ağlamaktan gözlerim görmez oldu. Sonra onun anneden bir kardeşi vardı ki, ben onunla tesellî oluyordum, onu da sen hırsızlıkla ithâm ederek hapsettin. Biz Ehl-i Beytiz! Ne hırsızlık yaparız, ne de hırsız doğururuz. Eğer onu bana iâde edecek olursan, ne e‘lâ! Değilse sana öyle bir bedduâ ederim ki, yedi nesline ulaşır” diye mektup yazdı. Yûsuf (Aleyhisselâm) babasının mektubunu okuyunca şiddetle ağlamaya başladı, sabrı azaldı ve kendisini kardeşlerine açıklamak zorunda kaldı. (el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 3/447-448)
90﴿ Onlar (hiç beklemedikleri bir kelâma muhâtap olunca): “Gerçekten sen, hakîkaten sen Yûsuf musun?” dediler. O da: “Ben Yûsufum, işte bu da kardeşim (Bünyâmîn)! Gerçekten Allâh (ayrılıktan sonra buluşturarak) bize (büyük bir) lütufta bulunmuştur. Şüphesiz şu bir hakîkattir ki; her kim (haramlardan iyice sakınarak) takvâ sâhibi olur ve (belâlara karşı) sabırlı olursa, muhakkak ki Allâh (iyi amellerde bulunan) o muhsin kimselerin mükâfâtını zâyi etmez” dedi.
91﴿ Onlar (bu durum karşısında Yûsuf (Aleyhisselâm)ın üstünlüğünü îtirâfa mecbur kalarak): “Allâh’a yemîn olsun ki; elbette Allâh seni (takvâ, sabır, saltanat, ilim ve hılim gibi meziyetlerle) bize karşı seçmiştir. Ama biz gerçekten kasten günah işleyen kimseler olmuşuz” dediler.
92﴿ O (da) dedi ki: “Bugün size hiçbir kınama yoktur. Allâh sizin için (günahlarınızı) mağfirette bulunsun. Zâten ancak O acıyanların en merhametlisidir. (O’nun dışındaki merhamet sâhipleri ise en azından vicdanlarında hissettikleri rûhânî acıyı giderme gibi bir zararı savuşturmaya mebnî olarak acırlar. Ama Allâh-u Te‘âlâ hiçbir sebebe dayalı olmadan merhamet eden tek Zâttır.)
93﴿ İşte siz benim bu gömleğimi götürün ve onu babamın yüzünün üzerine hemen bırakın ki, çok iyi gören bir kimse oluversin. Sonra siz âilenizle bir araya gelici kimseler olarak bana gelin.” Dahhâk ve Mücâhid (Rahimehümellâh) gibi müfessirlerden nakledildiğine göre; cennet dokuması olan bu gömlek, çıplak olarak ateşe atıldığında Cibrîl (Aleyhisselâm) tarafından İbrâhîm (Aleyhisselâm)a giydirilmişti ve onun yanında kalmıştı. Daha sonra oğlu İshâk, onun ardından da torunu Ya‘kûb (Aleyhisselâm)a intikāl etmişti. Yûsuf (Aleyhisselâm) büyüyünce nazardan korunması için Ya‘kûb (Aleyhisselâm) onu gümüşten bir kaba yerleştirip başını bağlayarak nüsha (muska) gibi Yûsuf (Aleyhisselâm)ın boynuna takmıştı ki, kuyuya atılırken de, hapse girdiğinde de, kardeşleri huzûruna girdiği zaman da o gömlek dâimâ Yûsuf (Aleyhisselâm)ın boynunda duruyordu. Sonra Yûsuf (Aleyhisselâm) o gömleği gümüş kabından çıkartarak kardeşlerine teslîm etti ve bu âyet-i kerîmede zikredilen sözü sarfetti. (İbnü Ebî Hâtim, rakam:700, 9/557; et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 16/249; el-Beğavî, 4/474; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 8/325) Tefsirlerde zikredildiğine göre; o gömlekte cennet kokusu vardı, hangi hastaya sürülse mutlaka o anda Allâh-u Te‘âlâ’nın izni ile şifâ bulurdu. (el-Beğavî; el-Hâzin; el-Medârik; el-Âlûsî) İşte bu âyet-i celîlenin zâhirî ifâdesi ve mûteber tefsirlerde zikredilen bu sahîh rivâyetler, Bidat ehlinden sayılan Selefî-Vehhâbî fırkasının mukaddes emânetlerle teberrükte bulunmayı şirk sayan îtikādının Kur’ân ve Sünnet’e ne kadar muhâlif olduğunu açıklama husûsunda yeterlidir.
94﴿ (Oğullarının bulunduğu) o kāfile (Yûsuf (Aleyhisselâm)ın gömleği ile birlikte Mısır’dan) ayrıl(ıp Ken‘ân iline doğru çola çık)dığı zaman babaları (Ya‘kûb (Aleyhisselâm) yanında bulunanlara): “Gerçekten ben elbette Yûsuf’un kokusunu (yakınımda) bulmaktayım. (Aşırı yaşlılıktan dolayı) beni akıl zâfiyetine nispet edecek olmasaydınız (bu hissimi tasdik ederek, siz de onun çok yakın bir yerde olduğuna kanâat getirirdiniz)” dedi.
95﴿ O(rada ola)nlar: “Allâh’a yemîn olsun ki; gerçekten de sen elbette eski yanlışında (ısrarcı)sın (ve Yûsuf’a karşı aşırı sevginden dolayı dâimâ onu anmaktasın ve tekrar kavuşacağına umut bağlamaktasın)” dediler.
سُورَةُ يُوسُفَ
الجزء ١٣
٢٤٥
يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَاَخ۪يهِ وَلَا تَا۬يْـَٔسُوا مِنْ رَوْحِ اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يَا۬يْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ ﴿٨٧
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَيْهِ قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ مَسَّنَا وَاَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُزْجٰيةٍ فَاَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَاۜ اِنَّ اللّٰهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّق۪ينَ ﴿٨٨
قَالَ هَلْ عَلِمْتُمْ مَا فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ وَاَخ۪يهِ اِذْ اَنْتُمْ جَاهِلُونَ ﴿٨٩
قَالُٓوا ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُۜ قَالَ اَنَا۬ يُوسُفُ وَهٰذَٓا اَخ۪يۘ قَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَاۜ اِنَّهُ مَنْ يَتَّقِ وَيَصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٩٠
قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ اٰثَرَكَ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَاِنْ كُنَّا لَخَاطِـ۪ٔينَ ﴿٩١
قَالَ لَا تَثْر۪يبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَۜ يَغْفِرُ اللّٰهُ لَكُمْۘ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ ﴿٩٢
اِذْهَبُوا بِقَم۪يص۪ي هٰذَا فَاَلْقُوهُ عَلٰى وَجْهِ اَب۪ي يَأْتِ بَص۪يرًاۚ وَأْتُون۪ي بِاَهْلِكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟ ﴿٩٣
وَلَمَّا فَصَلَتِ الْع۪يرُ قَالَ اَبُوهُمْ اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ ﴿٩٤
قَالُوا تَاللّٰهِ اِنَّكَ لَف۪ي ضَلَالِكَ الْقَد۪يمِ ﴿٩٥
Yûsuf Sûresi
245
Cuz 13
يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَاَخ۪يهِ وَلَا تَا۬يْـَٔسُوا مِنْ رَوْحِ اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يَا۬يْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ ﴿٨٧
87﴿ (Ya‘kûb (Aleyhisselâm) sözlerini şöyle sürdürdü:) Ey oğullarım! Gidin de tüm duyularınızla (dikkat kesilerek) Yûsuf ve kardeşin(in durumlarıyla ilgili hâdiseler)den art arda haber arayıp sorun ve Allâh’ın rahmeti(yle kulunu darlıktan çıkarıp rahata erdirmesi)nden ümit kesmeyin. Şüphesiz şu bir gerçek ki; (Rablerinin sonsuz kudretini inkâr eden) o kâfirler toplumundan başkası Allâh’ın rahmetinden ümit kesmez.” Rivâyete göre; Ya‘kûb (Aleyhisselâm) yirmi dört sene kadar Yûsuf (Aleyhisselâm)ın sağ mı ölü mü olduğunu bilmeden yaşadı. Bir ara ölüm meleğini görünce ona: “Sen kimsin?” dedi. O: “Ben ölüm meleğiyim” deyince Ya‘kûb (Aleyhisselâm): “Ya‘kûb’un İlâhı hakkı için söyle bana, Yûsuf’un canını aldın mı?” diye sordu. O: “Hayır” deyince işte o zaman Ya‘kûb (Aleyhisselâm) bu âyet-i kerîmede belirtildiği üzere kardeşlerini onun peşine yolladı. (el-Âlûsî)
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَيْهِ قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ مَسَّنَا وَاَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُزْجٰيةٍ فَاَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَاۜ اِنَّ اللّٰهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّق۪ينَ ﴿٨٨
88﴿ Bunun üzerine onlar (yola çıkarak Yûsuf (Aleyhisselâm)ın yanına varıp) onun huzûruna girdikleri zaman: “Ey Azîz! Bize de, âilemize de (son derece kıtlık ve açlıktan dolayı) zarar (ve sıkıntı) dokundu. Biz ise (tüccarlar tarafından) geri çevrile(cek kadar değersiz ola)n bir sermâye ile (huzûruna) geldik. Artık sen (sermâyemizin yetersizliğine bakmayıp) bizim için ölçeği tam ver ve bize (ayrıca) bağışta bulun. Şüphesiz ki Allâh çokça bağış yapanları mükâfatlandıracaktır” dediler.
قَالَ هَلْ عَلِمْتُمْ مَا فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ وَاَخ۪يهِ اِذْ اَنْتُمْ جَاهِلُونَ ﴿٨٩
89﴿ O(nların bu târizlerine karşı taarruza geçen Yûsuf (Aleyhisselâm)): “Hani siz (yaptığınız işin fenâlığını bilmeyen) câhil kimselerken Yûsuf’a ve kardeşine neler yaptığınızı bildiniz değil mi?! (Yoksa bunun vebâli hakkındaki cehâletiniz hâlâ sürüyor mu?)” dedi. Ebû Ferve (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; Ya‘kûb (Aleyhisselâm) Bünyâmîn’i yanında alıkoyan Yûsuf (Aleyhisselâm)a: “Allâh’ın dostu İbrâhîm’in oğlu, Allâh’ın kurbanı İshâk’ın oğlu, Allâh’ın kulu Ya‘kûb tarafından, Mısır hükümdârına (şunları bildiriyorum)! Biz öyle bir hâne halkıyız ki, belâlar bize ısmarlanmıştır. Dedem İbrâhîm’in elleri ayakları bağlanarak ateşe atıldı, ama Allâh ateşi ona esenlik ve serinlik yaptı. Babama gelince onun da elleri ayakları bağlanıp ensesine bıçak dayatıldı, ama Allâh onu kurtardı. Benim de en sevdiğim bir oğlum vardı, kardeşleri kıra götürdü sonra kana bulanmış gömleğini bana getirdiler ve: ‘Onu kurt yedi’ dediler. Buna ağlamaktan gözlerim görmez oldu. Sonra onun anneden bir kardeşi vardı ki, ben onunla tesellî oluyordum, onu da sen hırsızlıkla ithâm ederek hapsettin. Biz Ehl-i Beytiz! Ne hırsızlık yaparız, ne de hırsız doğururuz. Eğer onu bana iâde edecek olursan, ne e‘lâ! Değilse sana öyle bir bedduâ ederim ki, yedi nesline ulaşır” diye mektup yazdı. Yûsuf (Aleyhisselâm) babasının mektubunu okuyunca şiddetle ağlamaya başladı, sabrı azaldı ve kendisini kardeşlerine açıklamak zorunda kaldı. (el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 3/447-448)
قَالُٓوا ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُۜ قَالَ اَنَا۬ يُوسُفُ وَهٰذَٓا اَخ۪يۘ قَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَاۜ اِنَّهُ مَنْ يَتَّقِ وَيَصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٩٠
90﴿ Onlar (hiç beklemedikleri bir kelâma muhâtap olunca): “Gerçekten sen, hakîkaten sen Yûsuf musun?” dediler. O da: “Ben Yûsufum, işte bu da kardeşim (Bünyâmîn)! Gerçekten Allâh (ayrılıktan sonra buluşturarak) bize (büyük bir) lütufta bulunmuştur. Şüphesiz şu bir hakîkattir ki; her kim (haramlardan iyice sakınarak) takvâ sâhibi olur ve (belâlara karşı) sabırlı olursa, muhakkak ki Allâh (iyi amellerde bulunan) o muhsin kimselerin mükâfâtını zâyi etmez” dedi.
قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ اٰثَرَكَ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَاِنْ كُنَّا لَخَاطِـ۪ٔينَ ﴿٩١
91﴿ Onlar (bu durum karşısında Yûsuf (Aleyhisselâm)ın üstünlüğünü îtirâfa mecbur kalarak): “Allâh’a yemîn olsun ki; elbette Allâh seni (takvâ, sabır, saltanat, ilim ve hılim gibi meziyetlerle) bize karşı seçmiştir. Ama biz gerçekten kasten günah işleyen kimseler olmuşuz” dediler.
قَالَ لَا تَثْر۪يبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَۜ يَغْفِرُ اللّٰهُ لَكُمْۘ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ ﴿٩٢
92﴿ O (da) dedi ki: “Bugün size hiçbir kınama yoktur. Allâh sizin için (günahlarınızı) mağfirette bulunsun. Zâten ancak O acıyanların en merhametlisidir. (O’nun dışındaki merhamet sâhipleri ise en azından vicdanlarında hissettikleri rûhânî acıyı giderme gibi bir zararı savuşturmaya mebnî olarak acırlar. Ama Allâh-u Te‘âlâ hiçbir sebebe dayalı olmadan merhamet eden tek Zâttır.)
اِذْهَبُوا بِقَم۪يص۪ي هٰذَا فَاَلْقُوهُ عَلٰى وَجْهِ اَب۪ي يَأْتِ بَص۪يرًاۚ وَأْتُون۪ي بِاَهْلِكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟ ﴿٩٣
93﴿ İşte siz benim bu gömleğimi götürün ve onu babamın yüzünün üzerine hemen bırakın ki, çok iyi gören bir kimse oluversin. Sonra siz âilenizle bir araya gelici kimseler olarak bana gelin.” Dahhâk ve Mücâhid (Rahimehümellâh) gibi müfessirlerden nakledildiğine göre; cennet dokuması olan bu gömlek, çıplak olarak ateşe atıldığında Cibrîl (Aleyhisselâm) tarafından İbrâhîm (Aleyhisselâm)a giydirilmişti ve onun yanında kalmıştı. Daha sonra oğlu İshâk, onun ardından da torunu Ya‘kûb (Aleyhisselâm)a intikāl etmişti. Yûsuf (Aleyhisselâm) büyüyünce nazardan korunması için Ya‘kûb (Aleyhisselâm) onu gümüşten bir kaba yerleştirip başını bağlayarak nüsha (muska) gibi Yûsuf (Aleyhisselâm)ın boynuna takmıştı ki, kuyuya atılırken de, hapse girdiğinde de, kardeşleri huzûruna girdiği zaman da o gömlek dâimâ Yûsuf (Aleyhisselâm)ın boynunda duruyordu. Sonra Yûsuf (Aleyhisselâm) o gömleği gümüş kabından çıkartarak kardeşlerine teslîm etti ve bu âyet-i kerîmede zikredilen sözü sarfetti. (İbnü Ebî Hâtim, rakam:700, 9/557; et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 16/249; el-Beğavî, 4/474; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 8/325) Tefsirlerde zikredildiğine göre; o gömlekte cennet kokusu vardı, hangi hastaya sürülse mutlaka o anda Allâh-u Te‘âlâ’nın izni ile şifâ bulurdu. (el-Beğavî; el-Hâzin; el-Medârik; el-Âlûsî) İşte bu âyet-i celîlenin zâhirî ifâdesi ve mûteber tefsirlerde zikredilen bu sahîh rivâyetler, Bidat ehlinden sayılan Selefî-Vehhâbî fırkasının mukaddes emânetlerle teberrükte bulunmayı şirk sayan îtikādının Kur’ân ve Sünnet’e ne kadar muhâlif olduğunu açıklama husûsunda yeterlidir.
وَلَمَّا فَصَلَتِ الْع۪يرُ قَالَ اَبُوهُمْ اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ ﴿٩٤
94﴿ (Oğullarının bulunduğu) o kāfile (Yûsuf (Aleyhisselâm)ın gömleği ile birlikte Mısır’dan) ayrıl(ıp Ken‘ân iline doğru çola çık)dığı zaman babaları (Ya‘kûb (Aleyhisselâm) yanında bulunanlara): “Gerçekten ben elbette Yûsuf’un kokusunu (yakınımda) bulmaktayım. (Aşırı yaşlılıktan dolayı) beni akıl zâfiyetine nispet edecek olmasaydınız (bu hissimi tasdik ederek, siz de onun çok yakın bir yerde olduğuna kanâat getirirdiniz)” dedi.
قَالُوا تَاللّٰهِ اِنَّكَ لَف۪ي ضَلَالِكَ الْقَد۪يمِ ﴿٩٥
95﴿ O(rada ola)nlar: “Allâh’a yemîn olsun ki; gerçekten de sen elbette eski yanlışında (ısrarcı)sın (ve Yûsuf’a karşı aşırı sevginden dolayı dâimâ onu anmaktasın ve tekrar kavuşacağına umut bağlamaktasın)” dediler.